Konuk Yazar: Burç Karabulut
Terry Gilliam ustanın dönüş filmi olan Sıfır Teorisi insanı alışkın olduğumuz bir steampunk distopyasının içine yerleştiriliyor. Endüstüryel devrimin hızlanarak bilgisayar devrimine evrilmesi sonra da bilgi çağına evrilmesiyle bu sefer günümüze yakın bir distopik evren biz insanları bekliyor. “Her” filminde gördüğümüz bilgisayarını bir insan nesnesi hatta cinsel nesne ilan eden mutlu insan evreninden sonra Terry Giliam bu mutluluğu bölmeyi kendine bir görev bilmiş gibi bize bu yaşadığımız çağın zararını bildirmeyi görev edinmiş.
Marx’a göre, on birinci tezde ifade ettiği şekliyle, insanın tarih sahnesinde gerçek bir “özne” olarak yer alabilmesi için düşünce ve eylemlerin tam bir uyumu, yani kusursuz bir praksis gerekmektedir. Ütopik gibi duran kavramlar -sözgelimi devrim ideali- kitlelerin içlerine gömüldükleri derin uyku hallerine yapılan şiddetli bir uyarıdır.
Leth’in karakterinin sürekli “biz” olarak konuşması, benliğinin yitirildiğini açıkça ortaya koyuyor. “Ben” olmaktan çıkan birey, yabancılaştığı hayatına bir “şey” ya da “biz” olarak devam etmeye programlı hale geliyor. Bu programlı hal bir uyku durumunu da ister istemez çağrıştırır. Leth’in yaşadığı durum bundan ibarettir. Sıfır Teorisi ise şeyleşmenin bir göstergesidir.
Leth’in eve gitmesinin tek yolu olan Sıfır Teorisi’ni çözmek işi ya da çözememek işi, Leth’in şeyleşmesi için bir araçtır çünkü Leth’in işinin çözümlemesi beklenmemektedir. Görünen tek amaç, Leth’in bir şekilde bu işi yapmaya mecbur tutulmasıdır çünkü bu işi yapmaması durumunda bir özne olma ihtimali kuvvetlenecektir. Bu durumu engellemek için bir sürü motive edici (belki de demotive edici, özneden uzaklaştırıcı) bir takım engeller çıkarılır: Cinsel ihtiyaçlarını hadım etmesi için bir telekız, yemek ihtiyaçları için anında kapıya gelen pizzacı, bilgisayarı bozulduğu anda ortaya çıkan tamirci çocuk.
Artık alışageldiğimiz teknolojik oyuncaklar ve türevlerinin hayatımızı yönettiği bir çağdayız. İşe giden insanoğlu analog kumandalarla, renkli ve aşırı bir dizaynla kaplanmış dünyasının hayatta kalmak için günlük yirmi dört saatini harcamaya karar veriyor. Qohan Leth, bu mutlu insanların arasında mutsuz olmuş, yaşamından sıkılmış ve sürekli evde olup bir telefon konuşması derdinde. Öyle bir telefon konuşması ki tüm hayatını değiştireceğini düşünüyor.
Qohan Leth’e çalıştığı yerin “yönetim”inden bir mesaj geliyor. Qohan Leth evine gönderiliyor ama tabii bir şartla: Sıfır Teorisini kanıtlamak zorunda. Leth başlarda durumundan pek memnun olarak günlük işini yapmaya çalışıyor. İşini teslim ettiği bir telefonu da var. Gözü kulağı telefonunda. Sıfır Teorisini kanıtlayabilmek her babayiğidin harcı değil. Hepimizin bildiği gibi bütün gün iş ve eğlencesizlik Qohan’ı perişan ediyor, motivasyonunu düşürüyor. Sorumlu olduğu işi bırakmasına sebep oluyor. Depresyona giriyor bir nevi. Her şeyi kırıyor, parçalıyor. Yönetimin araya girmesiyle olaylar düzelir gibi olsa da asıl olaylar bundan sonra patlıyor.
Leth’in bildiği hayatın, kendini adadığı o telefonunun adım adım çöküşüne tanıklık ediyoruz. Çevrimiçi dünyada gördüğü her şeyin bir hiçten oluşup gittiği süreçten geçiyoruz. “Yönetim”in motivasyon ile verdiği, kadından pizzaya kadar her şeyin aslında bir hiçbir şey olduğunu görüyoruz. Yönetim, teknoloji, tüketim, bir daha tüketimin kendimizi sırf köleleştirmek için orada olduğunu anlıyoruz. Evinde bulduğu birbirinden farklı yerlere saklanmış kameralarla “Büyük Abi”nin gözünde sadece bir “maşa”dan ibaret olduğunu anlıyoruz.
“Büyük Abi”, “maşa”, “hiçlik” çağımızın gerçekleri oluyor. Gilliam’ın söylemek istediğinin çok daha fazlasını ima etmek istediğini biliyoruz. Günümüzün alegorisinin müthiş bir yansıması olan Sıfır Teorisi, içinden çıkılamayacak labirent üstüne labirente hapsediyor bizi. Yaşadığımız çağın erdemlerinde kayboluşumuza, bir şey ya da bir hedef için bir hiçlikte yaşadığımıza ikna oluyoruz. Bildiğimiz halde bir şeyler için yaşamaya çalışmamıza bir atıf yapıyor Gilliam. Aile kurmak, zengin olmak, ünlü olmak gibi şeylerin de hiçleştiği bir dünyanın içindeyiz.
Tüketim çılgınlığının doruğunda yaşadığımız bu zamanda aslında Gilliam’ın bir iması var gibi. Hepimiz yaşadığımız zamanın farkındayız. Büyük abiyi iyi tanıyoruz. Distopyayı iyi tanıyoruz. Teknolojiyi iyi tanıyoruz. Adapte olmuş durumdayız. Bir düzene olan ihtiyacımız hava gibi su gibi hatta yerinde ihtiyacımız olan bir sevgili gibi karşımıza çıkıyor. Belki de onun sorduğu soru sıfırı tükettiysek niye halen sıfır teorisiyle uğraşıyoruz.
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.