La Pianiste (2001): Cinselliğin Rahatsız Edici Boyutu

La Pianiste (2001): Cinselliğin Rahatsız Edici Boyutu

Share Button

Haneke sinemasından bahsederken değinmemiz gereken en önemli nokta, sinemasında temel bir unsur olarak işlev gören rahatsız etme düsturudur. Rahatsız etme eylemini izleyicinin edilgen yapısını kıracak bir nesne olmaktan çıkarıp izleyici-film-rahatsızlık üçgeninde bütünleşik bir mekân dizaynı kurup, seyirciyi tam da olmasını istediği gibi edilgen konumu içerisinde huzursuzlaştırır. Bu işlemi her filminde farklı motiflerle işleyen yönetmen, Freudyen ve Lacancı öğelerin açık bir biçimde yer aldığı La Pianiste (Piyano Öğretmeni) filminde, orta yaşlı bir kadın ile genç erkek öğrencisi arasındaki skandal aşkı, yabancılaşma ve sapkınlık ana teması üzerinden oldukça başarılı bir şekilde işler. Bu anlatıyı gerçekleştirirken izleyici-karakter özdeşliğini/kimlik edinimini sadece tek bir karakterle değil, ön planda olan kadın ve erkek özdeşleşmelerinin yanı sıra yan karakterler (kız öğrenci) ile de gerçekleştirir. Ancak filmin başat karekteri piyano öğretmeni olduğu için özdeşleşme çoğunlukla bu eksende seyir eder. Özdeşleşmelerin birden fazla karakter ile gerçekleştirilebilmesi, rahatsız ediciliği izleyicinin perdedeki ile yer değiştirme ilişkisi sayesinde sürekli kılar.

Yönetmenin ana karakterini (Erika Kohut) oluştururken psikanalizdeki Freudyen ve Lacancı özne tanımını merkeze aldığını görürüz. Karakterin ruhsal gerçekliği içerisinde bölünmüş, kendisine yabancılaşmış olarak var olabilmesi ve bastırdığı şeyin/şeylerin geri dönüşüyle öznede/karakterde hazsızlığın dışavurumunun gerçekleşmesi buna örnektir. Bu arada karakterin yaşadığı yabancılaşmayı sadece bu eksende değerlendirmemeliyiz. Bu yabancılaşma aynı zamanda modern insanın yalnızlığı, iletişimsizliği ve gerçekle arasındaki mesafeyi de kapsar. Karakterin bu ikinci tarz yabancılaşmadan uzaklaştığı anlar ise sadece piyano başında geçekleşir: Narsist kişiliği ile buluştuğu, gerçek kimliğine sahte de olsa ulaşabildiği anlarda. Filmde hiçbir şekilde seksüel özne haline dönüşmemiş piyano öğretmeninin erkek karşısında arzu nesnesine döndüğü ilk an da piyano başındayken yaşanır. Yani filmdeki kadının tek usta olduğu alanda, yabancılık yaşamadığı noktada, “gerçek” bir kişiyken gerçekleşir ve piyanonun başından kalktığı andan itibaren cinsel yabancılaşmaya başlayan, toplum içinde silikleşen ve seksüel özne olmanın yanı sıra farkına varılamayacak kadar soyutlanmış bir kişiye dönüşür.

Filmdeki Lacancı Ödipal açılımlara bakacak olursak, Erika’nın annesi ile yaşadığı sevgi-nefret ilişkisine bakmamız yeterli olacaktır. Erika’nın ev içerisindeki aidiyet kurabileceği durumlar, mekanlar oldukça kısıtlıdır ve annesi ile beraber uyur. Bu durum açıkça Ödipal dönem öncesi anne-çocuk ilişkisine bir göndermedir. Bunu destekleyen diğer durum ise Erika’nın annesinin, çocuk tarafından hem korkulan hem de sevilen Ödipal dönem öncesi anneyi temsil etmesidir. Ayrıca “Lacan, Oedipal işleme ‘babalık eğretilemesi (metaforu)’ adını verir. Bir terimin yerine diğerini, yani annenin arzusunun yerine babanın adını geçirmeyi gerektirdiği için, bu bir eğretilemedir.”* Şimdi bu eğretilmenin filmdeki tezahürüne bakalım. Filmde “baba” ifadesinin geçtiği nokta, piyano öğretmeninin kendini cinsellikle buluşturduğu durumda gerçekleşir ve anne bunu kendi sinirini dışa vurmak için dillendirir. Baba ifadesinin ilk dile getirildiği nokta cinsel hazzın yaşanılacağı anda gerçekleşiyorsa, ebeveyn olarak babanın boşluğunu da dolduran annenin, cinselliğin kendisini engelleyen şeye dönüşmesi kaçınılmaz bir durumdur.

Erika’nın şiddetten ve aşağılanmadan arınmış cinsel birleşmeden hiçbir haz alamaması yaşamı boyunca şiddet ve aşağılamaya maruz kalmasından kaynaklıdır. Bu durum aynı zamanda cinsellikle tanışma döneminde yaşadığı travmalar dolayısıyla kendini baskılamasında yatar. Bu yüzden cinsellikle kurduğu ilişki de -porno dükkânına gittiği sahne- bir çocuğun arzuladığı şeyi gerçekleştirmesi için o işin nasıl yapılacağını öğrenmeye çalışması gibidir.

Karakterin sahip olduğu sadist ve mazoşist eğilimler de arzuladığı hazza ulaşmasının tek yolu olarak görünür. Fantezi dünyasını şekillendiren bu arzusudur ve bunun dışındaki bir birleşme anında verdiği tepki de iğrenme ile son bulur. Haneke’nin rahatsız ediciliğinin ortaya çıktığı ve filmin en rahatsız edici sahneleri de buralardır. İlkinde, Erika öğrencisinin istediği gibi duygusal bir cinsel birleşime kalkışır ve sonucunda bu birleşimin ondaki dışavurumu kusma şeklinde gerçekleşir. İkincide, öğrencisi Erika’nın istediği tarz bir cinsel birleşime kalkışır fakat bu aynı zamanda beyaz burjuva erkeğin ilk birleşimde yaşadığı gurur kırıcılığı ile birleştiğinde tam anlamıyla bir cinsel eziyete dönüşür. Burada iki taraflı bir özdeşleşme gerçekleştiği için rahatsız olma durumu da artar. Rahatsızlığın ayyuka çıktığı nokta ise cinsel birleşimin gerçekleştiği anda fantezinin kadının değil de erkeğin istediği şekilde gerçekleşmesidir. Çünkü bu durum kadının fantezisinin yok olması demektir ve hazsızlık ile sonuçlanır.

Haneke, La Pianiste filminde iki farklı yabancılaşma ve sadist-mazoşist eğilimler eksenindeki sapkınlık anlatısını, kendi sinemasında sıklıkla gördüğümüz rahatsız edicilikle birleştirerek izlemesi her ne kadar zor olsa da bir o kadar gerekli bir yapım ortaya çıkarıyor. Film bunların dışında ikili çatışmaların kurulmasında da oldukça başarılıdır ve birbirlerinden farklı gerilim anları oluşturur: Kadın- erkek çatışması, anne-kız ekseninde iki kadının çatışması, öğretmen-öğrenci çatışması… Ve bu çatışmalar filmde Freudyen ve Lacancı öğeler gibi tümüyle açık bir şekilde betimlenir.

*Darian Leader &  Judy Gorves, Yeni Başlayanlar İçin Lacan, Milliyet Yayınları, Çev: Gül Çağalı Güven

twitter.com/teksinbegec

, , , , , , , , , , , , ,

4 comments

  1. dilek

    Sanki hayatı bireyi sadece filozoflar sorgularmış gibi bu entelektüel dili kullanmanızı hiç anlamıyorum. Zaten bu dili anlayan bu filmi de anlar. Ya hasbel kader ben bu filmi izlemiş ve ne anlattığını merak etmiş olsam Lacan’dan mı başlayacağım? Yapmayın etmeyin! Bir çok insana ulaşıyorsunuz ama derdiniz iletişim değil… Size kolay gelsin..

    1. Teksin Begeç
      Author
      Teksin Begeç

      Dilek Hanım, buna benzer bir eleştirinizi farklı bir yazı için de yapmıştınız. Orada sorunuza daha genel bir cevap vermiştim. Bu yazıda Lacan’dan en asgari düzeyde bahsedildi. Sadece ufak bir alıntı ve ödipal dönem ile ilgili ufak bir bahis var. Ve konu etrafında aslında daha derinlemesine bir analiz yapılması gerektiği tarzındaki bir eleştiri bu yazı için doğru olandır. Yani ne diyeceğimi bilmiyorum, tamamıyla bu konu hakkında yapılmış bir film için Lacan ya da Freud’dan referanslar verilmesi neden yanlış olsun? Ve bana kalırsa, film ile ilgili doğru iletişimi sağlamak için Lacan’dan başlamak gerekiyor.

  2. Müge

    Bu kullanılan dil sinema dilidir ve bir filmin bu şekilde yorumlanmasından daha doğal bir şey olduğunu düşünmüyorum. Sinema ve psikoloji birbirinden beslenen ve iç içe olan alanlardır. Özellikle Haneke gibi yönetmenlerin filmlerini günlük konuşulan dil üzerinden basit bir şekilde anlatmak filmin ve sanatın değerini, farklılığını bozar. Ayrıca filmlerin bu dil, kişiler ve terimlerle anlatılması insanları araştırmaya, okumaya yönlendirir. Bu şekilde diğer filmler de o gözle izlendiğinde insanları psikolojik öğelerle düşünmeye analiz yapmaya ve yorumlamaya davet eder. Böylece izleyici olarak bizler izlediğimiz filmi sadece izlemekle kalmaz geri tepkisini kendi düşüncelerimizle vermiş oluruz. Sanatın güzelliğini, birleştiriciliğini; duygular ile evrenselleştiğini unutmamalıyız diye düşünüyorum. Film çözümlemesi için teşekkürler. Freud okumaya, Haneke izlemeye ve sevdirmeye devam. Naçizane.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir