Le Bonheur (1965) – Agnès Varda

Le Bonheur (1965) – Agnès Varda

Share Button

İnsanın mutluluk arayışı sonsuzdur. Schopenhauer, varoluşsal yetilerin tüm boyutlarına -psikolojisine ve içeriğine- değinerek, bunun mutlulukla ilgisini izah etmeye çalışmıştır. İnsanın kendinde var olanlarla ancak mutlu olabileceğini öne sürer. Birçok eserinde vurguladığı, kendi kendine “mutlu olma ya da olamama” durumu, kişinin varoluş mücadelesiyle ilintili bir çatışmadan ibaret olmasıyla ilgilidir. Diğer taraftan Schopenhauer mutlu bir hayatı olanaksız olarak tanımlar, insanın başarabileceği en iyi şey kahramanca bir hayattır diye ekler. Mutluluğun merkezinde var olanın, kişinin içgüdülerinin hayatı anlamlandırma sürecidir diyebiliriz. Hayatın üstesinden gelme ve bireysel mutlu olma öğretisi sadece Schopenhauer için değil birçok düşünür için önemli konulardan biri olmuştur. Agnes Varda’nın mutluluk ütopyası içindeki arayışını ve mutluluğu bu ütopyaya göre tanımladığı filmi Le Bonheur / Mutluluk, sınıflandırılması oldukça zor bir arayış filmi: Schopenhauer’un mutluluk ideasına paralel, kişinin içgüdüleri (aşkı ve mutluluğu tanımlaması) üzerinden akan film, yönetmenin feminist damarları güçlü sinemasından en azından anlatısıyla (Mutluluk oldukça soyut bir film) ayrılmaktadır.

François ve Thérèse iki çocuklarıyla birlikte mutlu bir evliliği sürdürmektedirler. Görünürde hiçbir sorunları bulunmamaktadır. François bir iş seyahatinde, postanede çalışmakta olan Emilie ile karşılaşır. İkilinin arasında bir aşk doğar. Ancak François aynı aşk ve tutkuyu karısına karşı da hissetmektedir. Bu büyük mutluluğu iki sevgilisi arasında paylaşmak ister. Emilie ise, François’in evliliğinden ve çocuğundan haberi olmasına rağmen kendini onun yanında mutlu hissettiği için bu ilişkiye devam etmektedir. Bir süre sonra Therese’nin de Emilie’den haberi olacaktır.

Mutluluk bir idealdir, hayal gücünün ürünüdür zira.
-Marquis de Sade-

Soyut bir mutluluk arayışı

İrlanda’lı şair ve yazar Oliver Goldsmith mutluluk arayışını “her yerde sadece kendimize emanet olduğumuzdan mutluluğumuzu da kendimiz yapar ya da kendimiz buluruz” diye tanımlar. Koşulların çevresel müdahaleye oldukça açık olduğunu düşündüğümüzde, mutluluk arayışımız sadece kişisel isteğimiz ile sonuçlanabilir mi? Pesimist olmaktan bahsetmesek bile bu düşüncenin birçok faktörü yok saydığını söyleyebiliriz. Agnes Varda, Goldsmith’in cümlesine paralel bir mutluluk arayışı içindeki François’in sorumsuzluğuna vurgu yapar. Özellikle renk filtreleri ve müzik kullanımı ile yarattığı hayal dünyasında, François için ironik bir dili benimsenmiştir. Filmin kapanışında doruğa ulaşan bu hayali erkek görüşü, Agnes Varda için çarpıcı bir etikettir. Yetişkin dünyasının sorunlarını çocuksu bir düşünme pratiği ile alan erkek, arzu eden ve paylaşılmaz konumda kendisini görmektedir. Buna istinaden kadın, gerek fiziki gerek duygusal olarak yükü taşımaktadır. Therese trajediye sürüklenirken; Emilie için gelen mutluluk, kendisinden ödün vermesiyle ulaşabileceği bir yerden ibarettir.

Agnes Varda’nın erkeğin gözünden anlattığı mutluluk arayışını bir erkek fantezisi şeklinde okumak haksızlık olacaktır. Yönetmenin bu arayışının feminist söylem tarafından topa tutulmamasının nedeni, soyut bir biçimde ele alınan mutluluk kavramını bir ütopyanın içerisinde yer vermiş olmasıdır. Yukarıda da bahsettiğimiz ve Varda’nın sanatsal ve teknik bir zarafetle resmettiği pastoral aile yaşamı bir yanılsama, hayalden ibarettir. François’in sokaklarda dans figürü ile koştuğu sahnedeki gibi birçok an filmin bu muğlâklığını vurgular. Sevinç, coşku ile; trajedi ise olgunlukla karşılanır, ki bu tepkimeler gerçeklikle bağın koptuğu anlara işaret etmektedir. Emilie’nin görüntüsünün Therese’nin daha iddialı bir versiyonuna benzemesi de bu erkek hayal dünyasını pekiştirir. (François Emilie’yle sevişmeyi daha değerli bulmaktadır.)

Varda’nın François’in hayal / duygu dünyasındaki mutluluk arayışını iki kadın üzerinden anlatması, aslında erkeklerin kadınlara bakış açısını göstermesi açısından önemlidir. Erkin gücüne / cazibesine / parasına vs. boyun eğmiş Therese ile özgürlüğü simgeleyen Emilie’nin (François’e ilk değilsin diye söyler) birbirlerinin ikamesine dönüşmesi, kadının ehlileştirilmesini hatırlatır. Filmin sonunda bir süre için parçalanmış çekirdek aile tekrar kurulunca Schopenhauer’u tekrar anımsarız: İnsan, kendinde var olanlar ile mutlu olabilir. Emilie de artık François’in hayal dünyasında, evlilik bağı ile kesin olarak var olmuştur. “Bir kimse yalnızca kendi kendine bağlı ise ve kendinde her şeye sahip ise mutlu olmaması mümkün değildir. (Cicero)”

François mutludur; ancak mutluluk yanılsamadır.

twitter.com/gok_gkhn

, , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir