- Film, karanlık operasyonları yöneten, tüm dünyada yasadışı terörist faaliyetler gösteren ve bunu vatanseverlik kisvesi altında yapan CIA’ya neredeyse toz kondurmuyor. Bourne üzerinden deşifre edilen yapılar bireysel hırslarla açıklanıyor. Sistemi istismar edenin insan faktörü olduğunun altı çizilerek CIA bir nevi aklanıyor. Tüm seride olduğu gibi son filmde de CIA içindeki iyi kişiler Bourne yardım ediyor. Oysaki bu kişiler, söylem ve düşüncel olarak değil eylemsel olarak birbirlerinden ayrılıyorlar. Bir anlamda yok birbirlerinden farkları.
Daha önce üç filmlik bir seri halinde izlediğimiz ve aslında hikâyesine derli toplu bir şekilde vakıf olduğumuz mahir ajanımız Jason Bourne, bir kez daha Paul Greengrass yönetiminde sahalara geri döndü. Ancak kendi içerisinde bir sarmala hapsolmuş hikâye örgüsü ile bu dönüşün beklenen etkiyi karşıladığını söylemek oldukça zor. Birçok noktada sarkan ve bu açığını daha fazla aksiyon ile kapatmaya çalışan bir filmle karşı karşıyayız. Orijinal seride kaçınılan bu durumu göz ardı edersek, perdede, iyi çekilmiş, iyi oynanmış bir aksiyon filmi izliyoruz. Türün dinamiklerini yakalamakta çoğu noktada başarılı olsa da, neden sonuca ulaşamadığını anlamak için Bourne üçlemesine geri dönmemiz gerekiyor.
Kendisini 1980’lerin soğuk savaş paranoyalarından arındırıp 21. yüzyılın ajanı olarak güncelleyen ilk Jason Bourne filmi The Bourne Identity (Geçmişi Olmayan Adam) bellek sorunlarını merkeze alıyordu ve “her şeyi hatırla” spotu ile tanıtılan The Bourne Ultimatum’a (Son Ültimatom) kadar da hikâye örgüsünün en önemli itici gücü, pis operasyonları ifşa etmekten çok, geçmişi/gerçeği hatırlamaktı. Bourne, seri boyunca Treadstone ve onu da kapsayan Blackbriar operasyonlarını açığa çıkarmıştı ancak başat öge kendi geçmişi ile yüzleşmesiydi. Ortaya çıkan sonuç da ajan filmlerinde olduğu gibi büyük olaylar değil, basında skandal olarak sınıflandırılan buz dağının görünen yüzüydü. Yeni filmde, serinin mihenk taşı “geçmişi hatırlama” olgusundan vazgeçemeyecekleri için filme, vatanseverlik sosuyla sunulan bir baba figürü eklemlenmiş. Bourne’un geçmişini yeniden sorgulamasını ve izleyicinin önceki filmlerle bağ kurmasını sağlamayı amaçladıkları aşikâr; fakat bu etkileşim filmde maalesef hiç çalışmıyor ve filmin zayıf karnına dönüşüyor. Finalde Bourne’un öğrendiği “gerçek” ise üçleme ile öyle zorlama bir bağ kuruyor ki bırakın zekice olmasını, ikna edici bile değil.
Bourne serisinde karakterin motivasyonunu tetikleyen bir diğer unsurun ise paranoya veya belirsizlik hissiyatı olduğunu söyleyebiliriz. Bourne’un her an bir şey olacakmış gibi davranmasının sebebi geçmişinin muğlâklığından kaynaklanıyordu. Yeni filmde Bourne’u olayların merkezine çeken ise CIA’yı hackleyen eski dostu/sevgilisi Nicky’in yardım istemesi. Her ne kadar geçmişiyle ilgili bir bağ olsa da, Yunanistan’ın arka mahallelerinde para için dövüşmeye kadar düşmüş ajanın, tekrar kontrolü ele alıp hem intikam hem de kahramanlaşmasını izlemek izleyiciye yeni bir şey sunmuyor. Baştan sona kadar tasarlanmış izlenimi uyandıran ve ana düzlemde yer alan geçmişi araştırma iskeletini doğru kuramamasının da etkisiyle film, Matt Damon’ın yarattığı karakter personasından faydalanmaya çabalıyor. Bir noktaya kadar başarılı olsa da anlatının klasik ajan filmi kalıplarına hapsolması Jason Bourne’u sığ sulara çekiyor. Bir kez daha, hatta bu kez ailevi geçmişini de düşünürsek dozu arttırılmış bir dramatik eksende çizilen CIA piyonu yetenekli ajan izliyoruz. Diğer taraftan, The Bourne Supremacy (Medusa Darbesi) filminin finalinde gördüğümüz üzere Bourne, öldürdüğü bürokratın kızından özür dileyen ya da polise “kavgam seninle değil” diyebilen biri. Yani geçmişte yaptıklarından dolayı ağır pişmanlıklar yaşıyor. Oysa yeni film Bourne’a kurtarıcı payesi biçmekten geri kalmıyor.
Her Taşın Altı: CIA
Geçmişi Olmayan Adam’dan itibaren izleyicinin tek bildiği Bourne’un, CIA’ın örtülü operasyonlarda kullandığı üstün yetenekli bir tetikçi olduğu. Mazisine sırt çeviren Bourne piyon olmaktan vazgeçse bile istemeden de olsa kirli yapıyı parça parça deşifre ediyordu. Jason Bourne da ise bu kez yapbozun görece büyük parçalarını görsek de detaylara hâkim olamıyoruz. CIA’e ait tüm gizli operasyonların hacklenmesi gibi büyük bir olay filmin içerisinde neredeyse ateşleyici rolü haricinde sessizce çözülüyor ve olayın içerisine Bourne’u dâhil etmesi dışında ana öyküye gerçek anlamda hizmet etmiyor. Oysa Robert Ludlom’un romanları nasıl ki filme çekilirken üzerinden geçen zaman göz önüne alınarak güncelleniyorsa, yeni filmde de kendini güncelleyen bir konu var: İnternet gözetlemeleri. Jason Bourne filminde takip ve izleme için kullanılan internet gözetlemeleri oldukça heyecan verici aksiyon takiplerini tetikliyor ancak Julian Assange, Edward Snowden ve Mark Zuckerberg’e kadar uzanan referansların kıymeti yeteri kadar bilinmiyor.
Diğer taraftan film, bu kadar karanlık operasyonları yöneten, tüm dünyada yasadışı terörist faaliyetler gösteren ve bunu vatanseverlik kisvesi altında yapan CIA’ye neredeyse toz kondurmuyor. Bourne üzerinden deşifre edilen yapılar bireysel hırslarla açıklanıyor. Sistemi istismar edenin insan faktörü olduğunun altı çizilerek CIA bir nevi aklanıyor. Tüm seride olduğu gibi son filmde de CIA içindeki iyi kişiler Bourne’a yardım ediyor. Oysaki bu kişiler, söylem ve düşüncel olarak değil eylemsel olarak birbirlerinden ayrılıyorlar. Bir anlamda yok birbirlerinden farkları. Zaten Bourne’un “devletin hizmetindeki kahraman ajan”dan “derin devlete başkaldıran asi”ye dönüşmesi de temelde kişisel çatışmalardan kaynaklanıyor. Yoksa Bourne’un CIA hackleyen ekibe açıkça söylediği gibi onlardan taraf değil. Seride derin devlet liberal bir bakış açısıyla eleştirilirken Jason Bourne da vatanseverlik ön plana çıkıyor ve bu kavram Bourne’u CIA’ye tekrar kazandırmak için koz olarak kullanılıyor. Bu fikrin düşündürdüğü “kim vatansever, kim hain” temasının muhtemel devam filmlerinde kullanılacağını düşünüyorum. Sonuçta suç yine kötücül bireylere kalıyor, CIA kurum olarak işin içinden sıyrılıyor; Bourne da geçmişini temizlemek adına biraz daha kirlenmeye razı oluyor. Çünkü film kirlenmemek için toplum yararına da olsa hiçbir eyleme bulaşılmaması gerektiğini öğütlüyor.
Jason Bourne bir hayatta kalma ustası olduğundan, tüm seride olduğu gibi kalabalık şehirlerde geçen aksiyon sahneleri izleyiciyi tansiyon yükselten bir aksiyonun ortasında bırakıyor. Aksiyon sahnelerindeki detaycılık ve görsel efektten çok kamerayı merkeze alması ve kurgu numaraları yine üst düzeyde. Yine de finaldeki araba takip sahnesinin çok abartılı olduğunu ve serinin dokusuyla çeliştiğini söylemek gerekiyor. Daha önce dergi, havlu gibi günlük eşyaları ölümcül silaha çeviren Bourne’un izleyici için yeni numaraları da var. Son tahlilde Jason Bourne, iyi çekilmiş bir aksiyon/ajan filmi ancak tavşanın suyunun suyu olduğundan, tasarlanan yeni seri, vaat ettiği açılımını yapacak potansiyelden oldukça uzak görünüyor. Bu şekilde devam ederse, ilk üçlemede izleyicinin zihnindeki parlak anları da zedeleyeceğini düşünüyorum.
İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.