Günümüzde artık bilgisayarsız bir işlem yapmanın olanaksız olduğu gerçeğini kabullenmemiz gerekiyor. Ancak bu bilgi ağının içerisinde kaybolmamak ya da sunulan/eriştiğin bilginin doğruluğunu test etmek gün geçtikçe zorlaşmakta, bir ergenin eğlenmek için uydurduğu bazı bilgiler bir süre sonra karşımıza gerçek olarak çıkabilmektedir. Bu yüzden “Net” sadece bilgi paylaşım ağından çok kitleleri etkisi altında tutan, yönlendiren, devlet ve bireysel çıkarlar için olayları manipüle eden sanal bir silaha doğru hızla dönüşmektedir. Halen kâğıt üzerinde yaşanan savaşları, devlet kavramının kendi sınırları dâhilinde kalmadığı gerçeğini göz önüne alırsak; bilgi paylaşım ağının önemi gittikçe artmaktadır. Mamoru Oshii 2029 yılında “Net”i tüm dünyaya erişen; çeşitli örgütlerin, hükümetlerin ve uluslararası dev şirketlerin yer aldığı ve yönettiği sanal bir ağ olarak yorumlar. Ghost in the Shell’de Oshii, günümüzde yapılmaya çalışan bilgi manipülasyonunun başarıya ulaştığı cyberpunk gelecek tasviri ve yaratılan eşsiz atmosferine varoluş kaygılarını başarıyla elemlendirilmiştir.
Ghost in the Shell daha çok varoluş kavramı hakkında düşündürse bile bu kavramı sorgulamak için yarattığı atmosferi iyi anlamak gerekir. Filmin açılış yazısında yakın gelecekte şirketlerin ağ sistemlerine hâkimiyetinden bahseder ancak hemen bir sonraki açıklama bilgisayar kullanımının ilerleyişinin, ülkeler ve etnik grupları henüz ortadan kaldırmadığını belirterek politikanın önemini daha en başta izleyiciye sunar. Filmde yaratılan politik dil ve çıkar odaklı devlet anlayışı şu an yaşadığımız politik çevrenin bir yansımasından ibarettir. Sadece kapalı kapılar ardından netin sanal ortamına geçiş yapmıştır. Bu sanal gelecekte diplomasi halen çok önemlidir. Hasıraltı edilen davalar, diplomatik sığınma/özgürlük, devlet sırları, anlaşma komiteleri güncelliğini korumaktadır. Official Davelopment Assistance (ODA; Resmi gelişim desteği) olarak adlandırılan kaynak fonu yardıma ihtiyacı olan ülkeler için bir destekten daha çok asıl amacı politik fayda elde etmektir. Zaten filmin çıkış noktasını bu politik fayda doğurur. Diplomasinin her şey olduğu bir ortamda manipülasyonun üst seviyede olması kaçınılmazdır. Elde edilen bilginin çarpıtılması, daha çok bilgi elde etmek için sanal casusluk yapmak, net üzerindeki ağlardan yasadışı bilgi toplamak ve güç elde etmek için Dışişleri Bakanlığı’nın uygulamaya koyduğu bir yazılım olan “Proje 2501/Kukla Ustası” uzun bir süreçten sonra bilinç kazanır ve sanal dünyanın sınırlarından kurtulup fiziksel dünyaya geçmek ister. Kendisini durdurmak istendiğinde ise kimliğini dünyaya açıklamak ve hükümeti bir skandala sürüklemekle tehdit eder. Ghost in the Shell bu noktadan sonra varlığını ispat etmek, fiziksel dünyaya geçmek isteyen bir programın varoluş çabasına dönüşür.
Yeni bir yaşam formu
Kukla ustasının bilinç kazanarak yaşam formu olduğunu iddia etmesi, türünü devam ettirmekte hatta birleşme ve ölümü seçme hakkı olması Yapay Zekâ’nın (AI; Artificial Intelligence) bilinç kazanarak bir üst seviyeye çıkabilir mi sorusunu aklımıza getirir. Kukla ustası bir süre sonra ruh elde etmek için savaşan bir mitolojik kahramanı andırır. Pinokyo’dan, Blade Runner’a kadar sayısız kez karşımıza çıkan cansız ya da mekanik bir yapay zekânın “ruh” kazanarak insanlaşması fikri burada bir adım ilerlemiştir. Öyle ki aslında ortada ruh kazanacak bir beden bile yoktur. Kukla ustasının fiziksel bedene sahip olması ancak tuzağa düşüp hükümet tarafından yakalanmış olduğu zamana denk düşer. Kukla ustası sadece bir programdır, bir virüs, ters gidip kontrolden çıkmış bir yazılım. İşin tuhaf tarafı filmde bunun açıkça belirtilmiş hatta altının çizilmiş olmasıdır. Kukla ustasının “bir program benim sonumu getirebilir” diye söylemesi ve kendisini aktarmaya çalışması ile neslini devam ettirmek için varlığını feda etmesi arasında seçimini düşünmeden yapar. Neslinin devamı varlığından çok daha önemlidir. İnsanların kusursuz DNA’sıyla aktarılan ve gelişen nesiller, bir bilgisayar programının varlığını devam ettirmesine ilham verir. Burada teknolojik araçlar vasıtasıyla ruhsal bağlantı ihtimali irdelenmekte ve “ruh” kavramı açıkça sorgulanmaktadır. Filmde ruh ve gerçeklik kavramını sorgulayan tek karakter Kukla Ustası değildir. Bölüm 9 olarak adlandırılan ve Electronic Brain Ethics Violation (Elektronik beyin etik tacizi) (1) suçlularıyla savaşan birimin lideri Motoko Kusanagi de aynı soru işaretleriyle doludur. Cyborg bedeninin ve elektronik destekli beyninin oluşturduğu yapay varlık olma fikri sık sık kendi varlığı ve ruhunu sorgulamasına yol açmaktadır.
Kukla ustası olarak adlandırılan sanal program hackerin devamlığını sürdürebilmek için seçtiği kişi Kusanagi’dir. Kusanagi nette doğmuş bir cyborg’tur -filmin açılış jeneriğinde doğumunu izleriz.- Özellikle bir teknede şehri izlediği müthiş sahnede anlarız ki seçim doğrudur. Yağmur altında yalnız yürüyen insanları ve neon ışıklarını izleyen Kusanagi insanlar arasında bir ruh aramaktadır. Sahnenin parlak neon ışıkları arasında kolsuz mankenlerin yer aldığı bir vitrinde son bulması bize Kusanagi’nin gerçekle yüzleşmesini gösterir. İnsanların arasından geçen –hatta kendine benzeyen bir kişiye kamera odaklanır- ancak insan olmadığından/olamadığından parlak bir vitrinde son bulacak olan bir yaşamı sürmektedir. Bu noktada Kukla ustasının bir insan değil de bir cyborg seçmiş olması da ilginçtir. Kuklacının Kusanagi’ye vaadi kendi vücudunu aşıp net’in bir parçası olmasıdır. “Net” sadece siber uzay değil cismani olmayan bir yüce zihne yapılan bir göndermedir. (2) Böylece sanal olarak adlandırdığımız “Net” kavramını ruhani bir boyuta taşımaktadır. Kukla ustası ile Kusanagi’nin birleşmesi iki aynı teknolojinin birleşmesi gibidir. Yapay Zekâ ile Cyborg bedenin birleşmesi yeni bir türü doğurur. Sonsuz bir fiziksel güç, yenilenme yeteneği ve ağda sınırsız dolaşma yetisine sahip bu yeni tür devamlılığı sürdürme çabası ya da var olması Ghost in the Shell’in en büyük yaratıcı hamlelerinden biridir. Yaratıcı olması iki teknolojik kavramı birleştirmesinden daha çok yukarıdaki belirttiğimiz kolayca insan seçip insanlaşmaya çalışmamasından, yeni bir tür olarak varlığını sürdürmesi / ispatlamasından kaynaklanmaktadır.
Doğum
Belki de filmin en etkili sahnesi Kukla Ustası ile Kusagani’nin birleşme sahnesidir. İkisinin de neredeyse parçalanmış bedenleri ile başlayan ve Kusagani’nin Kukla Ustasının beynine sanal bir dalışı olan bu birleşme birçok açıdan filmin en kafa karıştırıcı anlarını barındırır. Öncelikle Kukla Ustası’nın Kusagani’nin üzerinden konuşması bu birleşmeyi sıra dışı hale çevirir. Çünkü olması gereken tersidir. Ayrıca kendi aralarında iletişim esnasında saldırıya uğramaları bedenlerinin kalan kısımlarının da parçalanmaları ile işlem yarım kalmış gibi görünebilir. Sonuçta sanal bir birleşme söz konusudur ve birbirlerinin ya da en azından Kusagani’nin bedenine ihtiyaç duymak gerekir. Kusagani’den kalan son parçalar Batou tarafından kurtarılıp başka bir bedene aktarılmasıyla işlem tamamlanır. Batou’nun Kusanagi için yeni bulduğu bedenin okul üniformalı genç bir kız olması, yeni gireceği dünyayı öğrenecek bir bebek olarak düşünmemize sebep olur. Bir şekilde sancılı da olsa doğum gerçekleşmiş olur. Anladığımız ve bildiğimiz anlamda bir “ruh” olmasa bile yeni bir yaşam formu meydana gelmiştir.
Filmin genel tonunun siberpunk olduğu tartışmasızdır ancak “film noir” estetiği filmin atmosferi olarak belirlenmiştir. Özellikle sayısız tabelalar, kakofoni şeklinde şehrin içine akan sesler, yağmur ve gotik atmosferi ile görüntülenen Hong Kong açıkça bir “film noir” şehrinin en belirgin özelliklerini barındırır. Blade Runner; ruh/beden ilişkisi dışında karanlık mizansenleri ve gökdelenlerle dolu yağmurlu şehir tasviri konusunda da filme referans olmuştur. Zaten Blade Runner tüm Japon animasyon yaratıcılarını bir şekilde etkilemeyi başarmıştır. Ancak Blade Runner’daki kopya insan kavramı ile Ghost in the Shell’deki vücutların birer kabuk olduğu ancak ruh’u algılamamızın farklı olduğu dünya birbirlerinden oldukça farklıdır. Ghost in the Shell bu açıdan felsefi anlamda düşünceyi bir adım yukarıya taşımış, kendisinden sonra gelen birçok filme referans olmuştur. (3) Ayrıca polisiye filmlerinde çokça kullanılan takip sahneleri teknoloji ile harmanlanmıştır. Filmin iç dinamiği ve kurgusu ise göze çarpan önemli bir ayrıntılardır. Sakin sualtı sahneleri felsefi konuşmalar ile, aksiyon ise diplomasi ile kurgulanmıştır. Zamanının ötesindeki animasyon tekniği, detaylara gösterilen özen ve özellikle alan derinliği filmin tonunu kusursuz destekler. Bu da filmi sadece bir etkileyici bir animasyon filmi değil “gotik ve mahşer tonları taşıyan siberpunk noir film” olarak izlememizi sağlar.
Ghost in the Shell hem sinemasal açıdan parlamakta hem de felsefi açıdan algılarımızı zorlamaktadır. Ruh kavramının değişebilir hatta yeni formlarda yer alabileceğini ima eder ancak bir yanıyla bunun sadece sanal bir ortamda var olabileceği gerçeğinin altını çizerek yaşarken sadece insan olduğumuz için edindiğimiz ruhun önemini bir kez daha bize anımsatır. Felsefi ya da dini yorumlamayı ise izleyicinin algı seviyesine bırakır.
(1) Electronic Brain Ethics Violation (Elektronik beyin etik tacizi): İnsan beyninin devasa ağın bir parçası olduğu bir dünyada, bireysel beyine müdahale etmek bir suçtur.
(2) Susan J Napier
(3) Ghost in the Shell’in en fazla etkilediği film kuşkusuz Matrix’dir. Zaten etkileyici bir kolâj olan Matrix’deki birçok tema bu filmden alınmıştır. Sadece ana tema dışında bazı sahneler de Matrix yer alır. Kolonların parçalanması, yüksekten düşerken zeminin dağılması, Trinity ve Kusagani arasındaki benzerlik dışında, jenerikte birebir kullanılan yeşil ekran üzerindeki sayılar, doğum ve uyanma temaları örnek gösterilebilir.
Not: Yazıda kullanılan minimal afiş Cineritüel için Ahmet Can tarafından tasarlanmıştır. İzinsiz kullanılamaz.

İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.
Gerçekten de çok güzel bir inceleme olmuş. Her yılın belli dönemlerinde varoluşsal felsefi kavramları, günümüz politikalarını ve teknolojik gelişmeleri düşünmeye başlarım ve ilk yaptığım iş bu filmi tekrar izlemek olur. Özellikle de günümüz şartlarını karşılaştırdığımızda inanılmaz benzerlikler bulduğumu açıkça belirtmek istiyorum. Ghost in The Shell sadece geleceğe referans yapan bir cyberpunk filmi değil, aynı zamanda insanlığın yakın zamanlarda kendisine sormaya başlayacağı soruları da öngören bir başyapıt.