Suç ve ceza kavramlarını adalet parantezi içerisinde değerlendirmek bazen yetersiz kalmaktadır. Dostoyevski’nin ölümsüz eseri Suç ve Ceza’da Raskolnikov, “Herkesten daha atak olan, herkesten daha haklıdır” der. Bir bakıma suç işleyen her zaman cezalandırılmaz. Diğer taraftan birçok kişinin adil yargılamaya tabi tutulmadan cezalandırıldığı da gerçektir. Sistemde sesini duyurabilmek için Raskolnikov’un ‘atak olmak’ diye tabir ettiği gürültüyü çıkarmak zorunda kalmak üzüntü vericidir. Toplum hayatını düzenleyen kurallar kanunlaştırılırken, mahkemeler her cezayı sınıflandırmışlardır. Bu cezalar basit kuralların ötesinde çağlardan beri tecrübe edilen olayların değerlendirilmesi ile oluşmuştur. Yine de suçu önlemek mümkün olmamıştır. Suçun ceza boyutuna baktığımızda ise suların daha bulanıklaştığını görmekteyiz. Belirli kanunlara dayansa da verilen cezaların sübjektif olduğunu söylemek mümkündür. Sistemin sağlıklı çalışması için Raskolnikov örneğinde olduğu gibi vicdan sayesinde sağlanan adaletten daha fazlasına ihtiyacımız bulunmaktadır.
Robert E. Burns’ün otobiyografik hikâyesini merkeze alan I Am a Fugitive from a Chain Gang (Ben Bir Pranga Kaçağıyım), 1. Dünya Savaşı gazisi James Allen’ın yanlış zamanda yanlış yerde olmasından dolayı hayatının altüst olmasını anlatır. James uydurma bir suç yüzünden prangaya vurulup uzak güney eyaletlerinde ağır işçiliğe mahkûm edilir. Buradan merhametsiz bir suçluya dönüşmemek ve dürüst bir hayat sürmek üzere firar eder. Firarı sonrasında ismini değiştirir; işinde yükselip topluma faydalı biri olmayı başarır. Ancak ihanete uğrayarak tekrar yakalanıp mahkûm edilir.
Suç ve Ceza
Mervyn LeRoy, James’in hikâyesini anlatırken Dostoyevski’nin romanında yaptığı gibi izleyiciyi bildiği kavramları sorgulamaya iter. Bunlardan birincisi ceza kavramıdır. Cezanın sübjektif ve adaletsiz olabileceği ihtimalinin gözden kaçırılmaması gerekmektedir. Dönemin yaygın ceza uygulamalarına yöneltilen eleştiriler yüksek sesle dile getirilir. I Am a Fugitive from a Chain Gang (Ben Bir Pranga Kaçağıyım), pranga mahkûmiyeti ve ağır işçiliğin acımasız bir ceza mekanizması olduğunu söylemektedir. Suç işleyenlerin zalim kişiler olduğu ve cezalarının da zalimce olması gerektiği anlayışına karşı çıkan LeRoy, disiplin ile gaddarlığın karıştırıldığının altını çizmektedir. Suçun önüne geçmek adına korku kültürü yaratmayı amaçlayan bu ceza mekanizmasının işlevsizliğini gözler önüne serer. Yönetmenin ceza ile ilgili ikinci sorgulaması da ıslah hakkındadır. James’in firar ettikten sonra topluma faydalı birine dönüşmüş olması mahkemece yeterli değildir; pranga cezasını da çekmek zorundadır. Oysa cezanın asıl amacı suçluyu ıslah etmek değil midir? Filmin sonunda James’in kaçak hayatı yaşamaya devam etmesi ve yaşamak için bu kez suçluya dönüşmesi bu çarpıklığın sonucudur. Vuruculuğunu halen koruyan kapanış cümlesini düşündüğümüzde, sistemin arınan kişiyi tekrar suçluya başarıyla dönüştürdüğünü, bunu da adaleti sağlamak adına yaptığını görmekteyiz.
James’in hikâyesinde baskın olan suç ve ceza kavramları olsa da, bunların başına gelmesinin sebebi özgür bir birey olma arzusudur. Savaş bitmiştir ve insanlar ekonomik sıkıntı içindedirler. Hatta kahramanlık nişanlarının satılması sıradan bir olaya dönüşmüştür. Fabrikada herkesin sahip olmak istediği işi reddeden James, rutinin dışına çıkmak istemektedir. Filmin bu noktada rutinin dışına çıkanların başına kötü şeyler gelir algısı yarattığını söyleyebiliriz. Ancak yönetmenin asıl vurguladığı şey, korku toplumunun yarattığı çıkışsızlık hissiyatının bireyleri istediği forma sürüklemesidir. Sonuçta James’in gözü pek bir mahkûmdan özgür bir korkağa dönüştürülme çabası başarıya ulaşmıştır, çoğumuz gibi.
I Am a Fugitive from a Chain Gang (Ben Bir Pranga Kaçağıyım), dönemin çok ilerisinde muhalif tavrı, defalarca gönderme yapılan sahneleri ile firar ve hapishane filmlerinin atası konumundadır. Ahlaki olarak da doğru yerde tavır alan film, izleyicinin bildiği kavramlar üzerinde tekrar düşünmesine sebep olacak kadar güçlü bir alt metin barındırmaktadır.
İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.