Şarkı Söyleyen Kadınlar (2013): Maddi Dünya ile Uhrevi Dünya Arasındaki Savaş

Şarkı Söyleyen Kadınlar (2013): Maddi Dünya ile Uhrevi Dünya Arasındaki Savaş

Share Button

Konuk Yazar: Burç Karabulut

Reha Erdem’in büyük adaya döndüğü son filmi Şarkı Söyleyen Kadınlar, hem ilk filmine olan atıfla dikkat çekerken hem de Reha Erdem’in artık yönetmen olarak dilini oluşturduğunu da söylüyor. A Ay ve Kosmos gerçeküstücülüğünde dolaşan film, hayal ve gerçek ayarını bazen fark edilmez bir şekilde seyirciye bulanıklaştırsa da Reha Erdem’in olgunluk eseri diye tanımlanabilir. Filmi Reha Erdem’in en kişisel filmi olarak da görmek mümkün ayrıca. Şarkı Söyleyen Kadınlar, bir felaket filmi olarak tasarlanmış görünen ama görüneni de masalsı şekilde sunan bir inanç filmi. Masalın ve gerçeğin fazlasıyla sınırlarının yitirildiği bu drama, ayrıca zaman zaman insana kendini yabancılaştırıyor. Reha Erdem’in ilk filmlerinin toplamı belki de bu son filminde anlaşılıyor gibi görünse de Reha Erdem filmi nedir sorusunun daha da muğlâklaştığını söyleyebilirim. Şarkı Söyleyen Kadınlar, ayrıca anti-felaket filmi olmasının yanı sıra bir reformasyon ve iyileşme sürecine de değiniyor.

Felaket filmi dekoru adı altında anti-felaket filmi

Genelde hâlihazır alışageldiğimiz felaket filmlerinde kullanılan formül ya da çatı, Şarkı Söyleyen Kadınlar’da birer dekor malzemesi gibi işlenmesiyle farklılaşıp, seyirciye ilginç bir iş sunacağının işaretlerini veriyor. Her felaket/kıyamet filminde olan hastalıklar, doğal afetler ve insanların bu durumlara bağlı olarak kanunsuz davranmaları gibi konuları bu filmde de görüyoruz. Ancak ada sakinleri sanki bir felaketle karşı karşıya değillermiş gibi adada yaşamaya devam ediyor gibiler. Şarkı Söyleyen Kadınlar, o yüzden felaket filmi malzemesini dekor niyetine kullanıp bir anti-felaket filmine dönüşüyor.

Büyükada’daki deprem anonslarının ardından botlarla adayı terk eden ada sakinlerinden bazıları geride kalıyor. Sanki adada olanlardan bir habermiş gibi adada yaşamaya devam ediyorlar. Üç kadın, üç erkek adadaki durumlarını bozmamaya kararlı gibiler. Hatta kendilerini bir masala kaptırmışlar gibi ada halkına yabancıymış gibi yaşıyorlar. Binnur Kaya’nın Esma karakterinin Kırmızı Başlıklı Kız gibi giyinip Polyanna gibi her şeye sevinmesi bunun en iyi örneği olarak gösterilebilir. Batılı masallardan çokça feyiz alındığı belli olan karakter için bir sahnede modern anlamda bir cadı benzetmesi bile yapmak mümkün olabilir.

Büyükada’da da felaket olduğunu unutmamızı sağlayan adaya sürekli gelen yeni karakterlerin de iş arama, şifa arama gibi sebeplerden dolayı gelmesi bu filmin bir felaket gibi dizayn edilmiş olup, anti-felaket filmi olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor. Atların objektife yansıyan ölüm anları gibi ayrıntılar atların insanlar gibi hem dekor hem de felakete hazırlığı teşkil eden bir tiyatro sahnesi havasını veriyor. Karakterlerin masalsı dünyaları ve gerçeği çok kafaya takmayışları o kadar fark ediliyor ki gerçekten mi bir felaket yaşanıyor yoksa felaket bir aldatmaca mı muğlâklaşıyor.

Kötücül erkekler maddiyata boyun eğerler öyleyse doğuştan hastadırlar

Şarkı Söyleyen Kadınlar’ın konumlandığı yere baktığımızda kadın karakterlerin daha güçlü, sağlıklı ve inançlı olduğu ortaya çıkıyor. Binnur Kaya’nın canlandırdığı Esma karakterinin herhangi bir kadın gibi olmadığını,  açılış sekansında kendisine fırtınayla vahiy geldiği anı gördüğümüzde anlıyoruz.

Bu durumun aksine; adadaki erkek karakterler kötücüller. İnançsızlar. Benciller. Öfkeliler ve hastalar. Hiçbir koşulda iyiliğe inanmayıp kaos yaratma peşindeler. Erkekler doğuştan kaotik bir cins olarak çerçeveleniyor.

Kötülüklerini içlerinde var olan erkekleri en iyi anlatan; dünyevi ihtiyaçlara kolaylıkla esir olmalarıyla anlatmış yönetmen Erdem. Dünyadaki maddiyat ve maneviyat karşılaştırmasını yapmakta erkekler-kadınlar karşılaştırılması başrolde oluyor. Film böyle basit görünmese de sanki erkek cinsinin güce yatkınlığı ile hastalık ve acılı bir ruh hali olarak şekilleniyor ve kötücülüğü vurgulanıyor.

Adem’in hastalığının bu kötülük durumuyla alakası da inançsızlık olarak kurulmuş. Daha önce söylediğim gibi, sadece kendi hastalığını tedavi etmek için gözünü kırpmadan felaket/kıyamet gerçekleşmesi muhtemel olan Büyükada’ya gelen Adem, bir hastalık pahasına kavga ettiği babası Mesut’dan para istiyor. Adem maddi dünyanın yarattığı kötücül bir erkek karakter. Buna karşın Mesut ise oğlunun yalanlarından iyice sıkılmış ancak atamadığı satamadığı oğlundan uzaklaşarak kendini adaya kapamış bir karakter portresi çiziyor. Adem gelen felaketin farkında olmadığı gibi babasından sadece kendi sağlığını kurtarmak için para istiyor.

İşkenceci doktorun da bu ikiliye sonradan dâhil olması onun da uhrevi değil maddiyatın kölesi olduğu, kadın bedenine olan zaafıyla birlikte gösterilmiş. Kendi emrine aldığı hizmetli kızla ilişkiye girmek istiyor ancak bir şekilde doktor vicdanına yeniliyor.

Şarkı Söyleyen Kadınlar: Hem iyi hem kötü muğlâklığının çizgisindeler

Şarkı Söyleyen Kadınlar’da kadınlar ise inançlı, hayatı, doğayı ve insanı seven kendi dertleri varsa bile belli etmeyen yer yer doğaüstü özellikler göstererek hareket ediyorlar. Şarkı söylemeleri, doğada özgürce yer yer absürdleşmeye varan çocuklaşmaları kadınları doğaüstü karakterler olarak karşımıza çıkarıyor. Özellikle, Esma’nın kullandığı şifa gücü bu doğaüstülüğe en iyi örnek olarak verilebilir.

Esma’nın üstlendiği misyonu Yahudilerin peygamberi olan Davut’un Allah ile konuştuğu ana benzeştirerek yorumlamak mümkün. Peygamber kadar belirgin olmasa da bir mümin ve inanan olarak Allah’ın varlığına dair/inancı takip ettiğine dair bir sembol olarak görülebilir. Reha Erdem’in aslında yarattığı bir muğlâklık var. Özel olduğunu bildiğimiz Esma’nın Tanrı’ya yakarışta bulunduğu sahne, Jean Darc’ın kılıcı sembolik olarak Allah’ın cevabı ya da çağrısı olarak adlandırmasına benziyor. Jean Darc da Tanrı’dan aldığını varsaydığı bir işaret sonucu yere bir kılıç düştüğünü görüp kendisine ilahi bir işaret gönderildiğini düşünerek bir mücadeleye başlıyordu. Reha Erdem bizi muğlâklıkta bırakmaktan çekinmiyor.

Şarkı Söyleyen Kadınlar’da doğanın bir parçası olarak görebileceğimiz üç kadın ile Macbeth’deki üç cadı imajına da gönderme yapılıyor. Adem’i ölümden kurtarmak için kadınların beraber toplandıkları sahne Macbeth’de kullanılan üç cadının ortaya çıkıp Macbeth’in ölümüne giden yolu çizmesinin keskin bir tezahürü. Şarkı Söyleyen Kadınlar’daki cadıların kötü olduklarını söylemek zor. Gelecekten haber vermiyorlar, şifa vermeğe çalışıyorlar. Şifa vermeye çalışan bu kadınlar, masalsı ve gerçekdışılar. Başta Adem’i iyileştirseler bile Adem tekrar yatağa düştüğünde ölümüne sebebiyet veriyorlar. O zaman kötücülük de erkeklerden kadın karakterlere transfer olmuş oluyor.

Mağluptur bu savaşta galip…

İnanca sahip olup Allah’ın yolundan ayrılmayan kadınlar ile maddiyata önem vermiş kendini düşünen erkeklerin savaşından iki tarafta mağlup oluyor. Esma’nın iyileştirdiği Adem yeni bir hayata başlayamıyor, içindeki iyiliğe rağmen ölüyor. Erkekler ise kötülüklerini yenemiyorlar ve inanca sahip olan kadınları ele geçiremiyorlar. Bu savaş gerçekten var mı? Evet filmde vahşi bir savaş yaşanmasa da inançların savaşı var. Zafiyetlerin, zayıflıkları yenmenin savaşı var.

Reha Erdem’in inanç konusu üzerinde işlediği tarafı belirsiz iyilik ve kötülük mücadelesi insanın çöküşünün anlatıldığı bir film oluyor. Maddi dünya ile uhrevi dünya arasındaki savaş, insanın iç savaşının da bir göstergesi. Bu savaşta herkes mağlup: İyilik yapan da kötülük yapan da. Reha Erdem’in zihin tiyatrosunda kurgulayıp beyazperdeye taşıdığı hikâye bir iç beden hikâyesi olarak görünse de yönetmenin kendi kişisel hikâyesinde bulunan ama bize çok fazla yansımayan esrarengiz nokta da bulunuyor.

twitter.com/Burckarabulut

, , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir