“Kafka’nın yapıtına nasıl girebiliriz?” Deleuze ve Guattari’nin birlikte yazdığı Kafka: Minör Bir Edebiyat İçin kitabı bu soruyla başlar. Bu başlangıçtan hareketle şöyle bir yorum yapabiliriz: Eğer Kafka edebiyatı üzerine konuşacaksak, onun edebiyatı üzerinden sinemaya ilişkin çıkarımlarda bulunacaksak, önce Kafka külliyatına ilişkin bir giriş kapısı bulmak zorundayız; bulamazsak icat etmeliyiz. O halde bizim giriş kapımız Kafka külliyatının tümü içinden süzülüp gelen bir biçim pratiği olarak kavranabilecek “Minör Edebiyat” olabilir.
Deleuze ve Guattari, Minör Edebiyat’ın özelliklerini üç başlıkta sıralar: İlki, bir azınlığın majör bir dilde yaptığı edebiyattır. Kafka bu edebiyata Prag Yahudi azınlığından gelmesine karşın Almanca yazması nedeniyle dahil olur. Şunu belirtmek gerekir ki, majör bir anadilden gelerek, bu majör dil içinde de minör bir edebiyat oluşturmak mümkündür ki, bu bapta Proust’u hemen eklemek gerekir.
İkincisi, bu edebiyatlarda her şeyin siyasal olmasıdır. Kafka’nın yapıtlarının “ileri giden bir saat” olduğu düşünüldüğünde –Kafka, edebiyatı ileri giden bir saat olarak tanımlar- Amerikan teknokrasisi, Alman faşizmi ve Rus bürokrasisinin vardığı nokta, Dava’nın uzun kesitler oluşturan, yan yana dizilmiş, geçirgen bürolarını; Şato’nun sonsuz sayıda yollu olan çembersel mimarisini doğrular. Kafka, 20.yüzyılın başında yeni bir biçim icat eder. Bu biçim Günlükler’inde belirttiği gibi “usta işi” olmayan bir edebiyat biçimidir. Ya da “küçük edebiyat”. Büyük edebiyat, bireysel sorunları, fon olarak kullandığı toplumsal sorunlara bağlayan ve bu sorunlardan yine bireysel çıkarımlarda bulunan bir üretimi imler. Kafka’nın Dickens’a yaklaşımı bu noktada önemlidir. Kafka, Dickens romanlarının olay örgüsünü çok beğenmesine rağmen karakter bloklarının zayıf olduğunu belirtir. Küçük edebiyatta bizi iyi tanımlanmamış olaylar, kendi içine kapanan anlatı ekseni karşılar ki, Kafka yapıtlarının önemli özellikleri de bunlardır.
Üçüncüsü, her şeyin kolektif bir değer taşımasıdır. Kafka’da bireysel her sorun zaten kolektif bir olay bütünü içinde tartışılır. K, iki dedektif tarafından uyandırılır, sonra üç memur onu bayan Bürstner’in odasındaki fotoğraf albümünün önünde bekliyordur, Titorelli’nin evinde üç küçük kız K’yı karşılar, ressam ona birbirinin aynısı resimler satar, mahkemede büyük bir makinenin dişlisi olan yargıçlar ve seyircilerin konumu adalet kitabının porno resimlerden türeyen yasalarına göre düzenlenir…. Karakter blokları ikili, üçlü altılı diziler halinde ve K dahil, tümünün mahkemeye ait olduğu bir şema içinde oluşturur. Yine Şato’da herkes şatoya aittir. Verili belirlenime haiz betimleme yaklaşımı olmadığından hiçbir sabit temsil kalıbı kullanmayan Kafka, siyasalın tam ortasında yer alır.
Ertelenmiş Arzu ve Temsilin Çıkmaz Sokakları
Kafka’nın belirttiği “büyük edebiyat” ve “küçük edebiyat” ayrımından hareketle temel çatışmadan türeyen olaylar bütününün dikey ilişkileriyle, açık seçik olmayan olaylar etrafında rastgele kurulan yatay ilişkiler arasında bir ayrım yapmak gerekir. Kafka’nın küçük edebiyatı, tesadüfler üzerine kurulur ve bu tesadüfler asla asıl amaçlanan olayın gerçekleşmesine imkan tanımayacak şekilde organize edilmiştir. Karakterlerin arzuları çoğunlukla gerçekleşmez, sürekli bir erteleme mevcuttur. Dava’da K, avukatla görüşmeye gittiğinde, ya Leni ya da Block’la karşılaşarak arzu ettiği görüşmeyi gerekleştiremez. Katedralde İtalyan iş adamıyla gittiği görüşmede kendisini rahiple konuşurken bulur. Rahibin anlattığı hikayede, zaten sadece kendisi için yapılmış olan adalet kapısından asla giremeyen köylünün başına gelenler, bir nevi K’nın da başına gelmiştir. Şato’da K, gitmeye çalıştığı şatoya asla ulaşamaz, görüşmeyi istediği Klamm’la görüşemez ya da Barnabas aracılığıyla ilişki kurmaya alıştığı şato yetkilileriyle ilgili tatmin edici bir cevap asla alamaz. Bu örnekleri, Bir Açlık Şampiyonu, Yargı ve Amerika’da da görmek mümkün. Peki bu engellemeler ne anlama gelir?
Kafka anlatısı, gerçekleşmeyen olayların sürekli çoğaldığı bir yapı kurar. Bu yapı nedensellik ilişkileri esnek, gösterene pirim vermeyen, diyalektik ilişkileri yadsıyan bir eksen oluşturur. Zaten tüm karakterler, aynı organizasyona aittir. Bu organizasyon hiyerarşik ilişkiler ağının kodladığı bireylerle çalışan toplumsal makinenin ta kendisidir. Bu makineleşme Kafka’da en açık biçimde romanlarda ve Ceza Sömürgesi’nde, daha az açık biçimde ve yabancılaşma tartışmasının başyapıtı sayılabilecek Şarkıcı Josephine’de farenin tüm fare ulusunu dizayn eden biçimsiz ıslığı, Maden Ocağını Ziyaret’te mühendislerin teknik araçlara duydukları fetişizme varan ilgisi ve Odalek öykülerinde tasarlanan makarada kendisini gösterir. Arzuyu sürekli ertelemek ve bu ertelemeye karışan yetkin mizah gücüyle etki gücünü ikiye katlayan bir biçimsellik; faşizmin, totaliterliğin, bürokratik kaosun ve kapitalizmin oluşturduğu toplumsal yapının eleştirisini babada, ailede, mitte veya söylencede arayan verili temsil şemalarına büyük bir provokasyon kurar. Akademi İçin Bir Rapor öyküsünde Kafka, maymunluktan insanlığa geçen karakterine şunları söyletir: “Hiç kimseden bu konuda bir yargı beklemiyorum, amacım yalnızca bazı bilgiler iletmekti, yalnızca bazı şeyleri bildirmekle yetiniyorum.” Bu cümleler, salt deneyimin bir edebiyat makinesi haline gelişinin ifadesi olarak ya da Kafka ontolojisinin babaya, üst bene veya bene bağlanamayacak bir “küçük” anlatısı olarak değerlendirilebilir. “Tepetaklak ilerleyen” maymun gibi Kafka, klasik otorite temsilerinin hiçbirine gönderme yapmadan, sadece bir bildirimde bulunur.
Minör Sinema Mümkün Mü?
Kafka anlatısı, majör dilin kodlayıcı zincirlerini kıran ve kurduğu labirentlerle dilin biçimsel katılığından kaçış yapan, bireyi siyasal alan içinde büyük temsil kiplerini kullanmadan dolaysızca resmeden, ürettiği karakter bloklarıyla kolektif bir varlık gösteren özellikleriyle minör edebiyatın kurucu yapıtaşı olur. Daha sonra bu edebiyat biçimine Joyce, Beckett, Celine, Karel Capek gibi yazarları da eklemek mümkündür. Peki sinemada nasıl bir izlek ‘küçük sinema’ türünden bir önermeyle minör anlatıya dahil edilebilir? Bu noktada ilk değinmek istediğim, İkinci Dünya Savaşı sonrası Marguerite Duras ve Alain Robbe-Grillet’in edebiyatta giriştiği değişimin sinemaya etkisi olarak cisimleşen author kuramın etkilediği modern sinema.
Author yönetmen filmin tek belirleyicisi olma imtiyazına sahiptir. Yeni Dalga yönetmenlerinin hepsi author etiketiyle varlık gösterir. Bir çeşit sine-roman karışımı olan bu yaklaşım Yeni Roman’ın ucu açık sonlar, sıradan insanlar arasında gelişen ilişkileri ele alan yapısının sinemada karşılık bulması ve Alain Robbe-Grillet’ın Geçen Yıl Marienbad’da (L’année Dernière à Marienbad, 1961) filmi ile senaryosunu Marguerite Duras’ın yazdığı, yönetmenliğini Alain Resnais’nin yaptığı Hiroşima Sevgilim (Hiroshima Mon Amour, 1959) filminin etkisiyle daha fazla tartışılmaya başlanır.
Özü itibariyle yönetmene tanıdığı öncelik nedeniyle film üretiminin kolektif mevcudiyetini baskılayan bu kuram, yetkin filmlerin çıkmasını sağlasa da, yazar-yönetmen karışımının filmleri, edebiyatta olduğu gibi bir üretim aracına dönüştürse de; film üretiminin kolektif bir süreç sonunda gerekleşme durumu askıya alınır. Kafka’da gördüğümüz kolektif bloklar, yazara öncelik tanımaz veya yazarın egosunu temsil eden bir üslup belirginleşmez; neredeyse yazar karakterlerin sürekli engellenen amaçlarının bir parçası olarak üstünkörü olay örgüsüne dahil edilmiş gibidir. Yeni Roman’ın mahiyetinin dışında; author’un özgünlük adına görmezden geldiği sanatçının egosunun filmin kodlarından ayrıştırılması, yani filmin üst belirleyeni konumundaki ayrıcalıklı dikey mevcudiyetinin yatay üretim koşulunun arayışıyla yer değiştirmesi kolektif bloklar üretebilecek bir üretime kapı açabilir. Duras ve Robbe-Grillet’in edebiyatta getirdiği yenilikleri majör dile metamorfoz geçirtecek özellikler barındırdığının su götürmez bir gereklilik olduğu tespitini bu değerlendirmeye ekleyerek, kastımızın özelde sinemadaki author kuramın mahiyetiyle ilgili olduğunun altını çizmekte fayda var.
Aksanlı Sinema
Minör sinemanın koşullarını tartışırken başvurulacak diğer yaklaşım Hamid Naficy’nin formüle ettiği “aksanlı sinema”. Naficy, aksanlı sinema yaklaşımını sürgün yönetmenlerin ürettiği filmler, diasporada yaşayan yönetmenlerin ürettiği filmler ve postkolanyal müdahale etrafında oluşan etnik ve kimlik temelli filmler üzerinden şekillendirir. Bu üç sacayağı da egemen dilden türeyen bir biçimsellik kullanarak film üretimi gerçekleştirmek durumundadır ve bu egemen dilin yadsınması, siyasal bir tutum etrafında üretim yapma koşulunu barındırır. Minör edebiyatın bahsedilen özelliklerini sergilemede işlevsel bir önem kazanabilecek bu tarz filmler katı biçimsellikle örülen klasik anlatı formunu esneten yetkin örnekleri barındırır.
Naficy, aksanlı sinema teorisiyle author yönetmenliğin ayrıcalıklı konumunu sarsar. Author yönetmenin tüm özgünlüğü ve dahiliğinin doğurduğu aşkın anlam kiplerini özellikle sürgün, diasporik ve postkolonyal yönetmenler açısından tartışan Naficy, aksanı film üretiminin verili olarak kolektif ve politik olma durumunu gündeme getirir. Bu politiklik, herhangi bir ideolojik angajman etrafında kurulmaz üstelik. Çünkü yönetmen henüz filmini çekmeye başlamadan önce, zaten siyasal bir özne olarak ya sürgün ortamında ya da diasporik bir mekanda yaşıyordur ve sırf bu nedenle kolektif ilişkiler ağının bir ürünü olarak üretimde bulunmak zorundadır. Bu tarz üretimi, Firtz Lang’dan Murnau’ya, Bunuel’den Tarkovsky’ye veya Atom Egoyan’a; sürgün edilen İranlı yönetmenlere kadar uzanan bir yelpazeyi içerir. Minör sinemanın oluşma koşulunu majör bir dille anlatı kuran yönetmenlerin oluşturduğu kaçış çizgilerinde aramak için Nazarin’de (1959), Nostalghia’da (1983), Tabu’da (1931) kendi içine kapanan olaylar silsilesinin oluşturduğu biçimsellikte yaratılan deneyim üzerinden bir tartışma yapmak gerekir.
Not: Bu yazı ilk kez Rabarba Şenlik dergisinin 13. sayısında yayınlanmıştır.
Matematik öğretmenliği mezunu. Marmara Üniversitesi’nde sinema yüksek lisansı yaptı. Aynı üniversitede doktora eğitimine devam etmekte. Aylık sinema dergisi Rabarba Şenlik’in editörlüğünü yaptı. Sinema Kafası’nda başladığı sinema yazarlığını Cineritüel’de sürdürüyor. Mail: fatih_degirmen@hotmail.com