Fatih Akın’ın 75. Altın Küre’de, yabancı dilde en iyi film ödülünü kazanan filmi In the Fade (2017), dramatik açıdan okunabilecek birçok perspektif sunsa da temel tartışma düzlemini modern hukuk nosyonu üzerinden oluşturur. Modern hukuk, Weberci anlamda meşru şiddet tekelini devlete vererek gasp edilen hakkın tanzimini mahkemeler aracılığıyla sağlayan bir toplumsal temsil ilişkileri içinde tanımlanır. Yani hak ihlaline uğrayan kişi, kendi başına şiddet uygulayamaz. Eğer haklı görülürse devlet onun yerine kolluk güçleriyle meşru -gücünü yasadan alan- şiddet uygulayarak hak ihlaline sebep olan kişiyi yargı önüne çıkarıp adaleti yeniden sağlamak zorundadır. Hobbes’un toplum sözleşmesinde bu yapı, kişiler arası şiddet sarmalının önüne geçmek için, tüm şiddeti uygulama yetkisini Leviathan’a (devlet fikrine gönderme yapar) veren toplumsal sözleşmeyle (anayasa) mümkün kılınır.
Film, eşi ve oğlu bir Nazi saldırısıyla ölen Katja’nın adalet (hukuk değil) mücadelesini konu edinir. Alman mahkemesi eski bir uyuşturucu satıcısı olan Katja’nın kocasının ölümüyle çok ilgilenmez. Sanıkların suçu hem Katja’nın hem de sanıkların, ebeveynlerin tanıklıklarıyla sabitken, ölen kişinin eski uyuşturucu satıcısı olması, göçmen bir Kürt olması gibi etmenler mahkemenin sanıkları serbest bırakması için yeterli bir sebebe dönüşür. Katja, dava sürecinde Leviathan’ın keskin dişleriyle böylece tanışmış olur. Filmin politik söylemi bu noktada keskinleşir. Katja adaleti artık modern hukuk yoluyla aramaz. Beraat eden sanıkların izini sürerek onları Yunanistan’da bulan Katja, Nazilerin eşi ve oğlunu öldürürken kullandığı bombanın benzerini yaparak, kendisiyle birlikte zanlıları da patlatır. Hakkını bu yolla tanzim eder.
Devlet ne işe yarar? Modern liberal hukuk sistemi güvenliğin sağlanması ve mülkiyetin korunması üzerine şekillenir. Bu şekillenme hukuk aracılığıyla devletin varlığını bir “istisna hali” olarak konumlandırır. Modern hukuk öğretisinin kendisini koruma mottosundan hareketle yarattığı istisna hali, yasanın topluma dışsal olarak kurulduğunun da bir kanıtına dönüşür. Yani amaç devletin bizzat kurumsal organizmasını ve zenginin mülkiyetini koruyacak bir mekanizma kurmaktır; toplum ikincil özne olarak hukuka konu olur. Bu nedenle çoğu anayasada önce devlet ve organlarını tanımlandıktan sonra bireysel ve toplumsal haklara geçiş yapılır. Başlıca referanslarını Carl Schmitt ve Agamben de bulabileceğimiz bu istisna hali kavramı, devletlerin hukuk aracılığıyla adaleti değil kendi varlıklarını sağlamlaştırdıkları mitsel bir söylence kurduğu tespitiyle temellendirilir. Leviathan, işte bu meşru devlet gücünün biriktiği yer olarak karşımıza çıkar.
In the Fade filmi üç bölümden oluşur. İlk bölüm sıradan bir aile hayatını gözler önüne serer ve patlamanın etkisini arttıracak dramatik bir yapı oluşturur. İkinci bölüm patlama sonrası başlayan mahkeme sürecidir. Bu süreçte Naziler devletin bir çeşit kurumsal ittifak yapısıyla aklanır. Patlamadaki sorumluluk, Katja’nın tanıklığını uyuşturucu içtiği bahanesiyle geçersiz sayan mahkeme heyetinin hüneriyle hasıraltı edilir. Görünürde Nazilere aman vermeyen Alman devleti, ölen göçmen bir Kürt ve onun çocuğu olduğunda, zanlılar faşist bile olsa “şefkatli” kucağını açar. Filmin üçüncü bölümü Katja’nın intikamını konu edinir.
Modern yasa imgesine yönelik eleştiri filmin özellikle ikinci bölümünde yaptığı hukuk tartışmasından hareketle kurulur. Böylece In the Fade filminin söylemi, özellikle ikinci bölümde önemli bir eleştirel perspektif geliştirir. Bu perspektif başta ele aldığımız istisna hali ve Leviathan kavramları ekseninde bir okumayı olanaklı kılar. Çünkü film, şiddetin meşru uygulayıcısı olan Alman devletini (Leviathan), alttan altta Nazi ittifakına göz kırpan ve “devletin bekası” gibi söylemlerle hukuku devletin resmi ideolojisinin bir parçası haline getirmekle suçlar. Bu yorum biraz abartılı gelebilir; ama mahkeme diyalogları ve sanıkların sanki sonucun lehlerine çıkacağından emin tavırları, en azından devlet, hukuk ve faşizm denkleminden hareketle bir yorum yapmayı zorunlu kılar. Bu yorum Alman devletinin faşist bir yönetimle yönetildiği, ırkçılığın tüm ülkede kol gezdiği türünden kaba bir okumayı içermez. Kaba bir angaje eleştiriden ziyade modern hukuk ve devlet arasındaki ilişki üzerinden bir tespit yapmak sanırım yerinde olacaktır.
Hukukun temel dayanağı olan yasa ne işe yarar ve kimin yararı için kullanılır? Sorunun cevabı için hukuk kitaplarına başvurmaya gerek yoktur. Hukuk, kendi teknokrasisi içinde illaki bir cevap bulacaktır. Cevabı edebiyatta aramak hukuk tekniğinin maskesini düşürmede önemli bir yöntem olabilir; tıpkı Fatih Akın’ın sinema aracılığıyla bu maskeye attığı çizikler gibi. Örneğin Kafka, yasayı kendi mevcudiyeti için bile hiçbir şey yapamayacak bir tutarsızlıklar ağıyla resmederek, Josef K aracılığıyla modern yasa imgesine iflah olmaz bir çizik atmıştı. Dava romanında Kafka, dava gerekçesinin bile bilinmediği bir mahkeme kurarak modern hukukun adaleti ve iyiyi tesis etmek için değil sadece formel yasa imgesi aracılığıyla Leviathan’ı meşrulaştırdığını üst düzey bir mizahla gözler önüne serer. Cezalılar Kolonisi’nde kendi kurduğu işkence aletinde kendini öldüren albay için şiddetin uygulayıcısına döndüğünü bir son hazırlanırken; Kafka, bir taraftan da gelecek zamanlarda bu işkence aletinin kullanılmasını destekleyecek büyük kitlelerin olacağını vurgulamaktan geri durmaz.
Bu öngörü, Hitler faşizmiyle bir çeşit “kendini gerçekleştiren kehanet”e dönüştü. Böyle bir öngörünün formel hukuk metinlerinden çıkması beklenemezdi zaten. Yine bu kapsamda Marquis de Sade’a değinmek gerekir. Yasanın temelde tiranla ittifak halinde olduğunu belirten Sade, Juliette romanında şu ünlü sözleri söyleyecektir: “Tiranlar asla anarşi ortamında doğmazlar, yalnızca yasaların gölgesindeyken yükselişe geçtiklerini ya da yetkiyi yasalardan aldıklarını görürsünüz.” Yetki yasadan alındığı sürece hiçbir tiran meşruiyet krizi yaşamaz. Yasa algısındaki dönüşüme de değindikten sonra tekrar filmin söylemine geçebiliriz.
Yasa, Antik Yunan’da bir iyi amaca ulaşmak için kullanılan araçtı. Yani asıl amaç toplumsal iyinin sağlanması idi ve yasa iyiye bağlıydı. Yasa, iyiyi temin etmede ikincildi. Kant’la birlikte yasa, araç konumundan amaç konumuna geçer. Yani toplumsal iyi yasadan çıkar. Ahlak yasası bizzat yasanın alt belirlenimi haline gelir. Artık yasa iyiye değil, iyi yasaya bağlıdır. Modern yasa imgesinin bu veçhesini Kafka, Sade, Dostoyevski gibi yazarlar keskin bir dille açığa çıkarmıştı. Bir gün hukuk fakültelerinde teknik hukuk kitapları yerine bu eserler okutulduğunda sanırım istisna halinde konumlanmış iktidar öbeklerinin maskesi düşecektir.
Filmdeki adalet arayışı yasa düzeninin dışında gelişir. Yasa, Alman devleti ve Nazi ittifakının bir ürünü gibi davranarak devletin “öteki” olarak kodladığı insanlara karşı saf Alman vatandaşlarının tarafında yerini alır ve adaletin değil kurumsal devlet ideolojisinin bir göstergesine dönüşür. Katja, yasanın araçsal kullanımına, Leviathan’ın dişlerine karşı kendi adalet anlayışını koyarak hakkını arama yolunu seçer. Böylece Akın, filmin söylemini ideolojik yasa çerçevesine değil doğal hukuktan kaynaklanan adalet anlayışına dayandırır.
Not: Bu yazı ilk kez Rabarba Şenlik dergisinin 12. sayısında yayınlanmıştır.
Matematik öğretmenliği mezunu. Marmara Üniversitesi’nde sinema yüksek lisansı yaptı. Aynı üniversitede doktora eğitimine devam etmekte. Aylık sinema dergisi Rabarba Şenlik’in editörlüğünü yaptı. Sinema Kafası’nda başladığı sinema yazarlığını Cineritüel’de sürdürüyor. Mail: fatih_degirmen@hotmail.com