Köksüz (2013): Baba, Hayat Damarlarındaki Kanda Gizlidir

Köksüz (2013): Baba, Hayat Damarlarındaki Kanda Gizlidir

Share Button

Konuk Yazar: Burç Karabulut

Köksüz, babasız bir ailenin var olmaya çalışan anne, iki kızı ve bir çocuğunun trajik hikâyesini anlatıyor. Eşinin gitmesini kabul edemeyen Nurcan, üstüne yıkılan sorumluluklardan bıkan Feride ve diğer iki çocuğu ile birlikte sürekli yaşanan kaos. Bu kaos bitmek bilmediği gibi annenin bir başarısızlık abidesi olduğu, evin erkeği olması beklenen İlker’in annesiyle kuramadığını başka bir anneyle kurup durumu daha ileri boyuta taşımasıyla ailede başarısızlık / güçsüzlük / tutunamama durumu ortaya çıkıyor. “Babanın Adı”nın olmadığı bir hayat yaşanılabilir mi?

“Babanın Adı” yok

Babanın adı yok burada ironik bir başlık gibi görünse de Lacan’ın “Babanın Adı”nın kanun ve yasaklayıcı bir figür olarak kullandığını düşünürsek, filmde belli şekilde babaya duyulan ihtiyaç ön plana çıkıyor.  Lacan, Babanın Adı’nı sembolik olarak kullanır. Lacan’daki baba figürü gerçek bir baba değildir ama hayalet bir babadır. Yani “Baba”, söylemde vardır. Babanın yokluğu bile babanın gerekliliğini çağrıştırabilir: Kanun koyucu olarak karşımıza çıkar. Kimi zaman bir trafik lambasıdır, simgeseldir; kimi zaman Hamlet’in babası gibidir. Yokluğu bile etki altına alır. Köksüz de ise, kullanım şekliyle bir babaya ihtiyaç olduğu simgesel olarak anlatılıyor.

Annenin anneliğini yitirmesi, büyük kızı Feride’nin sorumluluğu almaya çalışması, evin ergeni olan İlker’in annesiyle iletişimsizliği, evin küçük kızı Özge’nin fark edilme ve onaylanma süreciyle iyiden iyiye kabul edilmeyen bir toplumsal birliktelik var. Bu duruma aile demek çok zor.  Aile olmanın çok ötesinde, olma krizi ya da kaosu yaşanıyor. Babanın Adı’nın önemi burada ortaya çıkıyor baba yoksa bir aileden de söz edilemiyor. Filmin bir anlamda verdiği mesaj da bu. Babanın Adı’ndan bahsetmemek mümkün değil gözüküyor.

Baba’nın yerine geçmesi beklenen İlker’in yaşadığı iletişimsizlik onu uzaklara sürüklüyor. Bu ilgiyi abartarak cinsel ilişkiye giriyor.  İlker’in iletişimsizliği, ya da bağ kuramaması Oedipus kompleksine kadar götürüyor onu. Babanın Adı yine burada devreye giriyor. Oedipus karmaşası olarak belirtilen karmaşa ya da Yasa, anne ile çocuğun doğal ilişkisinin yasaklanması ve bu yasakla doğan bilinç dışı arzunun Babanın Adı’yla yeni imgesel biçimlerde ikame edilmesiyle çözülür.  Böylece Lacan’a göre birey-özne oluşur ve toplumsal hayatına devam edebilir: Babanın Adı’nın bir anlamda arzu nesnesine işaret ettiği görülür.

Normal bir Türk ailesinde yer alan baba, evin direği, evin varını yoğunu temsil eden kişidir. Köksüz, sadece Babanın Adı’nı yok etmekle kalıyor, babanın hayaletine ihtiyaç duyuyor. Feride’yle evlenmek isteyen Gülağa’nın yeri baba temsiliyeti yapması açısından önemli bir konuma ilerliyor. Anne karakterinin Feride’ye çok yüklenmesinden de anladığımız gibi baba kız ilişkisi devam ediyormuş hissiyatını da yaşıyoruz arada. Anne, sinirlenmek için bile bir baba arıyor. Yokluğuna katlanamadığı gibi varlığına da katlanamıyor. Babanın Adı, Köksüz’ün esas meselesi gibi görünüyor ama yanlış anlaşılmasın baba evdeki erkek yokluğuna değil simgesel olarak ailede yer almamasına gönderme olarak her sahnede karşımıza çıkıyor. Babaya korunaklı bir mağara gibi, tüm sıkıntıların geçeceği bir sığınak yeri gibi ihtiyaç duyuluyor. Babanın Adı, sesi, görüntüsü ile varlığına hava, su gibi ihtiyaç olarak göze çarpıyor.

Hegemoni sorunsalı: ‘Adam’ların krizi

Erkeğin evin erki olduğu konusu bizim toplumumuzda çok eskilere dayanır. Kimi belirsiz durumda babanın adı bile hegemoni kuracak bir etki yaratır. Hegemonisini de arzu üzerinden kurar. İlker, annesiyle kuramadığı ilişkiyi başka bir “anne” öznesi üzerinden kurduğunda ve daha ileriye giderek bu ilişkiyi cinsel bir platforma taşıdığında İlker’in ergenlik döneminde sorunlu bir “erkek” figürü olarak karşımıza çıkmasını sağlıyor. Bu ilişki tabii filmin geri kalanında tam tanımlanamıyor. Henüz bireyselleşememiş İlker, babasının da olmamasıyla bir rol modelini de bulamamış oluyor. Erkek figürü olarak tamamlanamamış biri olan İlker, kendini tamamlamak ve gerçekleştirmek için bir kadınla hatta anne yerine koyduğu biriyle birlikte olmak zorundaydı. Babalığının kabulü için arzu nesnesi olması gerekiyordu.

Farhadi’nin Geçmiş filmindeki baba figürünü de buraya eklersek; gerçekte biyolojik bir baba olmayan Ahmad karakteri, kızı olan Celine’in ergenlik sorunlarını çözmek için Marie’ye yardım için ortaya çıkıyordu. Marie, ayrıldığı eski eşi, onu hiçbir şekilde ciddiye almıyordu. Buna rağmen Ahmad o ailede bir hegemonya gücüne sahipti. Kızları tarafından sevildiğinden Marie çaresizce onu baba figürü yani bir otorite olarak görmek durumundaydı. Ahmad oysa yasal olarak bir eş bile değildi. Celine halen Ahmad’in baba olma erkine saygı duyuyordu. Ahmed bir arzu nesnesi olmaktan uzak gibi görünse de tam tersine hegemonisini her sahnede hissettiriyordu. Yasal ya da değil, seyirciye iki çocuğa sahip bir baba olduğu mesajını veriyordu. Evde bulunması istenmeyen bir “erkek” figürü ama aynı zamanda olması da istenen bir figürdü çünkü anneye karşı hiçbir arzu duyamazdı.

Erkek karakterlerin toplumda var olmasına güç veren hegemoni, İlker’in babasının olmayışı, Celin’in babasının artık “yasa” tarafından baba görülmemesi sebebiyle aile içinde bir sorunsala dönüşse bile erkek ve erkeklik ailenin olmazsa olmazıydı. Baba figürünün ailede yer alması için var olmasına gerek yoktu. Hayalet olarak kapıya vursa yeterli denilebilecek bir hikâye anlatılıyor.

twitter.com/Burckarabulut

, , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir