Konuk Yazar: Rana YÜRÜKER
Sesini duyurabilmek için ne kadar ileri gider insan? Görmezden gelinenlerin de anlatacağı hikâyeleri yok mudur?
İç dünyası pembe olanlara ithaf edilen bu film, baştan sona bir insanın bireyselliğini konu alıyor. Zihinsel engeli yüzünden babası tarafından her zaman bir yük, bir ceza olarak görülmüş olan Erhan, sürekli itilip kakılıyor ve öz benliği asla değer görmüyor. Yaşından küçük çocuklarca alaya alınıyor, etrafındakileri anlayamamasından doğan sıkıntıları onu yalnızlığa itiyor. Tüm bunlara karşı eli kolu bağlıymış gibi görünen Erhan’ın umudu amcasının eline tutuşturduğu bir fırça oluyor. Bireyselliği ve iç sesi sürekli “engellere” takılmış ve susturulmuş olan; ancak kalbinde ve zihninde capcanlı bu çocuk, pembe renk fırçasıyla maddesel dünyayı da içindeki rengârenk manevi dünyasına benzetmeye girişiyor. Zalim ve adaletsiz hayat, baba sembolü üzerinden, onu hırpalasa ve yıldırmaya çalışsa da Erhan’ın cevabı baskıcı babasının tüm dünyasını, tıpkı kendisininki gibi renklendirmek oluyor.
Oluşturulan normlara uymuyor, çoğunluğa benzemiyor diyerek insanların bireyselliklerini bastırma ve kalıplara sokmaya çalışmanın anlamsızlığı işlenmekte filmde. Fark ya da engel olarak görülen özelliklere sahip olan insanlar da aslında değerli gözlere ve bakışlara sahip, kendi içlerinde derin birer dünya. Erhan, ona konan tüm kurallara ve uygulanan baskılara karşı şevkini kaybetmiyor. Kısıtlamalara karşı cevabı, etki alanını daha da genişletmek oluyor. Belki bildiğimiz yollardan tepkisini koymuyor, ancak Erhan susmuyor. Fırçası için seçtiği pembe renk, Erhan’ın hem saflığını, hem de canlılığını simgeliyor. Kurulu düzen ne kadar sıradan ve pastel olsa da, o her şeyi pembe görebiliyor. Fırçasını, bireyselliğini, özgürlüğünü gururla salladığı son sahne, filmin ithafını daha da anlamlı kılıyor.
Tıpkı Erhan gibi, iç dünyası pembe olanlara…
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.