Letters From Baghdad (2016): Tarihi Temsil Etmek Üzerine

Letters From Baghdad (2016): Tarihi Temsil Etmek Üzerine

Share Button

Konuk Yazar: Faik Onur Acar

Sabine Krayenbühl ve Zeva Oelbaum’ın yönetmenliği yaptıkları 2016 yapımı Letters From Baghdad adlı belgesel, İstanbul Sessiz Sinema Günleri’nde 16 Aralık 2017’de gösterildi. İstanbul Sessiz Sinema Günleri’ni düzenleyen Kino İstanbul bu festivalin “sadece sessiz sinemaya adanmış”[1] olduğunu vurgularken, sesli bir belgesel olan Letters From Baghdad, festival programı içerisinde bir istisna oluşturuyor. Gösterim öncesinde moderatör tarafından yapılan tanıtımda bu durum “arşiv görüntülerini kullanmada gösterdiği ısrar ve başarı nedeniyle Letters From Baghdad filmini programa dahil etme kararı aldık” şeklinde açıklanırken, filmin yönetmenlerinden olan Sabine Krayenbühl de gösterimin sonunda yaptığı sunumda bu iddianın arkasında durdu. Bunların yanı sıra, filmin başında yer alan “Bu film, Bell’in ve çağdaşlarının kendi sözcükleriyle Bell’in hikayesi. İfadelerin tamamı Bell’in ve çağdaşlarının özel mektuplarından, gizli tebligatlardan ve diğer birincil kaynaklardan alınmıştır” cümlelerinden filmin birincil kaynaklara dayandığını anlıyoruz.

Bu nedenle hayatının büyük bir kısmını Ortadoğu’da geçiren ve yıllar içerisinde oldukça etkili bir politik figür haline gelen Gertrude Margaret Lowthian Bell’in yaşamını anlatan Letters From Baghdad filminde gerçekleştirilen temsilin geçerliliğinin öncelikle kullanılan kaynakların (hem yazılı belgelerin hem de arşiv görüntülerinin) güvenilirliğine bağlı olduğu söylenebilir. Ancak bu belgelerin güvenilirliğini ya da geçerliliğini sorgulama imkânımız olmadığından belgeselde gerçekleştirilen temsili incelerken belgelerin ne şekilde kullanıldığına odaklanmak durumundayız. Belgelerin kullanılma tarzı, belgeselin seyirci ile kurduğu ilişkiyi de şekillendirdiğinden belgeselin tarzını belirlememize yardımcı olacaktır. Ben de bu makalede belgelerin kullanılma biçiminden yola çıkarak belgeselde benimsenen tarzı irdeleyeceğim.

Gertrude Margaret Lowthian Bell’in yaşamını anlatan film şu cümleler ile açılıyor: “Savaşlar, zorba hükümetler ve mezhep savaşları Ortadoğu’yu parçalıyor. Bu trajedi sahnesi yüzyıl önce kuruldu. Bir kadın tüm bunların ortasındaydı.” Bell’in tarihte önemli bir figür olduğunu ortaya koyan bu satırların ardından İngiliz İstihbarat Dairesi Yöneticisi General Sir Gilbert Clayton’ı, Thomas Edward Lawrence’ın Ortadoğu’da kazandığı başarıların büyük ölçüde Bell’in sağladığı istihbarat bilgilerine dayandığını söylerken, Thomas Edward Lawrence’ı ise Bell’i pek de kadına benzemeyen muhteşem bir insan olarak tanımlarken izliyoruz.

Bell’in Ortadoğu’da İngiliz hükümeti için görev yapan ilk kadın olduğunu gazete kupürleri eşliğinde sunulan anlatıcı sesin aracılığıyla öğrendikten sonra ise Bell’in Ortadoğu’ya duyduğu hayranlığı anlatan satırları dinliyoruz. Bell’in ilk Ortadoğu seyahati sırasında babasına yazdığı mektuptan alınan Ortadoğu’ya hayranlık ve sevgi dolu olan bu satırlar, Bağdat’a ait arşiv görüntüleriyle birlikte sunuluyor. Ve anlatıcı sesin omurgasını oluşturduğu belgeselin giriş bölümü, Bell’in anneannesi ve bir arkadaşının Bell’in kişiliği üzerine söylemleri ile tamamlanıyor.

Belgeselde kimin hikayesinin anlatıldığına dair öncelikli bazı bilgilerin verildiği bu giriş kısmının dahi belgeselde belgelerin kullanılma biçimlerini ve Sabine Krayenbühl ve Zeva Oelbaum’ın benimsedikleri tarzı açıkça ortaya koyduğunu söylemek mümkün. Belgeselin tarzına dair ilk belirti hiç kuşkusuz anlatıcı sesin varlığı. Her ne kadar röportaj ve arşiv görüntüleri kullanılıyor olsa da, filmi ilerleten ve Bell’in hayatındaki önemli noktalara işaret eden (İngiliz Hükümeti tarafından Ortadoğu’da göreve çağrılan ilk kadın olduğuna dair verilen bir bilgi ile başlayan bu işaretler film boyunca sürüyor) anlatıcının sesidir. Bu sesin kimi zaman Bell’in kendisine ve çağdaşlarına ait olduğu doğru olsa da büyük çoğunlukla Nichols’un tabiri ile voice-of-God olduğunu söylemek mümkün.[2] Sesin içeriğini ise hiç kuşkusuz “yönetmenlerin anlattığı haliyle Bell’in hikayesi” oluşturuyor. Birincil kaynaklara dayanılarak oluşturulan bu hikâyenin voice-of-God biçiminde dillendirilmesiyse expository (anlatımcı) tarzın belirgin bir özelliği; bu şekilde tarihsel olaylara dahil olmadan onlar hakkında yargıda bulunmak mümkün oluyor.[3] Nichols’un expository (anlatımcı) tarzı kullanan filmleri ayırt ederken kullandığı ölçülerden bir diğeri de hiç kuşkusuz görüntülerin işlevi. Şimdi bu giriş kısmında görüntülerin ne şekilde kullanıldığını, hangi işlevleri yüklendiklerini inceleyelim.

Yukarıda bahsi geçen Gilbert Clayton ve Thomas Edward Lawrence’a ait röportaj parçalarının siyah beyaz olarak sunulması ilk başta gerçek arşiv görüntüleri oldukları izlenimi verse de daha yakından bir bakış canlandırmalarla karşı karşıya olduğumuzu ortaya koyuyor. Filmin sonunda gerçekleşen Sabine Krayenbühl’ın sunumdan ise bu canlandırmalarda sarf edilen sözlerin bir kısmının doğrudan belgelerden yapılan alıntılar olmadığını, belgelere dayanılarak oluşturulan (yönetmenler tarafından) söylemler olduklarını dolayısıyla anlatının olduğu kadar anlatım biçiminin de parçaları olduklarını öğreniyoruz. Bu bilgiler bize, belgeselde gerçekleştirilen temsilin yönetmenlerin dolayımından birkaç kez geçtiği gibi (belgeleri seçilmesi, yorumlanması ve anlatı haline getirilmesi) oyuncularında dolayımından da geçtiğini gösteriyor. Yönetmenlerin, Bell’in yaşamını anlatırken hayatında önemli olan tarihsel figürleri canlandırma yoluna gitmeleri ise belgeseli expository (anlatımcı) tarza yaklaştıran bir başka etmen olduğunu söyleyebiliriz.[4] Nitekim tam da Nichols’un expository (anlatımcı) tarzı açıklarken söylediği gibi bu görüntülerin belgeseldeki temel işlevi sözlerin taşıdıkları anlamı güçlendirmektir yani oluşturulmuş bu görüntüler sözlerin yardımcı rolündedirler.[5] Bu bağlamda Letters From Baghdad filminin yönetmenlerin söylenen sözleri güçlendirmenin bir yolu olarak bu sözleri dile getirenleri canlandırma yolunu seçtikleri ortadadır. İlerleyen aşamalarda göreceğimiz gibi belgeselde arşiv görüntüleri de kimi zamanlar benzer şekilde kullanılmıştır.

Giriş bölümün ardından gelen sahnede, Bell’in babasına yazdığı bir mektupta Ortadoğu’ya olan hayranlığını anlatan satırlarının, Bağdat’a ait arşiv görüntüleriyle yapılan kurgusunu izleriz. Bu görüntülerin röportaj görüntülerinin aksine ikili bir işlevi var. Öncelikle Bell’in mektubunda bahsettiği Bağdat’ı izleyicilerin görmelerini sağlayarak birer belge işlevi görüyorlar. Ancak bu görüntülerin Bell tarafından çekilmemiş olması ve hatta, her ne kadar mektubun yazıldığı tarihe görece yakın bir zamana ait olsa da, Bell’in Bağdat’ta bulunduğu yıllara ait kayıtlar da olmaması[6], bu görüntülerin de ağırlıklı olarak röportaj kayıtlarına benzer bir şekilde, sarf edilen sözleri güçlendirmek gibi bir işlevi olduğunu ortaya koyuyor. Hiyerarşik olarak daha üstte bulunan anlatıcı ses izleyicilerin arşiv görüntülerine verecekleri tepkileri yönlendiriyor.[7] Başka bir değişle görüntüler bir kez daha söylemin fonksiyonu olarak kullanılıyor.

Animasyonların da benzer bir işlevi yüklendiği filmin takip eden kısımlarında (haritalarda Bell’in seyahat ettiği yerler ve seyahat güzergâhları gösteriliyor) ise Bell’in gençlik yıllarında yaşadığı çatışmaları, geleceğine dair kararsızlıkları (Müzik eğitimi mi alsam?) bir kez daha babasına yazdığı mektuplar aracılığıyla öğreniyoruz. Bell’in hislerini anlattığı satırlar dönemin doğa manzaraları, ağaçlar, çimenler vs. (arşiv görüntüleri) ile birlikte kurgulanıyor. İlk bakışta bu anlarda da arşiv görüntülerinin kullanılmasının nedenlerini anlamanın oldukça güç olduğu söylenebilir; 1900’lerin başındaki ağaçlar ile şu anda çekilen ağaçlar arasında belirgin bir fark görülmez. Ancak tam da arşiv görüntülerinin bu biçimde kullanılmasıyla, Bell’in hisleri tarih dolayımıyla iletilmiş yani Bell, hisseden, yaşamış bir tarihsel figür haline getirilmiş oluyor. Yönetmenler ve onların sesi de (Tanrı’nın sesi) tarihe müdahil olmadan tarihsel bir anlatıyı yalnızca birincil kaynakları ve arşiv görüntülerini kullanarak iletme imkanına kavuşmuş oluyor. Nihayetinde yönetmenlerin, hem belge kullanım biçimlerini hem de benimsedikleri tarzı belgesel boyunca sürdürerek, Letters of Baghdad adlı belgeselde expository (anlatımcı) tarzın belirgin bir örneğini verdiklerini söyleyebiliriz.

Kaynakça
Bruzzi, Stella. New Documentary: A Critical Introduction, 2nd ed. London and New York: Routledge, 2008.
Nichols, Bill. Introduction to Documentary, 2nd ed. Bloomington and Indianapolis: Indiana University Press, 2010.
Sessiz Sinema Günleri. “Biz Kimiz”. Erişim Tarihi: 20.12.2017 http://www.sessizsinemagunleri.com/
[1] Sessiz Sinema Günleri. “Biz Kimiz”. Erişim Tarihi: 20.12.2017 http://www.sessizsinemagunleri.com/
[2] Anlatıcıyı giriş bölümünde olduğu gibi filmin geri kalanında da görmediğimizden anlatıcı sesin bu kullanımının tam olarak Bill Nichols’un tanımladığı haliyle voice-of-God’ın bir örneği olduğunu söyleyebiliriz. (Bill Nichols, Introduction to Documentary, 2nd ed. (Bloomington and Indianapolis: Indiana University Press, 2010), sf. 167
[3] Age. sf. 169
[4] Age. sf. 167-172
[5] Age. sf. 168
[6] Sabine Krayenbühl, gösterim sonunda gerçekleşen sunumda mektupların yazıldığı tarihlere ait görüntüleri bulmakta başarılı olamadıklarını belirtti.
[7] Stella Bruzzi, New Documentary: A Critical Introduction, 2nd ed. (London and New York: Routledge) sf. 37

, , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir