In Bruges (2008): Büyülü Şehirler

In Bruges (2008): Büyülü Şehirler

Yazar Puanı3.5
  • Meşhur Britanya soğukluğu ve hicvinin güzel örneklerini taşıyan zekice yazılmış diyaloglar filmin keyif katsayısına bir puan daha eklerken yönetmenin oyun yazarlığından sinemaya taşıdığı yeteneğini gözler önüne serer. In Bruges ilk bakışta sadece eğlence içeren bir film gibi görünse de aynı zamanda insancıl ve duygusaldır. Tüm o renkli karakterler ve eğlenceli diyaloglara rağmen hem filme hem de müziklere finaldeki kovalamaca sahnesine dek hüzün ve sıkıntılı ruh hali hakimdir.
Share Button

Yönetmenlerin şehir aşklarının sinemaya, sinema aşklarının da şehirlere olan katkısı diğer temaları ve sanatları kıskandıracak nitelikte. Elbette bu iki sevda bir araya gelince ortaya çıkan güzel ürünlerin sefasını da seyirciler çekiyor. Aynı anda hem güzel bir film izlemenin, hem de bir şehri ilk kez veya yeniden keşfetmiş olmanın damaklarda bıraktığı tat bir başka oluyor. Şöyle bir düşününce, farklı kulvarlarda bile olsa yönetmenlerin şehirlerle özel bağlar kurduklarını ve onları beyazperdeye yansıtma arzusunun pek çok yönetmeni sardığını görebiliriz. Örneğin New York yönetmeni olarak anılmak için Woody Allen ve Martin Scorsese adeta yarışmış gibidir. Federico Fellini’nin Roma aşkı çok göze çarpar ancak Vittorio De Sica’nın Umberto D filmindeki Roma arka planı da hafızalardan yitecek gibi değildir. Yeni kuşaktan Richard Linklater, Before Sunrise, Before Sunset, Before Midnight üçlemesinde Viyana, Paris ve Messinya’yı seyirciye de arşınlatır. Jim Jarmusch, Night On Earth filminde hızını alamayıp izleyiciye beş bölümde taksi ile beş ayrı şehir turu attırır. Şimdilerde popüler olan Paris, I Love You / New York, I Love You / Rio, I Love You gibi projeler göz önüne alındığında ise şehir aşkının, şehirlere karakter ve duygu yükleme arzusunun yönetmenlerin ortak ilgi alanı olduğunu, onları bir araya getirdiğini bile söylemek mümkün. Elbette yönetmenlerin şehirlere olan sevdası, onları gezip beğenmiş olmaktan çok daha fazlasını da içermeli. Aksi takdirde Manhattan’ı, Brooklyn’i arkasına aldığında devleşmiş Woody Allen’ın Avrupa’ya merak sardığı filmlerinden bazılarında olduğu gibi, ne kadar iyi olsalar da yönetmenin de bir turist olduğunu bağıran, şehir kimliğini yansıtmaktan uzak eserler ortaya çıkacaktır. Son bir iyi örnek olarak Nicolas Roeg’in insanı Venedik’te boğan Don’t Look Now filmini de kaçınılmaz olarak dile getirelim. Zira In Bruges, Roeg’in filmi ile yakın temas kurma çabasını asla gizlemiyor.

Filmde iki tetikçinin yerine getirdikleri görev sonrası saklanmak üzere geldikleri Brüj’de başlarından geçenler aktarılır. Ancak görev sırasında tedbirsizlik sonucu bir çocuğun da ölümüne yol açan Ray karakteri üzerinden kendini yargılama, vicdan, prensipler ve bir şans daha hak etme çatışmaları da cereyan eder. İrlandalı tiyatro yazarı Martin McDonagh bu ilk uzun metrajlı filminde yine İrlandalı oyuncular Colin Farrell ve Brendan Gleeson’ı başköşeye yerleştirmiştir. Azap çeken, kafası dağılmış, her hangi bir şeye yoğunlaşamayan ama dinamik, meraklı ve maceracı bir tetikçi olan Ray karakterini canlandıran Farrell, sahip olduğu İrlanda aksanının da katkısıyla bu dramatik kara komediye çok yakışan bir oyun sergilemiştir. Brendan Gleeson ise daha olgun, sabırlı hatta koruyucu karakteriyle diğer tetikçi Ken karakterini canlandırır. Ken, Brüj’ün özellikle mimarisini görüyor olmaktan çok memnun ve bu saklanma dönemini adeta bir kültür gezisi gibi görürken Ray’in ilgisini hiç bir şeye verememesi ise tamamen makul görünmektedir. Vicdan muhasebesi yaşayan bir karakter olan Ray için dünyanın neresinde olduğunun önemsizliği Araf sorgulamasıyla dile gelir. Beklenildiği üzere de gördüğü Araf tablosu, güzel bir kız, içki ve uyuşturucudan başka ilgisini çeken bir şey olmamaktadır.

Filmi izlerken gözümüze çarpan ilk şey Brüj’ün Venedik’i hatırlatan özellikleri; benzer su kanalları ve mimarisi. Daha sonrasında şehirde turlarken Don’t Look Now filminin Hollanda için parodisinin çekildiği bir sete rastlarız. Bu rastlantı sonrası film ve şehir mistik bir havaya bürünmüş gibidir. Don’t Look Now’ın bu filmle teması sadece Venedik-Brüj benzerliği ve set rastlantısından ileri gelmiyor. Yönetmen/yazar Martin McDonagh’ın senaryosundaki Ray karakteri adeta Don’t Look Now filminden transfer edilmiş bir ruh hali yaşamaktadır. Karşılaştığı diğer karakterler ve şehir, Ray’i Don’t Look Now’daki çifte benzer bir şekilde etkiler. Büyülenmişlik, arada kalmışlık halinin Roeg’den beslenildiğini çekinmeden belli eden McDonagh’ın gönderdiği bolca selamdan biri olan finalde ise Venedik’teki büyük aldanma Brüj’de de bizi beklemektedir, daha önemsiz ama hoş bir sürpriz olarak.

Film boyunca hikayeye dahil olan tüm karakterler oldukça renkli ve orijinaldir. Meşhur Britanya soğukluğu ve hicvinin güzel örneklerini taşıyan zekice yazılmış diyaloglar filmin keyif katsayısına bir puan daha eklerken yönetmenin oyun yazarlığından sinemaya taşıdığı yeteneğini gözler önüne serer. In Bruges ilk bakışta sadece eğlence içeren bir film gibi görünse de aynı zamanda insancıl ve duygusaldır. Tüm o renkli karakterler ve eğlenceli diyaloglara rağmen hem filme hem de müziklere finaldeki kovalamaca sahnesine dek hüzün ve sıkıntılı ruh hali hakimdir.

Sonuçta insanların aklına bir şehir kazıyan nice güzel film var ama kaç tanesinde bu filmde olduğu gibi “bir Noel vakti Brüj’e gitmek istiyorum ve eminim her yeri elimle koymuş gibi bulurum” düşüncesi oluşabilir? Belki de bu filmi izleyenlerin aklında en çok Brüj şehri kalacak çünkü filmi izlerken her şeyden önce Brüj şehrindesiniz.

, , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir