Kapitalist üretim ve tüketim biçimlerinin hakim olduğu bir toplumu Guy Debord, gösteri toplumu olarak tanımlamıştı. Öyle ki Debord, Gösteri Toplumu kitabında modern üretim koşullarının hüküm sürdüğü çağımızda gerçekliğin yerini temsilin, aslın yerini ise kopyanın aldığını dile getirir ve gösterinin, üretim ve tüketim süreçlerinin birer sömürü süreci olduğunu gizlemesinden bahseder. Bu kapitalist dönüşümün hedef noktasında ise “toplumsal bellek”i oluşturan mekan bulunur. Türkiye’nin son yıllarda hızla yaşadığı mekansal değişimleri düşününce bunu tahmin etmek pek de zor olmasa gerek. Walter Benjamin’in de “stratejik güzelleştirme” olarak adlandırdığı bu deformasyon sürecinin ülkemizdeki son kurbanları ise, Beyoğlu Sineması ve Üsküdar’da bulunan Şemsi Ahmet Paşa Camii olmuştu. Türkiye’deki yerel yönetim geleneğinin kamusal alan ile ilgili tümevarım felsefesinin çarpıklığının kumasal alanı mündemiç bir şekilde kamu eşittir devlet, kamusal alan eşittir devlet hazinesi denklemine sokmasının birer sonucu tüm bunlar.
Tüketim kültürünün kültür-sanat etkinliklerinin önüne geçtiği Beyoğlu’nda, Beyoğlu Sineması’nın işletme sahipleri tarafından 30 Haziran‘da kapatılacağının açıklanması ile, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) Şemsi Ahmet Paşa Camii’nin önünü genişletmek için denize çaktıkları kazıkların Mimar Sinan’ın en son eserlerinden biri olan camiinin tarihsel dokusunu bozmasını örnek vermemin sebebi, iki mekanın da kitlesel bir girişim ile tekrar yaşatılabilecek olmasından kaynaklı. Tarihi bir eserin mevcut dokusunu ve Boğaz ile olan estetik bütünlüğünü bozacak bir girişimi halkın yürüyüş yolunu genişletmek için yapılan bir hizmet olarak açıklamak, Jean Baudrillard’ın bahsettiği “estetik yanılsamaya” denk düşmektedir. Bu aynı zamanda giriş paragrafında bahsetmiş olduğum gerçeklik ve temsil ile asıl olan ve kopyanın gizleme süreci ile ilişkilidir. Keza burada oluşturulacak modern yürüyüş yolunun mevcut tarihsel estetik gerçekliğini bir temsile dönüştüreceği ve bunun yalnızca bir yanılsamadan ibaret olacağını pekala söyleyebiliriz. Neyse ki geç kalınmadan dile getirilen itirazlar işe yaradı ve İBB, Şemsi Ahmet Paşa Camii önündeki çalışmaların durdurulduğunu açıkladı. Beyoğlu Sineması için yapılan girişimler ise ne yazık ki Şemsi Ahmet Paşa Camii’ndeki gibi kesin bir çözüm oluşturamayacak. Bunun nedeni, sunulan çözüm önerilerinin yetersiz olması değil; Beyoğlu’nun, mekansal olarak bireyi bir tüketici nesnesine dönüştürecek, fiziki ve kültürel yapısı ile tüketim ve pazarlama merkezli bir mekana dönüşmesinden kaynaklıdır. Hatta Beyoğlu’nda süregiden mekan ahenksizliğini Giorgio Agamben’ın Dim çorapları ile ilgili verdiği örnek ile benzeştirebilir. Agamben, 70’lerde Paris sinema salonlarında ünlü Fransız kadın çorabı markası Dim çoraplarının reklamlarında gülerek dans eden bir grup genç kadının danslarındaki ahenksizlik, karmaşa ve benzersizliğin ufak bir göz atmayla anlaşılabileceğini dile getir. Çünkü bu dans sahnesindeki grup birlikteliği her bir dansçının ayrı ayrı çekilmiş dans görüntülerinin birleştirilmesi ile oluşturulmuştur. Beyoğlu’ndaki mekansal karmaşanın nedeni de bu tarz bir heterojen sentez girişiminden kaynaklı. Kültürel yapıyı tamamen yok edecek bir tüketim kültürüne angaje bir kent politikasının nihai sonucunun tezahürü şu anki Beyoğlu. Mekanın barınma amacı dışında aynı zamanda bir ifade aracı olduğunu ve burada uygulanan karmaşık kent politikasının sonucunda yaşanan kültürel göç dalgasını düşündüğümüzde, bunun nedenini ifade özgürlüğü kısıtlanan kişilerin özgürlük göçü ile de açıklayabiliriz. Beyoğlu Sineması’ndaki seyircisizlik de – yanlış işletme politikalarının dışında – ancak bununla anlaşılabilir.
Beyoğlu Sineması’nın kapatılacağının açıklanmasından hemen sonra sinemaseverler tarafından gerçekleştirilen girişimde üç aşamalı bir yol haritası belirlendi. Beyoğlu Sineması’ndaki seyir zevkini arttırmaya yönelik değişimlerden abonelik sistemine, sinemanın yalnızca film izlenen değil sinema kültürünün her yönüyle paylaşılabildiği sosyal bir yaşam alanına dönüştürülmesine değin uzun bir yol haritası… Yaşanılacak bir bellek kaybının seyircisi olmak yerine yapılan her türlü girişimin değeri çok büyük; yalnız, abonelik sisteminin orta vadeli bir çözüm oluşturmayacağı da bir gerçek. Bu ancak ara bir geçiş süreci olacaktır. Yani Beyoğlu Sineması’nın kapanma sürecini öteki bir tarihe öteleyecektir. Patronaj desteğinin de bir çözüm oluşturacağını düşünmüyorum. Zaten sinemanın kapanacağına dair yapılan açıklamada sorunun sektörel bir sorun olduğunu şu cümleden anlayabiliriz: “Uzun zamandır; tekelleşen dağıtım ve gösterim zincirleri arasında, bağımsız kalarak ayakta durmaya çalıştık.” Dağıtım ve gösterim ağının AVM sinemalarına çekilmesi, küçük esnafı bitiren kapitalist işletmeler gibi bağımsız sinema işletmelerini de yok ediyor. Buraların ayakta kalmasının yegane çözümü ise seyircide. Fakat Beyoğlu artık insanların sanatsal ve kültürel faaliyetlere katılacağı bir mekan olmaktan çıktı. Burası artık ziyaretçi akışının yönlendirildiği, doğrudan alışverişi ve meta tüketimini teşvik edecek küresel kapitalist toplumsal ilişkilerin ortak paydasında şekillenen bir mekan halini aldı. Beyoğlu’nda bulunan mevcut sanat mekanları ise sanat dünyasının kürselleşmeye verdiği desteğin de etkisi ile mutenalaştırılmış ve elitist sanatın merkezi haline gelmiştir. Bu mekanların amaçları elit kesimleri kendine çekmek ve onların küresel sermaye ile olan ilişkilerinde etkili bir ideolojik paravan oluşturmak. Kısacası bu mekanlar, üretim ve tüketim süreçlerinin birer sömürü süreci olduğunu gizlerler.
Oysaki Antonio Negri ve Michael Hardt İmparatorluk kitabında sanatın daha fazla bütünleşmenin ve daha geniş çaplı dayanışmaların yolunu açacağını gayet açık bir şekilde ortaya koymuşlardı. Bizler başta kentlerin soylulaştırma projelerine karşı “toplumsal bellek”imizi savunmalı ve bağımsız sanat mekanlarına gereken özeni göstermeliyiz. Şemsi Ahmet Paşa Camii ile ilgili olarak geliştirilen tepki bu açıdan çok önemli. Beyoğlu’na dair kaçırılmış deformasyon süreci burada daha en başta engellenmiş oldu. Başta kentin estetikleştirmesi adı altında yapılacak tahrifata karşı gerçekleşen muhafaza etme güdüsü daha sonra gerçekleşecek kültürel kayıpların önüne geçmiş oldu. Eğer bizler yalnızca bir avuç insan olarak bağımsız sinema işletmeleri kapanmasın söylevlerinin dışında gerçekten oraların sinema kültürünün her yönüyle paylaşılabildiği sosyal bir yaşam alanına dönüştürülmesine ön ayak olamayacaksak, Beyoğlu’nun kendisi gibi Beyoğlu Sineması’nı da kaybetmiş olacağız.
İşte tam da bu noktada, sinemayı yaşatmaya dair yapılan girişime bir destek de biz sunalım fikrinden yola çıkarak Cineritüel sitesinde Kent ve Sinema adı altında bir dizi röportaja başlıyoruz. Sinemaya hayat suyu olacak tek parametre olan seyircinin kent ve sinema salonları ilişkisine yönelik fikirlerine bir yenisini daha ekleyebilmek adına giriştiğimiz bu röportaj serisinin ilkini yarın yayınlamış olacağız. Beyoğlu’nda bulunan mutenalaştırılmış mevcut sanat mekanlarından farklı, çarpık kent politikaları neticesinde kaybedilmiş Beyoğlu’nda tekrar bir bağımsız yapının yaşatılması için neler yapılabileceğine dair fikirlere ön ayak oluşturması için yapılan bu röportaj serisi, umuyorum ki amacına ulaşır.

Kimya Mühendisliği mezunu. İnovasyon, Girişimcilik ve Yönetim bölümünde başladığı yüksek lisans eğitimini bırakarak Marmara Üniversitesi’nde sinema yüksek lisansına başladı. Çeşitli film festivallerinde görev almasının yanı sıra İnönü Üniversitesi Kısa Film Festivali’nin yürütmesini yaptı. Cineritüel sitesinin kurucusu ve yazarı.