- Mike Cahill’in Sundance’ten ödülle dönen I Origins / Kök filminde yönetmeni çok etkileyen çıkış fikri, bir süre sonra etkisini ve inandırıcılığını yitirerek sıradanlaşıyor; yönetmenin fikrin sıradanlaştığını kabul etmemesi, aynı temada diretmesi ise filmin bir türlü açılamamasına, dar alanda sıkışıp kalmasına sebep oluyor.
Yönetmenlerin, filmleri ile kurduğu ilişkide arafta kalmaları günümüzde sıkça rastladığımız bir durumdur. Hem düşünsel hem de bedensel emek verdikleri projelerinin tüm yaratım süreçlerinde bulunmalarından kaynaklanan bu sahiplenme hissiyatı yüzünden yönetmenler, çoğu kez izleyiciye derdini anlatmakta sorun yaşarlar. Bunun sebebinin de araya mesafe koymamalarından ya da fikre gereğinden fazla kapılmalarından kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Örneğin, edebiyatta yazdıklarının üzerinden defalarca geçen yazarlar, çoğu kez hiç düşünmeden yazdıklarını çöpe atarak mükemmele ulaşmaya çalışırlar. Sinema bunun için pek uygun olmasa da en azından fikirle olan ilişkisini yönetmenin daha net sınırlarda kurması gerekir. Birçok parlak fikrin sinema mecrasında harcandığını düşünürsek -fikrin önemine saygı duymakla birlikte-; fikrin, kolektif yaratım sürecinin bir parçası olarak düşünülmesi gerekmektedir. Mike Cahill’in Sundance’ten ödülle dönen I Origins / Kök filminde yönetmeni çok etkileyen çıkış fikri, bir süre sonra etkisini ve inandırıcılığını yitirerek sıradanlaşıyor; yönetmenin fikrin sıradanlaştığını kabul etmemesi, aynı temada diretmesi ise filmin bir türlü açılamamasına, dar alanda sıkışıp kalmasına sebep oluyor.
Kök, bilim ile din arasındaki ilişki ekseninde ilginç bir fikir tartışması yapmayı deniyor: “Göz”ün mükemmelliğine atıfla, onu, Tanrı’nın kusursuz bir örneği gören din ideolojisi ve gözün baştan yaratılabileceğini ispat etmeye çalışarak evrim teorisini pekiştirmek isteyen moleküler biyologun temsil ettiği bilim arasında, çağlar boyunca süregelmiş ve ikna eşiğinin iki taraf için de oldukça yüksek olduğu bir tartışmayı Cahill, spiritüel bir alana taşıyor. Ancak yukarıda da bahsettiğimiz yönetmenin çıkış fikrinde sabit kalması, bir süre sonra fikrin çevresinde gelişen olayların hâkimiyetini kaybetmesine ve tartışmada taraf haline gelmesine sebep oluyor. Oysa bir tartışma fikrini aktaran kişinin karakterlerle mesafesini yitirmemesi gerekiyor. Ayrıca tartışmanın iki tarafı için de Cahill’in oldukça sığ sularda gezindiğini, fikrin ağırlığı altında ezildiğini de söylemek mümkün.
Mike Cahill’in filmin ortalarına yakın, solucanlar üzerinden söylediği -görme yeteneklerinin olmaması- ve tartışma zeminini başka bir boyuta taşıyabilecek bir fırsatı kaçırması ya da işine geldiği kısmına odaklanması, aslında projeye değil fikre odaklandığının bir kanıtı olarak göze çarpıyor. Görünmeyeni anlamanın peşine düşerken görünenin reddedilmesi ile ilgilenmemesi; pozitif bilimi ilkokul düzeyinde ele alması filmin sözde ağırlığını yerle bir ediyor. Oysaki bahsettiğimiz çıkış noktasına ulaşmak için trajediye ve pozitif bilimi görmezden gelmesine gerek olmadığı gibi bu vardığı sonucu da şüpheli hale getiriyor. Bir noktadan sonra tüm senaryo hamlelerinden arındırıp sadece fikre bakıldığında, Cahill’in onu propaganda aracına dönüştürdüğünü, kendi düşüncesini izleyiciyle kurmaya çabaladığı duygusal bağ sayesinde aktarma çabasını görüyoruz.
Fikrin Yitirilmesi
I Origins’ı dışarıdan bakıldığında bir fikir tartışmasından çok aslında genç bilim adamı Ian’ın kişisel düşü şeklinde yorumlamak daha doğru olacaktır. Küçüklükten beri göz fotoğrafları çeken, bir partide olağandışı güzel maskeli bir kız (Sofia) -tabii ki sadece gözleri açık- ile tanışan, yine tesadüfler ve gözlerin yardımıyla onu bulan; trajedi, buluş ve işaretlerin eksik olmadığı Ian’ın hikâyesinin peri masalından farkı yok. Buna Ian’ın izleyiciyi ikna edemeyen dönüşümünü de dâhil edebiliriz. Bu açıdan bir taraftan ana akım senaryo hamleleriyle dolu, diğer taraftan da izleyicinin duygularına hitap etme kaygısı güden Cahill, çıkış fikrinden oldukça uzaklaşıyor. Zaten koruyamadığı mesafesi yüzünden sallantıda olan fikrini bir anlamda senaryo dinamiklerine feda eden yönetmen, final sahnesi ile izleyiciye tüm film boyunca hissettirdiği tavrı açıkça göstererek safını belli ediyor. Bir tartışma zemini yaratmayı beceremeyen Kök, muhtemelen yönetmenin kişisel deneyimlerini aktardığı bir yolculuğa dönüşüyor. Bu izlekle yola çıkmadığı için izleyiciye dürüst olmayan Cahill, izleyicinin tercihini fikrin parlak ışığından yana yapmasını istiyor; oysaki bizi alacakaranlıkta yorduktan sonra gösterdiği parlak ışığa kanmamız pek mümkün değil.
İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.