Le Boucher (1970) – Claude Chabrol

Le Boucher (1970) – Claude Chabrol

Share Button

Bir yanıyla dâhil olduğu Fransız Yeni Dalgası’nın küçük bütçelerle kişisel filmler çeken formülünü, diğer tarafıyla da tür sinemasının dinamiklerini bir arada tutan Claude Chabrol’un sinemasını tanımlamak yüzeyde basittir: Chabrol, burjuvazinin aile yaşamından etik ve ahlak anlayışına kadar her şeyi sorgular, eleştirir, baştan çıkarıcı ve huzurlu görüntüsünün yaldızlarını kazır ve yıkar. Ancak unutulmamalıdır ki Chabrol filmlerinde “suç unsuru” temel izleklerin başında gelmektedir. Suç, filmlerinde klasik anlamıyla yer almaz; daha çok atmosferi şekillendiren, karakterleri bir arada tutan bir kavramdır. Genelde sıradan insanlar, sıradan cinayetler işler; katiller çoğu kez izleyiciden gizlenmez, kimlikleri açıktır. Chabrol’un asıl ilgilendiği, suç karşısında çevrenin yaşadığı kayıtsızlık ve suçun sıradanlaşması eylemleridir. Burjuvaziyi hallaç pamuğu gibi attığı filmlerinde kötülüğün nasıl sıradanlaşabileceğinin örneklerini verir. Suç, soyut bir kavram olarak ele alındığı için adaletin tesisinin sağlanması da bilindik kalıplarda olmaz. Suçluyu cezalandırmaktan çok bir hesaplaşmaya iten Chabrol, çoğu kez karakterleri suçluluk duygusu ile yalnız bırakır.

Chabrol’un filmlerinde sıkılıkla kullandığı Helene, Paul, Charles gibi isimler ve hatta karakterlerin aynı işleri yapması gibi tercihlere baktığımızda yönetmenin kişisel anlatısıyla karşı karşıya geliriz. Mekânlar ve olaylar değişmiş olmasına rağmen benzer karakterleri ile olayları genellemeyi başaran Chabrol, bir yanıyla dünyayı nasıl algıladığını izleyiciye anlatırken -ki bu dünya karanlık ama kasvetli değildir- diğer tarafıyla da suç unsurunu ortak payda olarak belirler. Le Boucher’da Popaul’u canlandıran Jean Yanne’ın önceki filmde de kasap olması gibi takıntılı durumlar Chabrol için sıradandır.

Tuhaf Bir Seri Katil Hikâyesi

Le Boucher (Kasap), Chabrol’un bilindik temalarını yüzeyde değiştirdiği filmlerden biridir. Film, burjuvazinin ikiyüzlü yapısı ve kıskançlıkları ile örülmüş, şehir dışındaki malikânelerde geçen bir film değildir. Merkezde çekirdek burjuva ailesi ve aile kurumunun yozlaşması yer almaz. Ancak suç karşısında çevrenin takındığı tavır ve suçun şekillendirdiği çevre anlatısı yerini korumaktadır. Helene, Fransa’nın huzurlu ve sakin bir kasabasında bir okulun müdireliğini yapmaktadır. Öğrencileri tarafından sevilen, neşeli bir kadın olmasına rağmen 10 yıl önce yaşadığı terk edilmeyi iç dünyasında atlatamamıştır. Popaul / Paul Thomas ise kasabada kasaplık yapan yalnız bir adamdır. Bir düğünde tanışan ve yakınlaşan çift, kasabada cinayetler işlenmeye başlanması ile ilişkilerini sorgulamaya başlarlar.

Yüzeyin değişmesi Chabrol’un dertlerini değiştirmez, sadece yeni bir form kazandırır. Le Boucher da yukarıda açıklamaya çalıştığım nedenlerden ötürü bir seri katil hikâyesi olmasına rağmen türdeşlerine benzemez. Daha çok tuhaf bir aşk hikâyesi merkezdedir ama arkada cinayetler de işlenmektedir. Zaten Chabrol da cinayetlerin nasıl işlendiğine, neden hiçbir delil bulunamadığına odaklanmaz. -Tek delili de Helene saklar.- Önemli olan suç karşısında toplumun vereceği tepkidir. Sakin bir Fransız kasabasında ilk cinayet sonrasında bir türlü gelmeyen şok dalgası -kasaba hafif bir şaşırma ile olayı geçiştirir-, ikinci cinayet sonrası yerini normalleşmeye bırakır. Hatta cinayete kurban gidenlerden birinin cesedinin bir piknikte, Helene ve öğrencileri tarafından bulunması, çocukların kısa bir şaşkınlık ardından bir magazin malzemesi gibi olaydan bahsetmeleri, cinayetin sıradanlaşmasının tabana yayılmasının örneğidir. Popaul’un tüm film boyunca alttan alta anlattığı, vahşet içeren savaş hikâyelerinin Helene başta olmak üzere kimseyi etkilememesi gibi kasabada yaşanan cinayetler de birer vakadan öteye geçemez.

Helene ile Popaul arasında filizlenen ama ilerleyemeyen aşk hikâyesinin merkezinde de suç bulunur. Ancak bu, cinayetlerin devam etmesi yüzünden yaşanan gerginlikten çok suça ortak olma gerilimidir. Chabrol’un birçok filminde olduğu gibi Kasap’ta suç ile ilişkilendirilen karakterler olayı çözme değil, üzerini örtme eğilimi gösterir. Helene’nin cesedi bulduğunda verdiği tepki, cesetten çok Popaul’a hediye ettiği çakmağını bulmasından kaynaklanır. Sığındığı yeni limanı yerle bir olmuştur. Bir sonraki sahnede Popaul’da çakmağı tekrar gördüğünde inanmasının sebebi de saf olması değil, inanmaya ihtiyacı olmasından kaynaklanmaktadır.

Chabrol’un Le Boucher’da gerilimi örerken eylemlerin açığa ne zaman çıkacağı ile ilgilenmediğini, ilgisini çekenin eylemlerin sonuçları olduğunu söylemiştim. Helene gerçeği bildiği halde nasıl tavır alacak ve Popaul öldürmeyi durduracak mı soruları filmin gerilimini besler. Filmin finali ise iki aşığı karşı karşıya getirir. Yine türün klasik kalıplarının ötesinde, katil ve kurbanın son karşılaşmasını görmek mümkün olmaz. Evet, Helene ve Popaul karşı karşıya gelirler ve Popaul elindeki bıçakla Helene’i köşeye sıkıştırır. Ancak beklendiği gibi bir hesaplaşma yaşanmaz. Hatta filmin en romantik anı, birinin öleceği bu hesaplaşmada gerçekleşir: Paul, öldürmeyi durduramayacağını ancak onsuz da yaşayamayacağını itiraf eder. Tam Chabrol’a yakışan, izleyici için yeni ve şok edici bir final yaşanmaktadır. Chabrol taşrada suçu bireysel bir olgu olmaktan çıkararak kolektif hafızaya dâhil eder: Tek kelime ile muazzamdır.

, , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir