Kor (2016): Demirkubuz Cephesinde Yeni Bir Şey Yok

Kor (2016): Demirkubuz Cephesinde Yeni Bir Şey Yok

Yazar Puanı1
  • Demirkubuz filmlerindeki eksiklik bence “inanç yoksunluğu”dur. Kader’i ve Masumiyet’i bu kadar çok sevmiş olmamızın hikmeti bu filmlerde Tarkovskiyen bir inanç olmasıdır. (Demirkubuz’un buna benzer bir şeyi bir röportajında söylediğini hatırlar gibiyim; ama emin olamadığım için bu kısa notla yetineyim.) Diğer filmlerinde ısrarla varoluşsal kötülük problemini filmlerinin merkezine alması hem kendisini tekrara düşürüyor hem de filmlerinin yapısal derinliğini yok ediyor.
Share Button

Zeki Demirkubuz imzalı Kor filminin hikâyesi, fısıltı gazetesinin kavganın başlangıcı olarak gösterdiği bir Ceylan filmiyle aynı: Üç Maymun. Klasik bir karı-koca-âşık üçlüsü hikâyesi. 19. yüzyılın meşhur Bovarik anlatıları vardır; bilenler bilir. 19. yüzyılın uzun soğuk kış gecelerinde burjuva sınıfı romantik eserler okuyup can sıkıntılarını giderirken realist romancılar yetişmiştir imdatlarına. Roman türü içinde neredeyse ayrı bir tür. Karı-koca-âşık üçlüsünün evrimi usta Gustave Flaubert’in Madame Bovary’sinden sonra meşhur olmuştur . Romantizme karşı realizm. Bovarizm dediğimiz şey de bu 19. yüzyıl romanının ürünü. 1892’de Jules de Gaulthier tarafından psikolojide bir terim olarak kullanılır. Bovarizm kavramı; “bir başkasına özenmek, hayal dünyası içinde kendini kaybetmek, kurgular üretmek ve tatminsizlik gibi durumları çağrıştırır. Sartre’e göre ise Bovarizm histeridir. Bir anlamda zevk alıyorum öyleyse varım,”[1] demektir. Üç Maymun’un Hacer’i de Kor’un Emine’si de bu histerinin izlerini taşıyan karakterler. Kocaları bir şekilde ortadan kalktığında (Eyüp hapishaneye, Cemal Romanya’ya kaçtığında -ikisi de para için gitmiştir-) bir başka erkek girer hayatlarına. Bu erkek bu sefer âşık değil kocanın patronudur. Parasal yardımlarla başlayan ilişki zamanla aşka dönüşür. Tabii patronlar da evlidir ve bir gün kocalar geri gelir. Kadınlar kocalarından boşanıp âşıkları ile evlenmek isterler. Ne var ki gerçek ile yüzleşmeleri gerekir. Patronlar ailesini bırakamaz ve evlilik gerçekleşmez. Kadınlarda histerisi baş gösterir ve intihar -ya da teşebbüsü- ile sonuçlanan bir trajedi doğar.

Nihayetinde Zeki Demirkubuz’un hikâyesi klasik karı-koca-âşık üçlüsünü anlatan hikâyelerle aynı; fakat Anna Karanina, Madame Bovary bizim edebiyatımızda Aşk-ı Memnu;  felsefi ve sosyolojik derinlikleri olan romanlardır. Gönül, Demirkubuz’dan da bir parça derinlik bekliyor ama Kor bu mezkûr metinlerin birer basit kopyasından ibaret. 11. filminde Demirkubuz yeni hiçbir şey söylemediği gibi sinematografik anlamda da öyle hatırı sayılır bir perspektif çizemiyor. Oysa -işportacı geçmişinden midir nedir- aylar öncesinden filmi başka türlü pazarlamıştı. Başyapıtınız hangisi sizce diye soran Çınar Oskay’a “Kor, hepsine ayar verecek” demişti.[2] Bence Demirkubuz’un “en ezber” filmi. Masumiyet, Kader ve Yeraltı -belki kısmen Üçüncü Sayfa- filmlerini dışarıda bırakırsak diğer filmlerindeki sıkıntı/olmamışlık/eksiklik Kor’da da var.

Demirkubuz filmlerindeki eksiklik bence “inanç yoksunluğu”dur. Kader’i ve Masumiyet’i bu kadar çok sevmiş olmamızın hikmeti bu filmlerde Tarkovskiyen bir inanç olmasıdır. (Demirkubuz’un buna benzer bir şeyi bir röportajında söylediğini hatırlar gibiyim; ama emin olamadığım için bu kısa notla yetineyim.) Diğer filmlerinde ısrarla varoluşsal kötülük problemini filmlerinin merkezine alması hem kendisini tekrara düşürüyor hem de filmlerinin yapısal derinliğini yok ediyor. Belki para sıkıntısından bilmiyorum; ama giderek minimalleşen filmleri dar kadrajlara, uzun planlara, ışığın ve rengin neredeyse olmadığı kitch bir estetiğe neden oluyor. Yönetmenin takıntılı olduğu “nedensiz kötülük” sorunsalı git gide uzun diyalogsuz sahnelere, can sıkıntısının esir aldığı karakterlere ve en nihayetinde seyirciye bir şey anlatmayan metinlere evriliyor.

Tanpınar’ın Huzur romanındaki Suat karakteri, varoluşsal sorunların esiri olmuş bir karakterdir. Tanpınar romanın diğer karakterleri aracılığı ile Suat’a eleştirilerini yöneltirken Suat’ın dert ettiği sorunların 19. yüzyıla ait olduğunu söyler. 21. yüzyılın ilk çeyreğini yarılamışken Demirkubuz’un hala bu “varoluşsal sorunlarla” uğraşması üstelik “yeni” hiçbir şey söyleyememesi önceki metinleri aşan bir derinliğe sahip olmaması yönetmenin entelektüel derinliğini ortadan kaldırıyor. Geriye ucuz arabesk hikâyeler kalıyor. Her röportajında Dostoyevski’ye referans veren yönetmen de biliyordur ki Dostoyevski “Suç ve Ceza”dan ibaret değil; Ecinniler gibi mizah gücü ve sosyolojik eleştirileri yüksek metinlerin de yazarı. Demirkubuz’un artık başka yaratıcı metinlerle seyirci karşısına çıkması gerekiyor. Bunun yanında filmde Kader filmindeki gibi bir kahvehane müdavimini canlandıran Çağlar Çorumlu’nun performansı izlemeye değer. Demirkubuz canlı karakterler yaratmakta ve sahici diyaloglar yazmada usta birisi. Mesela ben Demirkubuz’dan bir karı-koca-âşık trajedisi izlemek yerine bu kahvehane müdavimin hikâyesini dinlemeyi yeğlerim. Çok da güzel yazacağına eminim; ama bu “nedensiz kötülük”, “inanç yoksunluğu” ve “varoluşsal buhranlar” yönetmeni başarılı kılmaktan öte artık Demirkubuz’un ayağına pranga olmaktadır. Umarım Demirkubuz kariyerini Arabesk Filmlerin Unutulmaz Yönetmeni olarak bitirmez.

[1] https://mufredat.wordpress.com/2010/12/12/metinlerarasi-bovarizm-etkilesimi/
[2] http://www.hurriyet.com.tr/nuri-bilgeyle-2006dan-beri-konusmuyoruz-30167524

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir