- Aslanyürek’in “Kaos”u, birbirlerine dokunan hayatların tesadüfü içerisindeki manayı aramaya çıkmış ama bu kaosun karşısında yeterli bakmayı gerçekleştirememiş bir görme çabası gibi. Hikayenin anlatılış şeklindeki biçimsizlik, uyumsuzluk öyle bir noktaya varıyor ki film kendi içerisinde bir yumağa dönüşüyor. Bir anlam çıkarılması gereken kaostan ise yeni bir karmaşa doğuyor.
Üç “günahkâr”ın tutsak düştükleri mağaralarında, birbirlerine hiçbir şey anlatmadan korkulu anlar yaşadıkları bir film Kaos. Semir Aslanyürek, üç kahramanın öyküsünü de bir örgüyü tamamlar gibi tamamlamaya çalışarak gerçeğin ortaya çıkışını parçalı ama çok da çarpıcı kılmaya çalışmış. Bu sebeple filmin içerisinde ortaklıklar, zamanın düz olmayan bir çizgide akışı ile ortaya çıkıyor.
Yeryüzünün bir tutulma ile karanlık kaldığı dünyada bu üç kahraman da karanlığın ayrı üç noktasına düşerler ve her biri kendi kişisel çelişkilerinin verdiği kararlar ile sona doğru ilerler. Film, yarattığı üç hikayenin peşinden giderken bu iç hikayeyi de evrene yaymaya çalışır ve tarihin bir izleği olarak seyirci de absürtlükler, karmaşalar ve kişilikler ile dolu bu kaosa davet edilir. Maksat, gerçeğin tek yüzlü olmadığı, bu doğruluk tutulmasında seyirciyi her gördüğüne ikinci kez, üçüncü kez ve sonsuz kez bakmaya çağırmaktır; doğrunun ışığı örtülmüştür ve insanın ışığı tekrar bulması güçtür. Peki, film bunu başarabilir mi? Bence kesin bir hayır.
Filmin ilk sorunu hikayelerin kendilerini anlatırken basit bir alegori anlatısından öteye geçemeyişleri. İntikam, yalan, kıskançlık gibi üç tema birbirlerine karışmış ve temalardan biri baskın çıkarak öykülerin anlatılış biçiminde bir düğüm noktası oluşturmuş. İlk hikayedeki insanların -birer etiket gibi- kendilerini neredeyse replikler ile anlatmaları filmin görsel anlatımını zayıflatırken yönetmen Semir Aslanyürek’in görsel imgeler kurması yönündeki sahneleri de seyirciyi yabancı kılmış. Yüzler ve sahneler replikleri yakalamaya çalışırken geç kalmış, denk düşmemiş aktarımlara dönüşmüşler. Filmin, ikinci hikayesi dışında ortaya çıkan en büyük zayıflıklarından biri de işte bu repliklerin temelsizlikleri.
Kaos, üç hikayeye bölündüğünde hikayelerin içindeki karakterler de hikayeyi var etmek için eksilmeye yüz tutuyorlar ve böylece ortaya çıkan konuşmaların neredeyse tamamı tuhaflaşıyor. İkinci hikaye ise bir kıssadan hisseyi aşamıyor ve tamamı engelli, akıl sağlığı da yerinde olmayan insanların sömürülüşlerinden ibaret kalıyor. Hele bir de aralarındaki kavganın mevzuyu güldürüye dönüştürmesi, masal-öykü taşlaması maksadını aşıp bir basitlik yaratıyor. Anlatılan, yaslanılacak imgesel bir bağlamı bulamayınca kaybolmaya mecbur oluyor. Repliklerin koşturmacası, konuşmayan ruhların varlığının peşi sıra üçüncü hikayede amaçlanan görsel anlatımın film içerisinde üretilmiş bir havzasının olmaması derken üçüncü hikaye de bölük bir şaşırtmadan başka bir şeye evrilemiyor.
Aslanyürek’in “Kaos”u, birbirlerine dokunan hayatların tesadüfü içerisindeki manayı aramaya çıkmış ama bu kaosun karşısında yeterli bakmayı gerçekleştirememiş bir görme çabası gibi. Hikayenin anlatılış şeklindeki biçimsizlik, uyumsuzluk öyle bir noktaya varıyor ki film kendi içerisinde bir yumağa dönüşüyor. Bir anlam çıkarılması gereken kaostan ise yeni bir karmaşa doğuyor. Bu da filmin içerisinde olması muhtemel manayı da parçalıyor. Filmde kopan fırtına ne Coenlerin A Serious Man’inin (2009) fırtınası ne Takhté siah’ın (2000) elma kokusu ne de Embrace of the Serpent’in (2015) çiçeği olabiliyor. Kaos, üçe böldüğü zamanının içerisinde dağılıp duran öykü parçalarını aşamayarak biçimsizleşmeye başlıyor. Aslanyürek’in Kaos’u, gösterdiği tutulma içerisinde anlatacağı öykünün bağlamını pekiştiremeyen bir denemenin ötesine geçemiyor.
Hacettepe Üniversitesinde Siyaset Bilimi bölümünde yüksek lisans eğitimi almaktadır; kendi blogunda amatör olarak başladığı film incelemelerini yine bir amatör olarak Cineritüel’de sürdürmektedir.