Rus yönetmen Aleksandr Rogozhkin, aynı zamanda senaryosuna da imza attığı 2002 tarihli filmi Kukushka’da daha evvel bir arada kullanmayı hiç düşünemediğimiz malzemelerden farklı bir lezzet oluşturup damaklarda yeni ve kalıcı bir tat bırakmışçasına hislerle donatıyor izleyicisini. 2. Dünya Savaşı’nın soğuk, nefret dolu coğrafyasından ve savaşın etkilediği halkların dış dünyaya duvarlar ördüğü, yalnızlaşmış bireylerinden seçip ustaca bir hamle ile bir araya getirdiği üç kişilik hikâyesiyle bolca gülümsetmekle kalmayıp sıcacık bir dramla yüreğimizi okşuyor.
Kocası dört yıl önce silâhaltına alındığından beri yalnız yaşamakta olan Sami kadını Anni’nin, yazılarından ve şiirlerinden dolayı farklı görüşte olduğu düşünülerek askeri mahkemeye sevk edilmek üzere giderken bombalanan araçtan yaralı olarak kurtardığı Rus asker Ivan’ı evine götürmesi; aynı sırada üzerine Nazi üniforması giydirilerek bir kayaya zincirlenmiş Finli asker Veikko’nun zincirinden kurtulup yardım istemek için aynı eve gelmesi ile üçlünün tesadüfî birlikteliği başlamış oluyor. Bambaşka kültürler ve diller, bambaşka beklentiler ve zihniyetler bir araya geldiğinde, beklenildiği üzere hem fiziksel hem de psikolojik çatışmalar yaşanmasına karşın zamanla uyumun, alışmanın ve hatta sevginin oluşumuna şahit olmaya davet ediyor Kukushka bizleri.
Birbirlerinin dilinden bir kelime dahi anlamayan üç insanın iletişim kurma çabası, durum komedisi için harika bir zemin hazırlarken, anlaşılmadığının farkında olmalarının rahatlığıyla aklından geçirdiklerini çekinmeden yüzlerine söyleyebilen karakterlerin ön yargılarını ve kişiliklerini kolaylıkla aktarma fırsatı buluyor Rogozhkin. Üzerindeki Nazi üniforması sebebiyle Ivan tarafından faşist ilan edilen Veikko’nun Rus edebiyatından örnekler vererek barışçıl bir insan olduğunu anlatma çabaları, dört yıldır yalnız yaşadığını ve sevişmek için yanıp tutuştuğunu her fırsatta bildiren Anni’yi istekli olmalarına rağmen iki erkeğin de anlayamaması, Veikko’nun Ivan’a ismini sorduğunda aldığı Rusça “defol” cevabının Ivan’ın adı olduğunu sanarak her defasında ona defol şeklinde seslenmeleri gibi durum komedisi örnekleriyle dolu film, savaşın, ideolojilerin, ırkçılığın ve milliyetçiliğin negatif etkilerine temas ediyor. Farklı halktan, farklı kültür ve dilden üç insanın zorunluluktan da olsa bir arada olduklarında iletişim kurmayı, ötekileştirmeden ve ön yargılarından arınmayı başarmalarını gözlemleterek insan sevgisi adına adeta umut aşılıyor; belki de ötekileştirme sorunu yaşanan toplumlarda birbirimizi anlamanın ve farksız olduğumuzu görmenin tek yolunun iletişim kurmaya ve kaynaşmaya mecbur kalmak olduğunu düşündürüyor.
Not: Bu yazı ilk olarak 10.08.2014 tarihinde Evrensel Gazetesi Pazar Eki’nde yayınlanmıştır.
İşletme ve Radyo-TV-Sinema mezunu. Eleştirel alanında aktif olmaya DVD+ dergisinin resmi forumunda moderatörlük yaparak başladı. İlk eleştirileri ise 2008 yılında Kanal D Home Video dergisinde yayınlandı. 2009’da Sinemaximum sitesinde, 2010’dan itibaren ise kişisel blogunda yazmaya devam ederken Aralık 2013’de Cineritüel’e katıldı. Antalya’da yaşamaktadır.