Konuk Yazar: Burç Karabulut
Ben, Kendim ve Annem, doğru Fransızca çevrisi ile Erkek Kardeşler ve Guillaume’den daha iyi anlaşılabileceği üzere, homoseksüel olduğuna inandırılan bir adamın erkek olmak istemesi üstüne bir eşcinsel komedisi olarak lanse edilebilir; ama her zamanki gibi görünenden fazlası olduğunu söylemek lazım. Guillaume’nin hem yönetip hem yazdığı bu film aynı zamanda onun yurtdışına da ilk açıldığı filmi olarak göze çarpıyor. Bir komedi sanatçısı olan Guillaume, kendi hayat hikâyesi ve komedi şovundan başlayıp sinemasal bir şölene döndürdüğü Cannes Altın Palmiye ödüllü filmi Ben, Kendim ve Annem’de sürreal bir cinsel kimlik arayışına yöneliyor. Film eşcinselliğe büyük bir atıf yaparken aynı zamanda cinsiyet kimliği üzerinden de başarılı bir komedi sunmayı beceriyor.
Eşcinsellik herkesin malumu halen bastırılmış bir cinsel kimlik olarak görülmektedir. Guillaume ise tam tersine annesi tarafından bu kimlikle yetiştiriliyor. Ailedeki muhafazakâr yapıya vurulan bu sert yumruk, aynı zamanda günümüzün toplum normlarına da vurulan bir yumruk olarak da görülebilir. Toplum, kabul etmediği ya da bastırılmasında karar kıldığı eşcinselliği ötekileştirerek, yerinde şeytanlaştırarak işler genelde. Guillaume’de ise hiç böyle bir sorun yok; çünkü baskıcı annesinin onu kadın yerine koyan tutumuyla zaten bu kimliği içselleştirmiş durumda yaşıyor. Onun içinse önemli olan hiç sahip olmadığı en azından bilinçli olarak hissedemediği heteroseksüelliğin ya da maskülenliğin peşinde gitmek oluyor. Guillaume’nin annesinin ise onun üstünde etkisi büyük. Adeta Pyscho’daki Norman Bates’in annesini andıran bir tiplemeyle karşımıza çıkıyor. İşin ilginç tarafı; onu da Guillaume kendisi oynuyor. Bu durumda tam bir Norman Bates sendromu yaşıyor. Annesinin kimliğinde hapsolmuş, hatta onun kimliğiyle özdeşleşmiş olarak yaşamaya çalışıyor.
Başlığın Türkçe çevirisine baktığımız zaman; Ben, Kendim ve Annem olarak lanse edilmesi de boşuna değil; çünkü Guillame bir anlamda kendi benliğini cinsiyet kimliği üzerinden kuruyor. Annesiyle özdeşleşmesi yani annesinin kimlik dayatması ile toplumun erkek olmasına atfettiği kimlikler arasında gidip geliyor. Kendi benliğini yeniden kurarken bir çelişki yumağı içinde kalıyor. Bir anlamda kendini yeniden üretme çabasına giriyor. Ya üretim hatası olduğunu kabul edecek ya da standart bir erkek gibi sert, kaba, güçlü ve maskülen bir yapıya girecek. Tabii bu kimlik üretimi, doğal olarak bir toplumsal formdan diğerine girmeyi zorunlu kılıyor. Kürek çekmek, dağa çıkmak ya da güç gerektiren sporları yapmak onu bir erkek kalıbına sokarken -ki Guillaume bunların hepsinde üst üste başarısızlıklar yaşıyor- ya da Norman Bates’in annesi tipolojisiyle ortaya çıkmış kendi annesinin ona dayattığı kimliği kullanacaktır. Kimlik üretiminin yapaylığı da burada bir çıkmazda bırakılıyor. Toplumsal kimliği bastırmak mı yoksa onu yeniden kurmak mı bir ”ben” yaratırın cevabı da ortada kalıyor.
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.