“Samurayın yalnızlığından daha büyük bir yalnızlık yoktur; belki ormandaki kaplanınki hariç.”
Bushido Kitabı
Sıradan, alışılmış bir kiralık katil hikâyesini görsellik ve yönetmenlik ile ustaca harmanlayarak stilize hale getiren Jean-Pierre Melville, Le Samourai (Kiralık Katil) ile sinema tarihinin önemli filmlerinden birine imza atmıştır. Şimdiye kadar izlemiş olduğum filmler içerisinde en estetik açılışa sahip olan yapım, yukarıda alıntıladığım samuray ahlak kuralları olarak bilinen Bushido Felsefesi’nden alıntı ile başlıyor. Filmin ilk sekansında sabit bir kameradan gördüğümüz, buram buram yalnızlık kokan bir kompozisyon. Bu kompozisyonda, iki büyük pencereden sızan gri ışık ile aydınlatılan bir odada, büyük bir yatağın üzerine elbiseleri ile uzanmış, sigara dumanını tavana doğru üfleyen bir adam ve salonun ortasında sehpanın üzerinde kafes içerisinde tek kuş bulunmaktadır. Dışarıdan gelen yağmur ve araç sesleri, kafesteki kuşun ötmesi ve sigara dumanının hareketleri olmasa melankolinin tavan yaptığı bir tabloya baktığımızı düşünürdük. Bizi bu düşünceden uzaklaştıracak hamle de Melville’in izleyicinin kendine gelmesini sağlayacak kamera hareketi. Bu kamera hareketi ile beraber bakakaldığımız tablo hareketlilik kazanıyor.
Bir Karakter Olarak Sessizlik
İki günlük dilimde geçen olayları yönetmen, sinemada çoğunlukla kullanılan anlatım biçimlerinden “gösterebiliyorsan söyletme” yaklaşımını adeta şiar edinmişçesine, sessizliği sadece karakterleri gerektiği yerlerde elzem cümlelerle konuşturarak kırıyor. Öyle ki filmde ilk on dakika (daha sonra da tekrar edecek ritüelleşmiş hazırlık süreci) boyunca yalnızca dış sesler duyulur. Filmdeki bu sessizlik, yapımın karakteristik özelliğini de belirlediği için ayrı bir karakter olarak da ele alınabilir. Filmin genel işleyişini ve ruhunu da özetlediğinden bu söylemi Sartre’ın ekzistansiyalizme bakışı ile açıklamaya çalışalım. Ekzistansiyalizm sözcüğünün moda olduğunu ve yanlış kullanıldığını söyleyen Sartre, dört elle bu felsefeye sarılanların onların işine yarayacak hiçbir şey getirmeyeceğini dile getirdikten sonra sözcüğün, “Gerçekte ekzistansiyalizm en az çoşku verici, en sıkı bir öğretidir” şeklinde algılanması gerektiğini dile getirmektedir. Bu cümledeki “en az çoşku verici, en sıkı” tabiri, Le Samourai filmini ifade edecek en uygun tabirdir. Film her ne kadar durağan bir şekilde ilerlese de (az coşku verici olsa da) yarattığı Jef Costello karakteri daha sonraki birçok kiralık katil filminin karakter bazda örneğini teşkil etmektedir (ne kadar sıkı olduğunun kanıtıdır).
Sessizliğin bir karakter olarak ele alınması olayını Sartre’ın varoluşçu felsefesinden yararlanarak benzeştirebiliriz. Sartre felsefesini, “Varoluş (existence) özden (essence) önce gelir. İsterseniz buna kalkış noktası olarak benliği almak da diyebilirsiniz” şeklinde ifade etmektedir. Konu ile ilgili daha açıklayıcı olması açısından verdiği kâğıt bıçağı ve onu oluşturan zanaatkâr arasında kurduğu existence ve essence bağını, kâğıt bıçağının bir emekçi elinden çıkış sürecinde, zanaatkârın ne ürettiğini ve üretimin ne tarz kademeler ve özellikler gerektirdiğini bilerek üretime başladığını, dolayısıyla üretimin üretilenden önce geldiği şeklinde açıklamaktadır. Bu örneklemeyi Jef Costello ve filmin anlatı dili ile sessizlik arasında kuracak olursak, dili oluşturan yapı ve karakterin mizacını çizen yapıyı existance, bunların varoluşunun özünü oluşturan sessizliği ise essence olarak ele alabiliriz. Bu bakımdan sessizliğin sadece bir etken değil aynı zamanda da bir karakter olarak filmde yer ettiğini düşünüyorum.
Şizofreni ve Coolluk
Alain Delon’un muhteşem oyunculuğu ile büründüğü cool kişiliği 70’ler Amerikan gangster filmlerine ilham vermiş ve kendisinden sonra gelen kiralık katil filmlerinde oluşturulan karakterleri etkilemiştir. John Woo’nun yönetmenliğini yaptığı “The Killer”, Jarmusch’un “The Ghost Dog: The Way of the Samurai” ve Tarantino filmlerinde Melville’in Le Samourai filminin etkilerini görmek mümkün. Aynı zamanda bir fenomen haline dönüşen Luc Besson’un Leon karakteri ve Martin Scorsese’in Travis Bickle karakterinin büyük oranda Jef Costello ile benzerlik gösterdiği aşikar. Az konuşan, konuştuğunda da kısa ve soğuk cümleler kuran, rakibine silahını çekmesi için zaman tanıyan ve her daim şık giyinen özellikleri ile izleyicilerin sinema tarihinin en cool karakteri olarak tanımladığı Jef Costello karakterini, yaratıcısı Melville cool değil şizofren olarak tanımlar. Bu noktada birçok film için söylenen, “yaratıcısının elinden çıktıktan sonra kendisine ait olmaktan uzaklaşan” filmlerin başında geliyor Le Samourai. Farklı şekillerde yorumlamaları mevcut olan, filmin başlarında Jef’in kırmızı ışıktayken başka bir araçtaki güzel kadının ona bakmasına aldırış etmediği sekans için Melville, karakterin şizofrenisinin dışa vuruşunun sergilenişi olduğunu söyler. Peki Costello karakterinin şizofrenik özellikler gösterdiğini film boyunca sadece tek sekansta görürken (Melville izah etmeseydi onu da göremeyecektik), film boyunca karakterin cool imajı çizdiğini düşündüğümüzde yönetmenin ürettiğinin kendi isteği dışında bir imaja bürünmesini nasıl değerlendirmeliyiz? Şizofreni genellikle, gerçeklik algısı bozukluğu, sosyal ve mesleki işlev bozukluğu, işitsel halüsinasyonlar ve garip sanrıların tezahürüyle açıklanan bir terim. Costello ise yaptığı konuşmaları mantıksal çerçevede gerçekleştiren, cinayet olaylarını titiz ve planlı bir şekilde sonlandıran, nesnel ve soyut olayları reeldeki karşılığı ile algılayan bir karakter. Bu açıdan baktığımızda şizofreni özelliği gösterme olasılığı yok denecek kadar azalıyor. Sıradan birey özelliğinin dışında gösterdiği kendini toplumdan soyutlama olayını, şizofreni özelliğinden çok filmdeki samuray algısı ile değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Çünkü filmdeki Bushido Felsefesi ile yapılan gönderme ile modern çağın samuray imajı çizilmiştir ve unutulmamalıdır ki samuraylar yalnız yaşar.
Planlı Bir Son
Filmin başlarında yer alan alıntının önemi sadece belirttiğim noktaları kapsamıyor. Filmin bütünü için düşünülmeli ve her sekansı izlerken aklımızın bir köşesinde bulunmalı. Cümleye bir kere daha dikkat ettiğimizde samurayın yalnızlığının sadece ormanda yaşayan kaplanın yalnızlığı ile eşdeğerlik gösterdiği vurgusu var. Bu vurgunun filmdeki yansımasını ise şimdiye kadar yapılmış en sade fakat her bir ince ayrıntısına kadar düşünülmüş kusursuz sorgu sahnesinde görürüz. Piyanist kadının üzerinde görülen kaplan desenli kürk ile filmin ilerleyen sahnelerinde ve sonucun nasıl gerçekleşeceği konusunda başlarda yapılan bu gönderme, filmin başında kullanılan cümlenin sadece bir alıntı olmadığı, filmin bu cümle üzerine kurulduğunun bir göstergesi. Le Samourai filmini kendi adıma kusursuz kılan noktada bu. En ufak ayrıntıya kadar her şeyin planlı ve kusursuz bir şekilde işlenmesi.
Sorgu sahnelerinde komiserin odalar arası geçişleri ve Jef Costello’nun metroyu ve binaların giriş çıkışlarını akıllıca kullanması, Melville’in yönetmenlik harikası yaratarak, elinde bulunan materyalleri filme nasıl ustaca işlediğini gösteriyor. Sorgu sahnelerinde komiserin odalar arası geçişlerini Paul Thomas Anderson’un filmlerinde kullandığı karakterlerini takip eden uzun plan sekansları ile görme isteğim ise daimi olarak kalacak. O sahnelerde kurgulu geçişler yerine tek plan olarak kamera takipli geçişler kullanılsaydı sanırım benim için şimdiye kadar yapılmış en iyi film olacaktı Le Samourai.
Filmin sonunda Costello’nun hiç atlamadan tekrar ettiği ritüellerinden vazgeçmesi, onları bir kenara bırakması samurayların sonlarını bilmelerinin bir parçası. Tüm hayatını bir plan çerçevesi içerisinde geçiren modern samurayın kendi sonunu da planlamasını beklememek olmazdı. Tekrar Bushido’ya döncek olursak, Daidoji Yuzan’ın şu sözlerini hatırlamalıyız: “Samuray olan kişi her şeyden önce bilmelidir ve gündüz ve gece asla aklından çıkartmamalıdır ki, o ölmek zorundadır.”
Kimya Mühendisliği mezunu. İnovasyon, Girişimcilik ve Yönetim bölümünde başladığı yüksek lisans eğitimini bırakarak Marmara Üniversitesi’nde sinema yüksek lisansına başladı. Çeşitli film festivallerinde görev almasının yanı sıra İnönü Üniversitesi Kısa Film Festivali’nin yürütmesini yaptı. Cineritüel sitesinin kurucusu ve yazarı.
Pingback: LE SAMOURAÏ (1967) - CN Avukatlık Ofisi