Fransa’nın 2017 Akademi Ödülleri En İyi Yabancı Film adayı “MA VİE DE COURGETTE” / “KABAKÇIĞIN HAYATI” 13 Ocak’ta sinemalarda!
Kabakçık, 9 yaşındaki bir oğlan için ilginç bir takma ad olabilir, ama onun kendine has hikayesi aslında şaşırtıcı derecede evrensel. Annesinin ani ölümünden sonra Kabakçık, yardımsever bir polis memuru olan Raymond tarafından kendisiyle aynı yaşlardaki çocukların olduğu bir yetimhaneye bırakılır. Kabakçık önceleri bu garip ve zaman zaman düşmanca olan yeni mekanda kendine bir yer bulmakta zorlanır ancak Raymond’ın yardımı ve yeni bulduğu arkadaşları sayesinde, zamanla güvenmeyi, gerçek sevgiyi ve kendine ait yeni bir aile bulmayı başaracaktır.
Sinopsis
9 yaşındaki Kabak, arkadaşlarının alay etmeyi sevdiği utangaç ve sevimli çocuktur. Annesinin ani ölümünden sonra, aynı yaş grubunda çocukların yer aldığı bir yetimhaneye götürülür. Bu süreçte sıkı bir bağ kurduğu komiser Raymond, yeni evine alışmakta güçlük çeken Kabak’ı sık sık ziyaret eder. Raymond’ın dostluğu ve yeni arkadaşlarının yardımıyla yeni evine hızla alışan Kabak burada, güvenmeyi ve aşkı öğrenirken; kendisine yeni bir aile bulur.
YÖNETMENİN GÖRÜŞÜ
“GÜVENEBİLECEĞİNİZ ARKADAŞLARINIZ OLSUN, AŞIK OLUN, HATTA BELKİ MUTLU DA OLURSUNUZ…”
Neden
Gilles Paris’in bir büyüme hikayesi olan sevimli ve şiirsel kitabı, Autobiography of a Courgette’e bayıldım. Hikaye ve hikayenin tonu, beni çocukken The 400 Blows, Nobody’s Boy: Remi, Belle and Sebastian, Heidi ve hatta Bambi gibi filmleri izlerken hissettiğim ilk duygusal çırpınışlara götürdü. Bu animasyon adaptasyonuyla insanlarla, deneyimlerimi besleyen ve şekillendiren o muhteşem ve etkileyici duyguları paylaşmak istedim.
Ama bu film aynı zamanda, tüm yaralarıyla ayakta kalıp yaşamaya çalışan, ihmal edilmiş ve kötü muameleye maruz kalmış çocuklara da bir saygı duruşudur. Kahramanımız Kabak, zor zamanlardan geçiyor ve annesini kaybettiğinde yapayalnız kaldığını düşünüyor. Ama tüm bu düşünceleri yetimhanede hayatına giren yeni insanları tanıdığında değişiyor. Güvenebileceğin bir arkadaş grubu, aşık olabileceğin ve hatta belki de mutlu olabileceğin bir hayat belki? Hayatta öğreneceği hala çok şey var. Çocuklarımıza, bu basit ama içten mesajı iletmenin mühim olduğuna karar verdik. Çekimler boyunca bana yol gösteren de bu mesajı iletme arzum oldu.
Tema
Gilles Paris’in kitabını uyarlamak istedim çünkü çocuklara yapılan kötü muameleyi ve yasal yollarla suiistimal edilişlerini göstermeyi arzuluyordum. Güldüren ve ağlatan, burada ve şimdiden geçen, bir grup arkadaşın birlikte iyileşme gücünü ispatlayan ve empatiyi, dostluğu, paylaşmayı ve toleransı savunan, eğlenceli bir film yapmak istedim.
Çağdaş sinema, yetimhaneleri suiistimallerin yaşandığı, özgürlüğün olmadığı bir dış dünya gibi resmediyor. (The 400 Blows, The Chorus örneklerinde olduğu gibi) Kabakçığın Hayatı’nda bu denklem tersine çevriliyor. Suiistimal dış dünyada yaşanıyor ve yetimhane, çocukların teselli bulduğu ve kendilerini yeniden inşa ettiği bir yere dönüşüyor. Bu yüzden bu anlatı hem klasik hem de modern bir yan taşıyor.
Yetimhane üzerine biraz kafa yorduktan sonra, uyarlamanın temasına daha hassas yaklaşmam gerektiğini fark ettim çünkü hikayenin merkezinde, sevgiden yoksun bu çocukların yetişkin dünya ile kurdukları ilişki yer alıyor. Evlat edinmeyi, iki modern yanıyla yansıttım: Evlat edinen yeni bir aile ve velayeti bir akrabanın alması. Çocuğun yaşına ve yetişkinlerin motivasyonuna bağlı olarak, evlat edinme ya suiistimalin yıkıcı döngüsüne dönme riskini ya da dünya ile yeniden bağ kurmaları ihtimalini taşıyor. Ayrıca, aile yapısının temellerinin farklı formlarda sunulduğu karışık aile imajını vurgulamak da önemliydi.
Senaryo
Kitap yer yer çocukların maruz kaldığı şiddeti açıkça tarif etmesi nedeniyle daha çok genç yetişkinleri ve ebeveynleri hedef alıyor. Uyarlama sırasında izleyici kitlesini ergenlik çağındaki çocuklara kadar genişletmeye çalıştım. Uzun bir yazım sürecinden sonra yapımcılarım, Céline Sciamma ile çalışmamı teklif ettiler. Bu fikre bayılmıştım çünkü Tomboy’u izleyeli birkaç ay olmuştu ve filmi sevmiştim. Düzenli bir şekilde buluşup fikir alış verişine başladık. Bir uyarlama için bariz bir şey olarak görünen, günlük tutma formundan uzak duracağımız konusunda hemfikirdik. Céline, senaryoya klasik ve sıkı bir yapı vermeyi, mizahla duygusallık, macerayla sosyal gerçekçilik arasında doğru çizgiyi bulmayı çok biliyordu. Senaryonun bir diğer başarısı da, gelecekteki arkadaşlık bağlarının ışığında kovulacak karanlık ve trajik geçmişleriyle boğuşan karakterleri oldukça hassas biçimde işleyişinde yatıyor.
Oyuncularla Çalışmak
Marie-Eve Hildbrand’ın oyuncu seçim süreci ve oyuncularla çalışması, yönetim sürecinin anahtarıydı. Çocuk karakterler için deneyimsiz oyuncularla çalıştık. Onları, sesleri ve mikrofon önündeki spontanlıkları nedeniyle seçtik. Kişilikleri ve yaşları da bu kararda etkili oldu çünkü olabildiğince doğal davranan, sesleri kaydedilirken sahneleri gerçekten yaşayan oyunculardan oluşan bir grup oluşturmak istedik.
Çocuklara yardımcı olmaları ve onların rollerini daha inandırıcı hale getirmeleri için, yetişkin karakterleri canlandıran oyuncuları, deneyimli oyuncular arasından seçtik. Michel Vuillermoz’ın çıkardığı işte de gördüğümüz üzere, bu seçim çok iyi işledi. O, Raymond’a dikkate değer bir insancıllık, fevkaladelik ve derinlik katarken,
çocuklarla gerçek bir dostluk ve yoldaşlık bağı kurdu. Altı hafta süren kayıtlar boyunca oyuncular, aynı telden hareket edip filme sıra dışı, duygusal bir gerçeklik kattılar.
Aralarına sessiz kalınan anların serpiştirildiği doğal, kısa ve etkili diyaloglar, karakterlerin psikolojilerine derinlik katıyor. Sessiz kalınan anlara anlamlar yükleniyor; bakış ve konuşma gerektirmeyen iletişim yolları arıyoruz. Kayıtlar sırasında çocukların doğal konuşmalarını kullanarak denediğimiz bu yöntemle diyaloglar daha zengin bir hal aldı ve duygusal anlamda yaklaşılması güç bir şiirsel doğallık yakalandı.
Yönetmenlik
Kabakçığın Hayatı’nın karakterlerinin iç dünyasına odaklanan bir film olması amaçlandı. Filmde küçük jestlere, yüz ifadelerine, göz kırpmalara, bekleme anlarına yer vermek benim için önemliydi. Yuvalarını kurarken kuşların cilveleşmesi, şehrin manzarası, bulutlarla dolu gökyüzü, gök gürültüsü ve karakterlerin iç dünyalarını yansıtan parlak ufuk çizgileri…
Duyguları ve bakışları gösterirken animasyonda sıkça kullanılan açı/karşı açı yerine uzun, sekans açılar kullandım. Bu, filme eşsiz ve nispeten ağır bir ritim kattı.
Estetik Kararlar
Karikatürist Hergé, bir suratın grafik stili ne kadar sade olursa, izleyenlerin, kendi duygularını ona aksettirmeleri ve o karakterle bağ kurmaları o kadar kolay olur, der. Ben de buna inanıyorum. İzleyici için gerçekliği yeniden üretmek yerine, onlara “değiştirilmiş gerçeklik” veriyorum.
Karakterlerin stilize grafiklerini, doğal ve gerçekçi seslerle birleştirmenin yanı sıra filme, Gilles Paris’in şiirsel yazı stilini de yedirmeye çalıştım. Bu evrenin anahtarı, karakterlerin gözlerinde yatıyor. Büyük gözlerini kocaman açarak dünyayı görmek istiyorlar. Bu, izleyende bir duygu yoğunluğu ve empati yaratıyor. Kentli, birbirine zıt, post modern bir şiir doğuyor filmin içinden. Manzara, hüzünlü ve karamsar. Bu aynı zamanda filmde görmediğimiz suiistimalin sosyolojik içeriğini de sembolize ediyor. Canlı ve parlak renkler, karakterlerin iyileşme iradelerini ve pozitif yapılarını yansıtıyor. Kaderlerinin onlara sunduğu zorluklarla yüzleşen çocuklar direnişe geçiyorlar.
Müzik
Müzik her sahnede değişiyor. Baskılı sahnelerdeki minimal sound efektlerden, daha dışa dönük duygusal sahnelerde Sophie Hunger’ın yumuşak ve narin müzikleriyle geçiyoruz. Bestelerinin narinliği, gitarın, bassın ve vibrafonun sesine karışan büyüleyici sesi, bu çocuk evrenine mükemmel biçimde uyuyor. Bir gün Sophie, kendisiyle ilgili şunu söyledi: “Kendime tahammül edemediğim bir dönemden geçtim. Bugün bunu atlattım. Işıkla doluyum. İnsanlar değişiyor ve bu, iyi bir şey.” Sanki küçük kahramanımızın geçtiği yolu anlatıyordu.
Kuklalar ve Animasyon
Stop-motion, bir el işi macerası. Kurmacanın ve animasyonun kesiştiği, filmin yansıtmayı arzuladığı değerlere yakın bir disiplin. Her şeyin ötesinde bu tarz bir işte olmazsa olmazı, her departmanın ortak amaçları paylaşmasını gerektirir.
Altmıştan fazla set, üç farklı kostümde elli dört tane kukla yapıldı ve boyandı. Sekiz ay içinde, animatör başına günde üç saniye çekmek kaydıyla, yapılan bütün setleri on beş sete bölerek yetmiş dakikalık çekim yaptık. Filmin müziklerini eklemek ve yeşil ekran önünde çekilen sahnelere arka plan eklemek için sekiz aylık ek bir süreye daha ihtiyacımız oldu.
Elliden fazla “zanaatkarın” dinmeyen emekleriyle iki yıl gibi uzun bir süreçte filmi tamamlamış olsak da, verimli bir yapım süreci geçirdik.