Röportaj: Seda Saygılı
Filmlerle aranız nasıldır?
Tutkulu bir seyahatsever olduğum kadar tutkulu bir sinemaseverim de diyebilirim. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo-Televizyon-Sinema Bölümü mezunuyum. Sinemaya olan ilgim ve naçizane bilgimin ilginç ödülleri de oldu hatta. 2001’de Özen Film’in internet sitesindeki yarışmada Bedazzled filmiyle ilgili sorulan soruları doğru yanıtlayıp, Paris seyahati ödülü kazanmıştım. Geçen sene “Kim Milyoner Olmak İster” yarışmasına katılan bir arkadaşım sinema ile ilgili sorulan soruda beni telefon jokeri olarak aradı, verdiğim doğru cevapla 15 binlik baraj sorusunu geçmesine vesile oldum. Velhasıl filmlerle aram gayet iyi!
Ne sıklıkla film seyredersiniz?
İki günde bir diyebilirim. Eskiden sadece sinema salonlarına gelen filmlerle sınırlıydık ama artık dünya sinemasından bizde hiç vizyona girmemiş şahane filmleri izleme olanaklarımız da var. Tabii bunun hem güzel, hem de talihsiz tarafları var. Ortaokuldan beri sinemada gittiğim her filmin biletini saklar, arkasına tarihini, yönetmenini, oyuncularını ve filme kiminle gittiğimi yazardım. O yıllarda izlediğim önemli önemsiz her filmi tüm detaylarıyla hatırlıyorum hâlâ. Sonra biletler zamanla solarak yok olan kâğıtlara basılmaya başlandı ve saklamak da imkânsız hale geldi. Şimdi çok daha fazla film izliyorum ama içlerinde hafızamda yer edip kalanların sayısı da nadir.
Sinemada mı yoksa evde mi film izlemeyi tercih edersiniz?
Bazı filmlerin tadı beyaz perdede çıkıyor, bazılarınınsa evde. Görsel bir şölen ve ambiyans sunan, aksiyona, yoğun duyguya dayalı filmleri sinemada; hikayesi ve diyalogları öne çıkan filmleri ise evde izlemeyi tercih ederim. Böylece durdurup, geri alıp üzerinde düşünme ya da içinde geçen bir mevzuyu araştırıp devam etme imkânınız oluyor.
Defalarca izlediğiniz bir film var mı?
Tarsem Singh‘in The Fall (Düşüş, 2006) filmi. Farklı zamanlarda kâh yalnız, kâh arkadaşlarımla en az 7-8 kere filan izlemişliğim vardır. Görüntüler, oyunculuklar, müzikler, masalsı anlatım, karakterler. Her şeyine tek tek bayılıyorum! 28 farklı ülkede 4 yılda çekilmiş, her karesi poster güzelliğinde bir film ve şahane mekânları zaman zaman şahane geçişlerle gözlerimizin önüne seriyor. Filme başladığında 6 yaşında olan Catinca Untaru resmen oyunculuk dersi veriyor, Lee Pace de muhteşem! Peter Jackson, Hobbit üçlemesinde Kral Thranduil rolü için Lee Pace‘i bu filmdeki performansını gördükten sonra seçmiş.
En son hangi filmi seyrettiniz?
Siccin-3 Cürmü Aşk. Eşimin filmi diye demiyorum ama hikâyesi, oyunculukları, görselliği ile muhteşem bir Türk korku filmi. Aşkla korkunun nasıl ustaca harmanlandığına şaşıracaksınız. Filmin çekimlerinde de, montajında da bulunmuş olmama rağmen izlerken kâh üzülüp gözyaşı döktüm kâh gerilip ürperdim. Özellikle kızların (daha duygusal yapıda oldukları için) filmin sonunda mutlaka çok etkileneceğini düşünüyorum. Ben evvel ezel iyi bir korku filmi izleyicisiyimdir ve Alper Mestçi’nin Türk korku sinemasının en iyi eserlerini verdiğini düşünüyorum.
Önceden film çekimi yapılmış yerlere gittiniz mi? Gittiyseniz bu mekânlar nerelerdi?
Öncelikle neredeyse her Hollywood filminde boy gösteren New York, Los Angeles, Las Vegas, Chicago veya San Francisco’daki ikonik mekânları ve yapıları saymayalım derim çünkü saymakla bitmez. Aynı şekilde Universal Studios’u da çıkaralım… Bunun dışında aklımda yer edenlere gelince… Tunus’ta Star Wars’taki Tatooine gezene ismini veren ve birçok sahneye set olan Tataouine şehri, Mos Espa’nın seti Touzeur şehri… Ruanda’nın başkenti Kigali’de yer alan ve Hotel Ruanda filmine konu olan Hotel des Mille Collines… Notting Hill (Aşk Engel Tanımaz) filminin ismini aldığı Londra’daki Notting Hill semti. The Sound of Music (Neşeli Günler)’in çekildiği Avusturya Salzburg. Lara Croft: Tomb Raider’a ev sahipliği yapan Kamboçya’daki Ta Prohm tapınağı çok etkileyiciydi gerçekten… Kenya Nairobi’deki Out of Africa (Benim Afrikam) filminin mekânları… In Bruges’da görebileceğiniz Belçika’nın sevimli kasabası Brugge… Film olmasa da severek izlediğim dizi Game of Thrones’da kullanılan Dubrovnik ve ilk sezondaki Malta’nın Gozo Adası’nı da ekleyeyim son olarak. Daha o kadar çok vardır ki aslında! Biraz daha düşünsem bir bu kadar daha söyleyebilirim. Ben gideceğim yerle ilgili bir film, kitap, efsane bir şarkı filan varsa mutlaka gitmeden önce incelerim ve çekim yerlerimizde oralara da yer vermeye çalışırım.
İlk izlediğiniz film neydi hatırlıyor musunuz?
Şimdi düşününce oldukça komik ama sanırım sinemada izlediğim ilk filmlerden biri Shaolin Tapınağı! En azından hatırladığım o. Bulgaristan’daydım ve 6-7 yaşlarındaydım sanırım. Acayip sansasyonel ve eğlenceli bir kung fu filmi olarak herkesin çoluk çocuk ailece gidip izlediği bir filmdi nedense. O dönemde Türk filmleri izlemek kesinlikle mümkün değildi, yasaktı. Ama bir şekilde kaçak göçek de olsa elimize ulaşanlar arasında ilk izlediğim Türk filmi de Selvi Boylum Al Yazmalım’dır mesela…
Çocukken Bulgaristan’da izlediğim dizileri de çok net hatırlıyorum. Çoğu bilim kurgu ve fantastikti; oldukça zihin açıcı ve çocukların hayal gücünü pekiştiren dizilerdi… Mesela Sovyet dizisi Gelecekten Misafir (Gostya iz Budushchego) vardı, Çek dizileri Arabela ve Uçan Chestmir (Létající Čestmír), Bleyk’in Yedilisi (Sedmorkata na Bleyk)… Ve tabii ki tüm dünyayı etkisi altına alan, herkesi ağlatan Köle İzaura ile Shaka Zulu… Çocukluğunu 80’lerde Bulgaristan’da geçirenler için bunlar oldukça nostaljik olacak.
En sevdiğiniz film nedir?
Bu soruya gerçekten sadece tek bir film söylemeyi başaranlar var mı bilmiyorum ama benim için imkânsız! Hemen aklıma ilk gelenleri söyleyeyim en azından… The Fall, Truman Show, The Matrix üçlemesi, The Lord of the Rings serisi, Harry Potter serisi, X Men serisi, Zeitgeist belgesel serisi, Buz Devri serisi, bütün Kemal Sunal filmleri, Hababam Sınıfı serisi, Bin Jip, The Man from Earth, 3 İdiots, Memento, Pi, Amelie, Beetlejuice, Çarli’nin Çikolata Fabrikası, Alice Harikalar Diyarı’nda, Oz Büyücüsü, Groundhog Day, Notting Hill, District 9, Alien, Cinema Paradiso, Schindler’in Listesi, Amadeus, The Nightmare Before Christmas, Eternal Sunshine of the Spotless Mind, 5’th Element, Big Lebowski, Nacho Libre ve tabii ki kitabı Gülhan’ın Galaksi Rehberi’ne ilham veren Otostopçunun Galaksi Rehberi…
En çok etkilendiğiniz film sahnesi nedir?
Genelde sonunda veya belirli sahnelerinde hıçkıra hıçkıra ağladıklarım diyebilirim. La Vita e Bella’da (Hayat Güzeldir) babanın çocuğa her şeyin oyunmuş gibi göstermeye çalıştığı sahne mesela, kimin yüreği cız etmez ki orada… Das Leben der Anderen (Başkalarının Hayatı) filminde spoiler vermemek için söylemediğim en sondaki sahneler. Life of Pi’de (Pi’nin Yaşamı) vefasız Richard Parker’ın çekip gidişi de beni yaralar, Hachi: A Dog’s Tale’de (Hachi: Bir Köpeğin Hikâyesi) profesör öldükten sonra neredeyse sürekli gözyaşı dökmüşümdür. Lilya 4 Ever’ın (Daima Lilya) sonunda… Artificial Intelligence: AI’da (Yapay Zekâ) çocuğu bir başına bıraktıkları an, Mavi Peri’yi bulduğu an… Wall-E‘de bile yer yer ağlamış bir insanım aslına bakarsanız.
Çok sevdiğiniz bir film karakteri var mı?
Leeloo Multipass. Milla Jovovich‘in The Fifth Element‘te canlandırdığı karakter. Turuncu saçlarıyla göz alan, hem çok çekici, güçlü ve karizmatik, hem de bir o kadar masum ve naif bir karakterdi. Bir mekâna giriş kartının üzerinde yazan “Multipass”ı soyadı sanıp görevliye söylediği yer efsanedir. Kendisi ateş, su, toprak ve havanın yanında beşinci güçtür. Görevi insan ırkını korumaktır… E daha ne olsun yani, daha ne yapsın kızcağız kendisini sevmemiz için!
Sevdiğiniz seyahat filmleri hangileridir?
Indiana Jones serisi… İnsana macera ve keşif ruhunu aşılarlar çünkü. Out of Africa, Seven Years in Tibet, Eat Pray Love, The Beach, Lawrence of Arabia… Zamanda seyahati sayarsak da Geleceğe Dönüş serisi ve Midnight in Paris.
En sevdiğiniz yönetmen?
Tabii ki Alper Mestçi ve Tim Burton.
Sosyal medyada Gülhan Şen’i takip edebilirsiniz:
twitter.com/Gulhan_Sen
instagram.com/gulhan_sen
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.