La Souriante Madame Beudet / The Smiling Madame Beudet (1923) – Germaine Dulac

La Souriante Madame Beudet / The Smiling Madame Beudet (1923) – Germaine Dulac

Share Button

Her an çekip gidecekmiş gibi bakan gözleri, tedirgin ruh hali ve içine kasvet düşmüş yorgun kalbi ile Madame Beudet, ekranda göründüğü ilk andan itibaren izleyiciyi tedirgin eden bir karakterdir. Dayanılmaz gibi görünen acısı kötücül bir hastalıktan değil, rutinin o boğucu atmosferinden kaynaklanmakta; gördüğü düşler ise rutini kırıp gerçeklikten kaçma isteğinden ibarettir.

Feminist ve deneysel sinemanın ilk örneklerinden olan, Germaine Dulac’ın yönettiği La souriante Madame Beudet / Güler Yüzlü Madam Beudet, boğucu bir burjuva evliliğinde kapana kısılmış, taşralı bir ev kadının hayatından kısa bir kesiti ekrana taşır. Dönemin avangart estetik anlayışından izler taşıyan film, Beudet’i monotonluğunun içinde bir varoluş arayışına sokar. Zengin düş dünyasını sıkıştırılmış gerçek yaşamına tercih eden Beudet, toplumun kadını konumlandırdığı yere eleştirel bir bakış da sunmaktadır. Dulac “huzurlu görünümlerinin altındaki ruhları, tutkuları” sorgularken ayrıca kendi sınırlarının ardına bakmaya çalışan bir kadının portresini çıkarmaya çalışır.

İlgisiz kocasının her gün tekrarladığı boş tabancayla intihar şakasından bıkmış, sevgisiz bir evliliğe ve toplum normlarına hapsolmuş bir kadın olan Beudet, rutinin çemberini kırmak için hayaller kurmaktadır. Ancak kendini özgür hissettiği tek alan olan gündüz düşlerinde de kocasını görmeye başlamasıyla ruh hali daha depresif bir hal almaya başlar. Kocasının silahına kurşun koyan Madam Beudet, intihar eylemini şaka olmaktan çıkarmayı ve kocasını öldürmeyi planlamaktadır; ancak vicdan azabı ağır basmaktadır.

Dişil Söylem

Dişil söylemin ön planda olmasına rağmen yine de önlenemez bir melankoli ile harmanlanmış olan Güler Yüzlü Madam Beudet, toplumun kadına bakış açısını nesnel bir alanda tartışmaya açmaz. Olayları duygusal ve psikolojik olarak yorumlayan Dulac, daha çok sembolizmden faydalanarak kadın olmak ve kadınlık deneyiminin izlerini sürer. Kadına birey olarak değer vermeyen, ancak “eş” olduğunda bir anlam atfeden anlayışa karşı döneminin süslü kıyafetlerinden uzak, hayal kuran, arzuları olan güçlü bir kadın imgesi yaratan Dulac, karşısına da kaba saba ve sığ erkek figürünü temsilen kocasını yerleştirir. Karikatürize edilmeden duyarsızlığının altı çizilen erkek, basit ve sık tekrarlanan şakaları gibi sıradandır. Diğer taraftan Madam Beudet 1920’lerin başında modern bir kadın olsa da, aynı zamanda orta yaşlı ve hayattan beklentisi kalmamış bir kadındır. Arzuladığı yaşamdan çok uzak olduğunun bilincinde olması, çevresine katlanmasını daha güç bir konuma sokmaktadır. Eskiden tolere ettiğini düşündüğümüz olaylar artık bir ıstırap haline gelmektedir. Kocasını öldürme çabası da bunun bir sonucu olarak filmde kendine yer bulur.

Dulac’ın filmde çizdiği ince çizgi sayesinde Madam Beudet burjuva yaşantısından ve evliliğinden sıkılmış şımarık bir kadın olarak konumlandırılmaz; aksine onu suçlamadığı gibi özne konumuna getirerek fetişleştirilmesinden kaçınır ve bir varoluş kaygısında tanımlayarak yapı söküme uğratır. Kendini, toplumdaki yerini, cinselliğini ve arzularını keşfe çıkmış olan bir kadının portresi filmin tonuna hâkimdir. Hayal ettiği gibi değil, toplumun var ettiği alışkanlıklara göre yaşayan, dönemin kadınlarından farklı olarak zamanın yılmaz, kırılmaz denilen monotonluğuna duygusal olarak savaş açan bir kadının hikâyesi olan film, her gece aynı kâbusu görmek istemeyen kadınların örnek alacağı bir prototiptir. Geçen süre zarfında kadın hareketinin baya yol aldığını ama erkek cephesinde ve eril zihniyette değişen pek bir şeyin olmadığını da söylemek mümkündür.

twitter.com/gok_gkhn

, , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir