Kader Postası (2019) Üzerine Söyleşi: “Biz Zaten Sette Var Olan İnsanlarız”

Kader Postası (2019) Üzerine Söyleşi: “Biz Zaten Sette Var Olan İnsanlarız”

Share Button

38. İstanbul Film Festivali’nde Seyfi Teoman İlk Film Ödülü adayı olan Kader Postası (2019), yolculuğuna devam ediyor. Küçük bir kasabada bir kadının çocukluktan yetişkinliğe uzanan büyüme hikayesini konu edinen filmin yönetmenleri Elif Akarsu Polat ve Çiğdem Bozali ile film ve sektör üzerine sohbet ettik.

Tanışma hikayenizle başlayalım.

Elif Akarsu Polat: Yaklaşık on beş yıldır dizi, reklam, film sektöründe çalışıyoruz. Birlikte çalıştığımız projeler de oldu. On bir yıl önce de yollarımız kesişti. İkimiz de aynı heyecanla bir şeyler yapmak istiyorduk ve birbirimize hikayeler anlatmaya başlamıştık. Bu hikayeler yazılmış bir halde köşede duruyordu. Bu filmin de on yıllık bir macerası var anlayacağınız, birkaç yılda yazılıp çekilmiş değil.

Çiğdem Bozali: Hatta senaryosunu birkaç sene yazıp, kaldırıp sonra tekrar üzerinde çalıştığımız bir süreç oldu.

Kader Postası ilk uzun metrajlı filminiz. Öncesinde kısa film ya da belgesel gibi projeleriniz oldu mu?

Çiğdem: İkimizin de ayrı ayrı yaptığı projeler oldu.

Elif: Çiğdem şu an ikinci yönetmenlik yapıyor, ben de daha önce ikinci yönetmen olarak filmde çalışmıştım. Kader Postası ilk filmimiz ama her şeyle ilk defa karşılaşmış değiliz. Uzun yıllar bu işi yapmanın, ilk film yapmanın heyecanına zararı da varmış.

Filmi izlerken -belki de ilk film olması sebebiyle-, hikayede biyografik unsurlar olduğunu düşündüm.

Çiğdem: Yaşanan anlarda, karşılaşılan olaylarda tabii ki biyografik durumlar var ama bire bir birimizin hikayesi değil.

Elif: Toplumda kız çocuklarına biçilen özellikler çok benzerdir ya, o yüzden hepimizin yaşadığı ortak şeyler bunlar. Size biyografik gelmiş olmasının sebebi de bu olabilir.

Çiğdem: Bu arada hikaye Elif’in hikayesi.

Elif: Biz öğrenciyken bitirme projesi olarak belgesel çekmiştik. Belgeseli çektiğimiz kasaba enteresan bir kasabaydı, herkesin tek geçim kaynağı ya cezaevinde gardiyanlık, memurluk ya da mezbahada kasaplık yapmaktı. Ben de o kasabadan yola çıktım. Onun dışındaki olaylar ise kurmaca.

38. İstanbul Film Festivalinde Seyfi Teoman İlk Film Ödülü adayı olan tek kadın yönetmenlerdiniz.

Elif: Festivalde tek kadın yönetmenler olduğumuz çok konuşuldu. Festivalin içine girince her alanda olduğu gibi bambaşka bir dünyayla karşılaştık. Festival deyince daha romantik bir yerinden bakıyormuşuz, işin içine girince daha net anladık bunu. Her yerde ismimiz “tek kadın yönetmenler” olarak geçirildi. Her ne kadar bu “kadın yönetmen” durumundan memnun olmasak da bunun bir farkındalık şekli olduğunu düşündük. Ama galiba daha çok bir tedbir şekliymiş.

Zaten “kadın yönetmen” söylemine de tepkilisiniz.

Çiğdem: Biz aslında o “kadın”ın o cümlenin herhangi bir yerinde olmasına da tepkiliyiz. Hiçbir yerde “yönetmen erkek” denilmiyor da biz neden cinsiyetimiz ile işimizi illa aynı cümleye koymak zorundayız? Takıntımız var bu konuyla ilgili.

Film süreci nasıldı? Hazırlık döneminden ve çekim sürecinden bahseder misiniz?

Çiğdem: Filme ocakta başladık. Sete temmuzda çıktık. Üç buçuk hafta sürdü çekimler.

Elif: Bir yıl önce yola çıkışımızda bakanlıktan destek çıkmıştı ama ülke gündemi karışınca biraz erteleyelim dedik. Sonra destek bulamadık, sadece Kültür Bakanlığı desteği vardı elimizde. İlk planlamamız beş haftaydı. Yıllardır asistanlık yapan insanlar olduğumuz için yapabileceğimiz en iyi şey o programı nasıl kuracağımızdı. Ama sonra paramızın elvermediğini gördük. Zaman direkt para demek. Para bulamayacak gibi olunca bir yıl daha erteleme aldık. Uygulayıcı yapımcımız Seda da bizi cesaretlendirdi ve elimizdeki parayla yola çıkmamız gerektiğini anladık.

Oyuncunuzu sektörden tanıyor muydunuz?

Elif: Boncuk’la yıllar önce Kızlar Yurdu diye bir dizide çalışmıştık. İkimiz de küçücüktük, yeni üniversiteden çıktığımız zamanlardı. Oradan tanıyordum ama yıllardır görüşmemiştik. Bu filmle tekrar bir araya geldik.

İlk gün gerginliği oldu mu sette?

Çiğdem: Olmadı çünkü ilk gün, neredeyse çıktığımız elli birinci set demekti. Her şeye o refleksle yaklaştık. Bu iyi bir şey olduğu için söylemiyorum…

Elif: Setten bir gün önce birbirimize bunu itiraf ettik hatta, “ben hiç heyecanlı değilim” dedik ikimiz de (Gülüşmeler).

Çiğdem: Biz zaten sette yaşayan, orada var olan insanlarız. Aslında bu festival camiasına biraz da işin sokağından gelen insanlarız. Bizim için setin dışında olmak tuhaf bir durum. O yüzden ilk gün gerginliği yaşamadık.

Elif: Kendimizi kötü hissettik. İlk filmimiz, daha farklı hissetmemiz gerekiyordu sanırım ama bizde böyle bir karşılığı olmadı. Set dediğiniz şey her gün bir krizdir, o krizi yönetmektir ya, biz bu noktada çok avantajını gördük. Her şeyi öngörebildiğimiz için küçük krizleri sete yansıtmadan, oyuncuların morallerini bozmadan yönetebildik.

Çiğdem: Ama film bittikten sonra insanın kendi filmi olması duygusu çok farklıymış. Sonunda insanın “kendi filmim” cümlesini kurması çok özel bir duygu.

Çocuk oyuncularla çalışmak nasıldı? Kısıtlı bütçeyi ve zaman faktörünü düşününce zorlukları oldu mu?

Elif: Çocuk oyuncularla çalışmak hiçbir zaman kolay olmuyor. Çocuk oyuncu demek, zamanla yarış demek. Fiziksel olarak onları o kadar yormak istemiyorsunuz, yetişkin gibi davranmanız mümkün değil. Oyuncu koçumuz olduğu için şanslıydık. Çok büyük emeği var çocuklar üzerinde. Büyük bir sorun yaşamadık çocuklarla ilgili. Öncesinde iyi bir hazırlık yaptık, bütün sahneleri tek tek çalıştık, karşılıklı provalar yaptık. Bu bize zaman olarak avantajlı şekilde geri döndü. Sete çıktığımızda dört haftayken programımız, sonradan bunu üç buçuk haftaya indirip kendimize gol attık biraz.

Çiğdem: Genelde yönetmenler ek gün ister, biz kısalttık.

Elif: Başka şansımız yoktu. Çünkü çok az parayla çekiyoruz. Sağ olsun setteki herkes arkadaşımızdı ve bize yardımcı oldular. Hepsi sektörde profesyonel insanlar, bizim için güzel bir şey yapıp fedakârlıkta bulundular. Biz de bunun karşılığını onlara zaman olarak verdik. Gerçekten bir tane kendimiz için fazladan çektiğimiz lüks planımız yok. Keşke böyle olmasaydı ama mecbur kaldık.

Kültür Bakanlığına başvuracağınız için senaryoda bir kısıtlamaya ya da müdahaleye gittiniz mi?

Elif: Bizim hikayemiz hiç öyle bir hikaye değildi. Bizim hikayemiz kadın meselesini sert, politik festivallerde yer alan kadın filmlerinden bambaşka bir yerde anlatıyor. Filmi izledikten sonra bazı kişilerden “kotarılamamış” izlenimini hissettik. “Aslında vizyonda da bir şey yapabilirdi, e tam gişe filmi de değil ama festival filmi de değil, festival biraz daha politik sever” şeklinde yorumlar sezdik. Hayır aslında, biz bu eleştirilerin geleceğini bile bile bunu denemeyi istedik. Hikaye buydu çünkü. Bunu senaryo laboratuvarlarına gönderseydik, Avrupa’nın bizden beklediği kadın temsili için koydurmak isteyeceği birçok şey olacaktı ve o zaman yurt dışındaki festivallerde daha çok şansımız olacaktı. Ama o film, bu film değil. Onları koysaydık haksızlık etmiş olurduk, hem oradaki kadın problemine hem de bu hikayeye. Belki başka bir film yapacağız ve çok daha sert olacak. Ama şansımızı arttırmak için böyle bir strateji yapmak istemedik.

Çiğdem: Hikayeye ihanet etmeye gerek yok diye düşündük aslında. İkimiz de klasik anlatıyı çok seviyoruz, o yoldan gitmek istedik. Biraz bencilce kendi filmimizi yapmanın peşine düştük.

Elif: Oldu da, biz sevdik (Gülüşmeler).

Karakteriniz erkeksi bir otoriteye sahip diyebilir miyiz? Halk tabirindeki “erkek Fatma” özelliklerini karşılıyor.

Elif: Aslında erkek Fatma hiç değil. Zeynep’in öyle olmasını istemediğimiz için kostümünden konuşmasına, hareketlerine kadar her şeye dikkat ettik. O yüzden çok az pantolon giydirdik. Zeynep çocukken yaramaz, ergenlikte biraz erkek Fatma ama yetişkinlikte aslında bir kadın. Çünkü ergenlikte kendinizi ifade edebileceğiniz kalıplarınız bellidir, malzemeniz azdır. “Abi” diye konuşursunuz. Ya da ergen kızlar küfreder. Hem isyanın bir parçasıdır bu hem de o kalıba girmek istemeyen bir kız çocuğunun bir kasabada yapabileceği şey o kadardır. Ama yetişkin olmaya başladıkça kendinize malzeme toplar ve yönteminizin sadece o olmadığını görürsünüz. Çoğumuzun geçmiştir başından. Mesela ben ergenken çok serseriydim. Şimdi bakınca ergen kızlara, bu maceradan geçtim diyorum. Biyografik bir kısım diyorsunuz ya, belki o kısmında var evet.

Çiğdem: Kadın olmakla ilgili tamamen. Var olmanın bir yolunu da o erkeksi tavırda buluyorsun aslında. Önümüzde “bir şey yapan” kadın örnekleri çok az olduğundan, belki bir şeyleri de yanlış anladık. Ama sonra yetişkinliğimizde fark ettiğimiz şeyi Zeynep de filmde anladı.

Bu aslında bizim sektörde de çok yaşadığınız bir durum. Bir sete girersiniz, işinde iyi olmanın bir ön koşulu da erkek gibi olmaktır. Özellikle reji asistanı olarak girdiğinizde öyle bir tavır ve kostüm beklenir sizden. O iyi olmanın alametifarikasıdır. Kırmızı ruj sürerek iyi asistanlık yapılmazmış gibi bir algı var, eskiden daha da öyleydi. Şükür ki kadınlar arttı sektörde ve bunun öyle olmadığını kanıtladık.

Hapishaneler ve askeriye daha sert, iten, demir parmaklıkların olduğu yerlerdir. Siz filminizde orayı çocukların eğlenebileceği bir atmosfere dönüştürmüşsünüz. Önemli bir nokta olarak görüyorum bunu.

Çiğdem: Çünkü çocuğun gözünden girdiğimiz bir mekan. Çocukken öyledir ya, eğlendiğiniz her yer eğlencelidir. Bilmezsiniz içinde ne olup bittiğini. Oralar Yusuf ve Zeynep için de oyun alanı.

Elif: Babanızın, annenizin iş yeri de öyledir ya. Sizin için bir oyun alanı gibidir. Onun üzerinden kurduk. Bunu ilk soran da siz oldunuz, kimse sormamıştı.

Filmin finalini bir yerden sonra tahmin etmeye başlıyorsunuz. Yusuf’un geleceğini biliyoruz ve beklemeye başlıyoruz. Bu sizce izleme motivasyonunu düşürüyor mu?

Çiğdem: Bu bizim, bile isteye yaptığımız bir şeydi. Özellikle böyle olsun istedik. Nasıl buluştular hikayesi olsun, o seyredilsin istedik.

Elif: Biz de aslında filmin tepkilerini böyle böyle topluyoruz. O eğer motivasyon kaçıran bir şeyse o zaman bile isteye yaptığımız şeyi motivasyon kaçırsın diye yapmadık tabii ki. Bu da bize ders olur. Bir dahaki işimizde bunu göğüsleyebiliriz.

Çiğdem: Onun Yusuf olduğunu bilmenin, “evet Yusuf’sun sen, artık çık ortaya” şeklinde bir lezzet üzerinden gideceğini de düşünmüştük aslında.

Aslında evet. Film o tatta da izlenebilir. Klasik anlatıyı sevdiğinizi söylüyorsunuz zaten. Dolayısıyla açık uçlu bir final tercih etmezdiniz. Peki bir sonraki projenizi yine birlikte yapmayı mı düşünüyorsunuz?

Elif: Genelde ilk filmde iki yönetmen çalışınca ikincisinde o birliktelik olmayabiliyor. Bizimkinde öyle olmayacak. Birlikte yapacağız.

Vizyon tarihi belli mi?

Elif: Bir dağıtımcıyla görüşüyoruz. Net bir takvim yok ama eylül ayı için konuşuyoruz.

, , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir