I, Tonya (2017): Benim Suçum Değil

I, Tonya (2017): Benim Suçum Değil

Yazar Puanı3.5
  • Tonya, sosyal yaşamında uğradığı şiddetin belki daha ağırını sportif kariyerinde yaşıyor. 3’lü Axel adı verilen ve kadın buz pateni sporcuları arasında bunu başaran ilk Amerikalı olana kadar müsabakalardan sürekli hak ettiğinden daha düşük puanlar alıyor. Bunun sebebi ise görüntüsü, kıyafetleri ve imajını. Alt sınıftan olduğu açıkça yüzüne vurulan, cinsiyetçi politikalardan fazlaca nasibini alan bu uygulamalara isyan ettikçe ne sesini duyurabiliyor ne de puanları yükseliyor. Bu isyan günlerinde jürideki birine bunu sorduğunda ise “Sağlık bir Amerikan ailesini” yansıtmadığından dolayı düşük puanlar aldığı ile yüzleşmek zorunda kalıyor.
Share Button

Bireylerin birisinden nefret etmeleri için ikna edici -en azından kendilerini- bir sebepleri olması gerekir; toplumların ise böyle bir zorunluluğa ihtiyacı yoktur. Çünkü bu tür durumlarda kimse olayın sonuçlarından kendisini sorumlu tutmaz, yansıtır hatta bir süre sonra unutur. Nasıl olsa eline yeni malzeme servis edilecektir. Günümüzde iletişim araçlarının yaygınlaşması ile ayyuka çıkmış sosyal linci bir kenara bırakalım -ne kadar kötü olduğunu tartışmanın anlamı yok- ancak toplumsal ötekileştirmenin sıradanlaştığı bir dönemde, doğru olmasa bile en azından kendi üslubuyla otoriteye sağlam bir işaret çeken Tonya Harding‘in hikayesinin anlatıldığı I, Tonya (Ben, Tonya) filminden iki tarafın da çıkarması gereken dersler olduğunu düşünüyorum: Onu yukarı çıkarıp sonra aşağı atan, yere çakılması yetmediği gibi bir de üzerine basan, ikiyüzlü medyanın yönlendirdiği Amerikan halkının da geldiği yeri ve şiddet eylemlerini sık sık ajite eden ancak düzeltmek için çaba sarf etmeyen, hırsın yönlendirdiği Tonya ve çevresindeki insanların da.

Craig Gillespie imzalı I, Tonya, 1994 Kış Olimpiyatları öncesi aynı dalda yarıştığı ve şampiyona mücadelesi verdiği en büyük rakibi Nancy Kerrigan’ın antrenman sonrasında saldırıya uğraması ve olayın araştırılması sonucunda spor tarihinin en büyük skandallarından birinin ortaya çıkmasını, Tonya Harding’in hayatına geri dönüşlerle anlatıyor. Kariyerinin sonunu getiren ve tüm müsabakalardan men edilmesiyle sonuçlanan süreçte yaşananları, bir biyografik filmin gerekliliği gibi görünen gerçeklik algısını sık sık parçalayarak aktaran Gillespie, yer yer sahte belgesellere göz kırpıyor ancak en çok Amerikan bağımsız filmlerine öykünüyor. Abartıya kaçtığı anlar olsa da Margot Robbie, Allison Janney ve Sebastian Stan performansları, dinamik anlatısı ve kara mizahı ile bir noktaya kadar başarıya da ulaşıyor. Ancak karakterlerin motivasyonlarını tanımlama ve izleyiciye aktarma konusunda film ciddi sıkıntı yaşıyor. Olayların arkasındaki sebep-sonuç ilişkilerinin zayıflığı filmi bir miktar aşağı çekiyor.

I, Tonya olayın nasıl gerçekleştiğinden çok olaya giden süreçte yaşananları izleyiciye gayet sübjektif, sık sık karakterlerin kendileriyle çeliştiği bir yöntemle aktarıyor. Filmin başlangıcında gördüğümüz ve akışın içerisine de yerleştirilmiş sahte röportajlarda ne Tonya’nın ne de olay sebebiyle ceza almış eşi Jeff ve koruması olduğu söylenen yakın arkadaşları Shawn’ın sözlerine güvenemiyoruz. Zaten söylemleri ile sık sık birbirlerini yalanlıyorlar. Olay öncesinde medyanın Nancy ile Tonya arasındaki yarışı başlattığını ve skandala götüren yolda psikolojik olarak taraflara zarar verdiğini de öğreniyoruz. Bir prenses olarak lanse edilen Nancy ile “white trash” bir kadın anti-kahraman olan Tonya’nın savaşında kimin kazanacağını tahmin etmek azıcık medya okur-yazarlığı yapan biri için hiç de zor değil.

Ütopya: Sağlıklı Bir Amerikan Ailesi

Madalyonun diğer tarafına yani Tonya’nın ailesi ve çevresine baktığımızda ise şiddetin biçimlendirdiği trajik sevgi nefret ilişkileri görüyoruz. Tonya, sürekli memnuniyetsiz, fazlasıyla açıksözlü ve başarı odaklı, sözlü şiddetin en üst seviyesini uygulayan annesi ile daha ilişkilerinin başından itibaren şiddete başvuran kocası Jeff arasında sıkışmış durumda; ancak onu bir kurban olarak tanımlamak da oldukça güç. Şiddete şiddetle karşılık veren, taşra görüntüsünü diliyle pekiştiren, hakemlere küfür eden, sağlığına dikkat etmeyen biri olmasına rağmen inanılmaz bir hırs ile çalışıyor. Yine de güçlü, başarılı ve kariyerinin en üst seviyesinde olduğu anlarda bile uğradığı istismarların sonuçlarıyla yüzleşip hayatına çeki düzen veremeyen, sürekli dilinden düşürmediği “benim suçum değil” cümlesine sığınıp gerçeği öteleyen, özünde zayıf biri. Onca sıkı çalışmasına karşılık olimpiyatlarda başa çıkamadığı stresi ve yaşadığı düş kırıklığını da örnek gösterebiliriz.

Tonya, sosyal yaşamında uğradığı şiddetin belki daha ağırını sportif kariyerinde yaşıyor. 3’lü Axel adı verilen ve kadın buz pateni sporcuları arasında bunu başaran ilk Amerikalı olana kadar müsabakalardan sürekli hak ettiğinden daha düşük puanlar alıyor. Bunun sebebi ise görüntüsü, kıyafetleri ve imajı. Alt sınıftan olduğu açıkça yüzüne vurulan, cinsiyetçi politikalardan fazlaca nasibini alan bu uygulamalara isyan ettikçe ne sesini duyurabiliyor ne de puanları yükseliyor. Bu isyan günlerinde jürideki birine bunu sorduğunda ise “sağlıklı bir Amerikan ailesini” yansıtmadığından dolayı düşük puanlar aldığı ile yüzleşmek zorunda kalıyor. Belki de bu psikolojik baskı yüzünden Tonya ne annesinden ne de kocasından bir türlü kurtulamıyor.

Spor kariyeri sona erdikten sonra boksa merak salan ve halk beni görmek istiyordu diyen Tonya’ya hak vermemek mümkün değil. Çünkü halk sadece düşüşünü değil kanının da aktığını görmek ister. Kameraya dönüp “Siz de suçlusunuz” diye haykırması ise boşunadır; Amerika hem sevmek hem de nefret etmek ister.

, , , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir