Konuk Yazar: Yelda KARATAŞ
Neyi merak eder insan bir başkasında… Kendini teşhir etmeyi seven modern insan, bir başkasını da teşhir ettikçe doyuma mı ulaşır?
Ağzı köpüklü sürü bireyinin insani duyarlılıkta vardığı son nokta; ölümü gözetleyerek doyuma ulaşmaktır.
Ulaşacağı bu son haz noktasından başka bir şey kalmamıştır hesapsız egosunu tatmin edecek.
Bir başkasının ölümünü ötekileştirip, ölümü herhangi bir görüntü gibi izleyerek hazza ulaşmanın çarpık bilinci; ölüm acısıyla tatmin olmanın faturasının insanlığa çıkacağını göremez.
Ölüm, yaşam gibi, vahşetin sorumsuz yüzünden başka bir şey değildir, kalbi asla incitmeyen!
1980’de çektiği bu filmde, geleceğe ışık tutmayı amaçlayan ve ölümlerin artık doğal nedenlerle olduğu bir çağı anlatan Bertrand Tavernier, teknolojik gelişmenin, insan ve değerlerinin gelişmesiyle paralel gitmediğini öngören çarpıcı bir bakış açısı sunar bize. Sağlam kurgusu ve güçlü oyuncuları ile hikâyenin inanılmazlığına inandırır bizi. Ne acı ki, yıllar sonra, medyadan; savaş ve deprem çığlıklarının, intiharların, tüm Naklen Ölüm karelerinin sıradan bir şeymişçesine, kanıksanarak gözetleneceğinin ağır ve erken habercisidir.
La Mort en Direct, bizdeki adıyla Naklen Ölüm, 1930 doğumlu İngiliz bilimkurgu yazarı David Guy Compton’un 1974’te yazdığı ‘The Continuous Katherine Mortenhoe’ ya da kısaca ‘The Unsleeping Eye’ olarak bilinen kitabından uyarlanmış.
Daha BBG evlerinin ortaya çıkmadığı, televolelerin, özel hayatı parçalama programlarının kan rengi dişleriyle dans etmediği yıllarda çekilen bu film, Orwelvari öngörünün içler acısı bir gösterisi.
Romy 78 Yaşında
Ölümle bile başa çıkmayı başarmış geleceğin toplumunda; insan değerlerinin yok oluşunun inanılmaz gerçeğine çarparız Romy’nin yüzünde. Bambaşka bir Romy var film boyunca: Sisi rolündeki o nilüfer çiçeği masumiyetinden eser yok bu olgun ve acı çeken kadının bakışlarında. Bambaşka bir masumiyetin, toplum bireyinin bedeli ödenmiş o onurlu yalnızlığını görürüz Romy’nin bu son yüzünde.
Romy, hangi çağda yaşadığının ve duyarlılığının bilincinde bir oyuncu olarak, ölümcül bir hastalığa yakalanan özgür ve bilinçli Katherine’nin kendine olan inancını film boyunca kusursuzca sergiler.
43 yaşında erken bir ölümle aramızdan ayrılan, acılı ve çalkantılı yoğun yaşamına 58 film sığdıran ünlü Alman oyuncu Romy Shneider’in anısına Naklen Ölüm’ü mutlaka edinip izlemenizi dilerim.
Romy’in acıların resmi çıkmış yüzünde; sinema kuşağının ölümsüz görüntüleri yer alacak her yüzyılda…
Oyunbozan Aşk
Beyninin içine ışığa duyarlı hassas bir video kamera yerleştirilmiş, gördüğü her şeyi yayınlanmak üzere televizyon kanalına yollayan Roddy rolünde Harvey Keitel muhteşem bir oyunculuk sergiliyor. Önceleri, herhangi biri olarak gördüğü bir kadının, bir insanın; Katherine’inin ölüme gidişini bir eğlence gibi dakika dakika aktarma amacıyla filme alan nihilist Roddy, bir süre sonra kurbanına âşık olur. Çünkü her insanın bir yüzü vardır ve o yüzün içinde tanımak zahmetine girdiğimizde bizi alt üst edebilecek, sevebileceğimiz gerçek bir yaşam!
Belki de aşk, birimizi sevebilme yetimiz, ölüm gibi, kaçınılmaz gerçeğimiz.
Bir oyunbozan aşk. Bütün inançlarımızı ve kendimizi yeni baştan gözden geçirmemizi sağlayan en güçlü duygumuz.
Bir başka usta yönetmenin; Bergman’ın vazgeçilmez oyuncularından Max von Sydow, Naklen Ölüm’de Katherine’nin eski kocası Gerald Mortenhoe rolünde söyledikleriyle doğru sevmenin ipuçlarını veriyor hayatı ve aşkı sorgulayan herkese…
Yurdu yoktur vahşetin, tıpkı aşk gibi. Tıpkı emek gibi… Hatta zamansızdır. Bir çağdan gelip her çağa söyleyecek bir sözü, bir eylemi vardır gerçekten sevebilmiş her insanın!
Aşkımız, bize kendimizi, yani insani değerlerimizi hatırlatan, gerektiğinde ölümü seçerek ölüme de başkaldırtan en değerli duygumuzdur.
Katherine, kurban rolünü kavradığında, içindeki ilk isyanının ardından, her onurlu bireyin yapabileceğini yapar… Kendisini, acı çekişini bir eğlence programı gibi izleyen, televizyon ekranının hastası olmuş, belleği sunulanı sorgusuz sualsiz emen kitlelerin, bilinçsiz kör iştahına hiç beklemedikleri bir yanıt verir:
Gerçek kahramanlar, insan onurunun temsilcileri hala bir umut olarak vardır, en umutsuz çağlarda bile.
Kahramanlar ve kahramanca yaşayanlar, tek başlarına kalsalar da onurlarını korumak için ‘hayır’ demeyi bilirler. Tıpkı gerçek sanatçılar gibi.
Not: Bu yazı, şimdi artık yayınlanmayan bir başka dergide Yücel Hakkı mahlası ile yer almıştı!
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.