Sinemada ya da edebiyatta yanlış yorumlamaların temel nedenlerinden biri olarak biçim ve içeriğin birbirlerinden ayrıştırılması gösterilebilir. Oysaki sanatsal amaçlarla ortaya konan biçimci faktörler ile ideolojik, felsefi, ahlaki düşüncelerle ortaya konan içeriksel faktörlerin sentezi, sanatın bütünsel telosu olan ifade biçiminin temel yapısını oluşturur. Dolayısı ile özellikle de sinemayı ifade biçimi olarak tercih etmiş sanatçıların yapıtlarını sadece biçimi baz alarak benzeştirmek yukarıda bahsedilen temel yapı ile çelişmektedir. Bu çelişkiye gösterilebilecek en yalın örnek ise Nuri Bilge Ceylan sinemasının Tarkovskiyen olarak nitelendirilmesidir. Bir yaşam felsefesi oluşturmayı dert edinmiş, bu felsefe içerisinde âdemoğlunu, yaşamın bizzat kendini ve varoluşu sorgulayan Tarkovski ile tüm anlatısını bireysel hayatın sosyal yaşantısını, insanın iç dünyasını, bireyler arası ilişkileri ve özelin bakış açısını dert edinen Ceylan ile özdeştirmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Çünkü Tarkovski ya da Ceylan denilince akla sadece uzun planların, şiirsel görselliğin, yalın diyalogların gelmesi, her iki yönetmene de yapılacak en büyük haksızlık olur. Ceylan Tarkovski’ye göre küçük sorunları baz alan ve kendisini ilişkiler temelinde sınırlayan bir yönetmen. Buna en iyi örnek filmi ise İklim’lerdir. Ceylan sinemasında özelin; Tarkovski sinemasında umumi olanın öncelik taşıdığını en iyi gözlemleyebileceğimiz film…
Bireysel davranış kalıplarına sarılmış bir erkek karakter ve erkeğin iki kadınla kurduğu bireysel ilişkiler üzerinden dramatik yapısı kurulan İklimler, duygu ya da isteklerin mantıkla çelişmesinin bireyde -ki bu aynı zamanda ilişkiyi de kapsar- oluşturduğu iletişimsizliği konu alır. Duygu ya da isteklerin mantıkla çelişmesinin sebebi ise çift taraflı bir etkileşim içeren ilişki olgusunu tek bir karakterin haz arayışına indirgemektir. Şöyle ki; İsa karakterini ele alalım. Filmin başında belli bir ideoloji ile hareket eder, sonlara doğru olumlu bir yere doğru dönüşümünü tamamlayacakken tekrar ilk konumuna geri döner. Eksik ve yanlış da olsa bir dönüşüm gerçekleşecekken aynı sorunsal tabular ekseninde ideolojisini devam ettirir. Seyirci filmin tüm dinamikliğini İsa’nın ideolojisinin sınırları içinde izlediği gibi, filmdeki diğer karakterlerin de İsa’nın ideolojisine uygun yaratıldığını görür. Örneğin Bahar, İsa’nın kendine göre olumlu yönelişini imlerken; Serap ise bunun karşıtının imidir. Yani filmde kurulan ilişkinin bireyler arasında karşılıklı istek ve duygular eksenin de değil salt İsa karakterinin bireysel istek ve duygularına göre şekillendiğini görürüz. Bu çıkarım aynı zamanda filmde kadının toplumsal konumlandırması ya da erkeğin kadına bakış açısının algı kalıplarının bir tezahürünün sunulmadığını gösterir.
Peki, İsa’nın ideolojisi nedir? Bunun yanıtı zor değil. Onun tüm ilişkilerinde (Bahar-Serap, arkadaşı Mehmet ve ailesi) görünen iletişimsizlik ya da dilerseniz mesafe deyin – filmin tüm planlarında da karakterler arasındaki iletişimsizlik mesafe ile imlenir – İsa’nın burjuva bireyselliği ve estetik algısı ile açıklanabilir. Burjuva bireyselliğini ilişkilerindeki iktidar etme isteğinde görürken, estetik algısını ise tüm yaşamını zevk (haz) üzerine kurmasında görürüz.
Filmin daha başlarında, Kaş’ta arkadaşları ile yemek masasında iken İsa’nın Bahar üzerinden tatmin etmek istediği iktidar hazzını onu düşünüyormuş gibi yaparak yaşamak istemesinden anlarız. Üşüme ve hırka ile kurulmaya çalışan bu iktidar çatışmasını – İsa’nın iddia ettiği gibi Bahar’ı düşündüğünden değildir bu istek, çünkü, isteğini tekrarlayarak bir zorlamaya başvurur – İsa-Bahar vedalaşmasında bile görürüz; hala Bahar’a ne yapması gerektiğini söylemenin derdindedir. Aynı iktidar tatminkârlığını Serap üzerinde de kurmak ister ve başarır. Ceylan’ın duygusal ana uygun atmosfer yaratma becerisini burada görürüz. Evde oluşturulan hava oldukça baştan çıkarıcıdır, cinsel zevkin yaşanmasına dair her şey iyi kurgulanmıştır. Seyirci işlevi gereği (voyörist rolünün) dikizlemenin heyecanını hisseder. Bu sahnede iyi kurgulanmış bir dramturjik obje olarak kullanılan fındığın sahne atmosferi için gerekliliği üzerinde sağlanan fikir bütünlüğünü yok saymadan, metaforik açıdan ele alınışıyla İsa karakterinin ideolojisinin sürekliliğinde eksiklik bırakmayacak şekilde değerlendirildiğini açıkça görürüz. İsa için Serap’ın o fındığı yemesi hem kişisel zevkini yaşamanın hem de iktidar edebildiğini görmesinin bir gereğidir.
Estetik ve Etik
Danimarkalı felsefeci düşünür Kierkegaard’ın düşüncesinin temelinde üç aşamalı varoluş anlayışı yatmaktadır: “Estetik”, “etik” ve “din”. İsa’nın zevk üzerine inşa ettiği ilişki yaklaşımlarını Kierkegaard’ın ilk iki aşaması ile açıklayabiliriz. Yukarıda da bahsettiğim İsa’nın ideolojisinin dönüşememesine dair yolculuğunun ilk aşaması ve ona göre vazgeçilmez olanı estetik, “içinde değişmeye dair muhteşem potansiyel olduğunu” itiraf etmek için çıktığı yolculuğa ise etik diyebiliriz. Estetik yaşama biçimini gösteren tiplerin ortak yönü haz yaşamıdır. Bu yaşamı seçenlerin özelliklerinde tinsellik değil tenselliğe yönelik hazlar ve duygular öne çıkar. İsa’nın masumiyet imini temsil eden Bahar ile kuramadığı yakınlaşmayı, dişiliği imleyen Serap ile kurabilmesinin temelinde de bu yatar. Tensel aşk yapısı gereği “sadakate değil, mutlak sadakatsizliğe” dayanır. Bahar’ın İsa ve Serap arasındaki yaşananları kaldıramamasının ve İsa’nın bunu ufak bir olay olarak görmesinin temelinde de bu bakış açısı yatar. Serap baştan çıkarıcılığın en yalın örneği iken; İsa, Kierkegaard’ın Don Juan imi misali arzulama gücü ve tensel arzunun enerjisi ile baştan çıkarıcılığın örneğidir. İkisi estetik açıdan birbirinin aynasıdır. Mutlak sadakatsizlik gösterirler.
Etik ise daha çok evrensel değerlere başka bir ifade ile toplumsal normlara karşılık gelmektedir. İsa’nın kendinin olumlu yönlenişi olan Bahar’a doğru olan ideolojik seyrinin değişme potansiyeli hissettiğini itiraf etme denemesinin sebebi de budur. İsa kendi değişiminin yani ideolojisinin teorisindeki (bakış açısındaki) değişimin normalleşmesini burada tabii ki toplumsal normlara göre yapacaktır. Bu ifade İsa’nın etiği kabul edeceğinin bir göstergesidir. Fakat bunu önleyen bir şey olacaktır. Bu da İsa’nın ideolojisindeki diğer etmen olan burjuva bireyselliğidir. Filmde İsa’nın duygusal iklimi hazza dayalı olarak değişkenlik gösterir fakat ruhsal iklimi sabittir. Bu sabitlik bireyselliktir: İktidara dayalı burjuva bireyselliği…
Kimya Mühendisliği mezunu. İnovasyon, Girişimcilik ve Yönetim bölümünde başladığı yüksek lisans eğitimini bırakarak Marmara Üniversitesi’nde sinema yüksek lisansına başladı. Çeşitli film festivallerinde görev almasının yanı sıra İnönü Üniversitesi Kısa Film Festivali’nin yürütmesini yaptı. Cineritüel sitesinin kurucusu ve yazarı.
Yalın ve anlaşılır bir yazı, emeğinize sağlık.
Gayet başarılı. Tam olmasa da tatmin etti.
Pingback: İklimler Filmi Üzerinden Nuri Bilge Ceylan'a Yaklaşmak | Ufuk KADIZ - leyli.
Achıkchası sizin eleshtirinizi okuduktan sonra etik, estetik hakkında baya oturup adamakıllı düshünmem gerektiğini fark ettim. Bu film üzerine yapılmısh en iyi eleshtiri tartıshmasız.
İsa karakteri kaçıngan bağlanma sitiline en iyi örneklerden biri.
Filmin ana konusu bu bana göre.