21. yüzyılda kapitalizmin tüm dünyayı ele geçirdiğini hatta derine nüfuz ederek kişileri ve olayları kendi yöntemleriyle değiştirdiğini söylemek doğru olur. Değişen dünya, sürekli yenilenen teknoloji sayesinde artık insanlar korunaklı ortamlarda kalıyor; hatta görmek istemediği haberlerden uzak durarak yaşam kalitesini arttırdığı yanılgısına sığınıyorlar. Toplum katmanları içerisindeki çözülmenin işçi sınıfını tamamen darmadağın ettiğini sadece ülkemizde değil tüm dünyada gözleyebiliyoruz. Artık daha çaresiz, kısmen saldırgan ama en önemlisi geleceklerinden ümidi kesmiş ve tamamen umutsuz hale gelen bireylere dönüşmüş olmaları üzücü olduğu kadar düşündürücü de.
It’s a Free World (İşte Özgür Dünya)’ün çıkış noktası tam olarak bu umutsuzluk hissi. İşinde başarılı olan bir kadının (Angie) tacize karşı koyduktan sonra hemen işten atılmasıyla, bir anlamada bu dünya için fazla naif olduğunu anlaması hemen hemen aynı zamanlara denk geliyor. Kuzuluktan kurtluğa geçişte ilk önce pasaport kontrolüyle yasal işçi bulma eylemlerinin ona yeterli kazanç sağlamamasıyla yasadışı bir yola sürüklenmesi ile umutsuzluğunun altı çiziliyor. Tabii ki bu altı çizilen umutsuzluk kendi ortağının bile fikrini çalıp onu vicdanı ile kandıran patronun değil, halen umut edip beklemekten başka çaresi olmayan işçilerin umutsuzluğu.
Ken Loach’un kamerası bu kez işçinin değil işverenin tarafında. Paranın o hızlı çekiciliği birçok sahnede kan dondurucu şekilde yalın ve gerçekçi şekilde resmediliyor. Angie’nin yeni kaçak göçmenlere yer açmak için konteynırlarda yaşayan göçmenleri ihbar etmesi kadar, para kazandığı için oğlunun başına böyle şeylerin gelmediğini düşünmesi gibi kan dondurucu anlara izleyiciyi ortak ediyor.
Serbest (free) piyasada arz ve talebin sürekli değiştiği ve daha kaliteli bir üretim sürecini doğurduğu bunun da son tüketiciye daha ucuz ve kaliteli ürün sağladığı varsayılır. Ancak burada sağlanan ürünün ucuzluğunun bir maliyet ekonomisini doğurması kaçınılmazdır. İşçi maliyetlerinin budanması ise bu tasarrufta ilk sıralardaki yerini alır. Burada Angie’nin babasının dilinden dökülen “sen bu göçmen işçilere iş buldukça ve bunlar karın tokluğuna çalıştıkça kendi vatandaşımız iş bulamayacak, zaten askeri ücret bile vermiyorsunuz” cümlesi oldukça önemlidir. Bu ilginç paradoksun altında göçmen işçilerin hem emeklerinin karşılıklarını alamamaları hem de ağır şartlarda minnet duygusuyla hareket etme mecburiyetlerinin altı çizilir; diğer yandan bir üst sınıfın her an faşizme kayabilen kaygan zemini de gözler önüne serilir.
Loach yine uzaktan olanı göstererek kan dondurur, taraf tutmaz ama bildiklerini de kendine saklamaz paylaşır.
İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.