- Greta’nın narsisizminin yoğun ve köklü bir ilgi kaybı sonucunda ortaya çıkmış olması kuvvetle muhtemeldir. Bilinçaltında psişik boşluklar şeklinde iz bırakan korkusunu, libidinal erotik ilgi kaybının zayıflamasıyla, kendini dışarı vuran yıkıcılığın ifadesi olarak “sevgiye” dikkat çeker ve kaybettiği ilgiyi yeniden kazanmaya çalışır.
Neil Jordan’ın yönetmenliğini yaptığı, 38. İstanbul Film Festivali’nin dikkat çekici filmlerinden biri olan Greta, vuku bulmamış bir anne kız ilişkisinde ürkütücü bir fanteziyi açığa çıkarmada oldukça başarılı bir işe imza atmış gibi görünüyor. Oynadığı hemen her filmde kendine hayran bırakmayı başaran Isabelle Huppert, Haneke’nin La Pianiste (2001) filminden sonra Greta ile tekrar piyano öğretmeni rolünde karşımıza çıkıyor.
Manhattan’da yaşayan Frances (Chloë Grace Moretz), ölen annesinin geride bıraktığı boşluğu, metroda bulduğu ve çok geçmeden evine giderek teslim ettiği çantanın sahibi Greta Hedig (Isabelle Huppert) ile doldurmaya çalışıyor. Greta’nın yalnızlığını evine ziyaretlerde bulunarak ve ona köpek sahiplendirerek bir nebze gidermeye çalışan Frances’in yaşlı kadının masal evinde geçirdiği günler çok geçmeden aksanlı bir kabusa dönüşüyor.
Dil, Fantezi ve Şiddet İlişkisi
Greta’nın evinde masal tozları uçuşur. Masa örtüleri, kıyafetler, yapılan kurabiyeler, kahve fincanları ve daha birçok şey masal anlatısını güçlendirir. Macar bir hemşire olduğu sonradan açığa çıkacak Greta, Fransızca, İngilizce ve Macarca olmak üzere üç farklı linguistik bilinç arasında mücadele verir. Bir cümle içerisinde diller arasında gider gelir. Dil, fantezi ve şiddet ilişkisi Greta’da bir haz boyutu içerir. Fransız aksanlı İngilizcesiyle Huppert, İngilizce konuşmak yerine İngilizce bir metni okuyormuş gibi kelimeleri telaffuz eder. Dil, fantezisel temsil ve şiddet arasında gözlenen ayrışma, gerçek’in sapkınlıkta kopmasına ondan ayrışmasına neden olur. Greta’nın konuşmasının gidişatındaki belirli kelime ya da hecelerin vurgusu, karakterin tekinsizliği artırır. Greta’nın aksanlı sözcükleri duygu içermeyen, içi boşaltılmış, soyut imajlara dönüşür.
Narsistik benliğinin yaratmayı başaramadığı psişik kimliği oluşturabilmek için şeylerin temsilleri ile sözcüklerin temsilleri arasındaki ilişkinin yerini şeylerin temsillerinin ikameleri alır. Köpek Morton’a verilen ve Frances’a sunulan bir bardak sütün hiç kuşkusuz ilk çağrıştırdığı ölüm olur. Hiç kimse tarafından sahiplenilmediği için yakında “yasal şekilde” iğneyle öldürülecek Morton’ı Greta sahiplenir. Greta, hayvan barınağında ölüm üzerine kodlanan ve vahşeti meşrulaştıran üç kelimenin baş harfleri ile kısaltılmış tıbbi terimlere dikkat çeker. Morton ve daha binlerce köpek devlet eliyle usulüne uygun olarak katledilmektedir. Greta vahşeti örtmeye yarayan söylemleri hayvan barınağında tiye alsa da Morton’ın sonu ne yazık ki yeni sahibi, “sentetik çoraplı demir balerin” Greta’nın elinden olur.
Göz ardı edilmeyi kabul edemeyen Greta, Frances’in garsonluk yaptığı lüks restoranda masa ayırtır, Greta’nın siparişini getiren Frances, ona“Chianti nasıl?” dediğinde Greta “senin gibi çok şey vaat edici ve sonra da hayal kırıklığına uğratıcı” cevabını verir. Greta’nın hayal kırıklığı, özellikle saplantılı ikili “romantik” ilişkilerde rastlanan sızlanmalar, talepler, çift rakamları bulan cevapsız çağrılar, mesajlar, iz sürücülük, dikizcilik, mülkiyeti tek sevgi nesnesi olarak kucaklayan hakiki bir melankolik narsisizm anlamına gelir.
Greta’nın narsisizminin yoğun ve köklü bir ilgi kaybı sonucunda ortaya çıkmış olması kuvvetle muhtemeldir. Bilinçaltında psişik boşluklar şeklinde iz bırakan korkusunu, libidinal erotik ilgi kaybının zayıflamasıyla, kendini dışarı vuran yıkıcılığın ifadesi olarak “sevgiye” dikkat çeker ve kaybettiği ilgiyi yeniden kazanmaya çalışır.
Psikopatolojik Bir Annelik Oyunu
Frances, Greta’nın yalnızlık kederi içindeki bir şeyin kendisini yansıttığını keşfettiğinde, yaşlı kadının göründüğü kadar masum olmadığını keşfetmeye başlar. Greta’dan gelen cevapsız çağrı ve mesaj sayısı çift rakamlara tırmandığında Frances’in kaygısı da artar. Saplantılı anne figürü potansiyel tehlike haline gelir. Greta’nın yoğun ve saldırgan kaotik dürtüleri, empati kurma edimini yok etmiş ve onu psikopatiye sürüklemiştir. Kızı Nicola’nın fetiş nesneleri olarak, metroda genç kurbanlarını belirler. Eşini kaybetmiş, kızının intiharına neden olmuştur ve masalsı evinde aile yaşantısını, genç kurbanlarını renkli, boyalı bir kutuya hapsederek sürdürmeye çalışır. Film boyunca Greta’nın sapkınlığından ve psikotik rahatsızlıklarından şüphe duyulmaz.
Greta, sapkın kişiliği ile modern bir Fransız kadını imgesi arasında mekik dokur. “Kutu” gibi bir evde oturan, piyano öğretmeni, modern Fransız kadın imgesi yerini, evinin gizli odasındaki kutuya kendi kızı gibi birçok genç kadını hapseden, acımasız Macar hemşireye bırakır ve taşlar yerine oturur. Greta, Frances’i göz kırpmadan dikizleyen bir gölgeye dönüşür ve çok geçmeden namevcut annenin tiranı konumu haline gelir. Frances’in saplantılı anne yörüngesine istemsizce kapılması çok uzun sürmez. Frances’in, Greta tarafından kapatıldığı odada ne pencere ne de ayna vardır. Oda ürkütücü ve klostrofobiktir. Neil Jordan, gerilim türünü karakterize eden klostrofobik mekanı, Greta’nın evini, itinayla yapılandırmıştır. Frances karanlık odada elleri, ayakları bağlı, ağzı tıkalı şekilde çırpınırken Greta şiddetin sesini örtbas etmek için Chopin çalar.
Filmde erkek yüzü çok fazla görünür değildir. Öne çıkan üç kadının da (Frances, Greta ve Erica) hayatlarında bağlı oldukları bir erkek arkadaş veya koca figürü yoktur. Anne imgesinin ise değeri korunmakla birlikte, annenin işlevi kışkırtılır ve ardından ters yüz edilir. Frances annesini kaybetmiştir, babası ise uzakta yaşayan oldukça yoğun çalışan bir iş insanıdır. Frances ile önceki yaşantılarının izlerini taşıyan sancılı bir dönemden geçmekte, kızını yeniden kazanmaya uğraşmaktadır.
Greta’nın naif ve anaç söylemleri anne arketipiyle doğrudan uyuşur. Anne kompleksi, biyolojik annenin nedensel bir etken olarak katılımı olmadan oluşur. Anne kompleksi psikopatolojik bir kavram olduğu için, incinme ve hastalık kavramlarıyla ilişkilidir (Jung, 2005, s. 25). Greta’nın hastalığı, kendi çocuğu yerine koyduğu genç kadınları acımasızca cezalandırmaktır.
Frances’in ev arkadaşı Erica’nın (Maika Monroe) ön planda olduğu sahneler, rasyonelliğin önünü açan ve izleyiciyi gerilimden bir nebze olsun uzak tutan sahneler olarak karşımıza çıkar. Erica’nın soğukkanlılıkla çözüm arayışının tersine Frances’in annesi yaşında, hiç tanımadığı bir kadın tarafından kapana kıstırılışının nedeni, Manhattan gibi bir yere göre fazlasıyla ahlaki davranan bir genç kadının kendisine uyguladığı nevrotik cezalandırmalardan başka bir şey değildir.
Kaynaklar
Kristeva, J. (2000). Ruhun Yeni Hastalıkları. Nilgün Tutal (Çev.). İstanbul: Ayrıntı.
Jung, C., G. (2005). Dört Arketip. Zehra Aksu Yılmazer (Çev.). İstanbul: Metis.
Anadolu Üniversitesi Sinema ve Televizyon lisans, Hacettepe Üniversitesi yüksek lisans mezunu. Bunuel sinemasında Bataillean ölüm ve erotizm birliğini incelemeye çalıştığı yüksek lisans tezini 2016 yılında tamamladı. Aynı yıl Marmara Üniversitesi Sinema bölümünde doktora öğrenimine başladı. Sinecine, Sinefilozofi, Düşünbil, Kampfplatz, Rabarba gibi çeşitli sinema ve felsefe dergilerinde yazıları yayınlandı. Şu sıralar Polonya sinemasında dişil canavarlar ve abjeksiyon konulu doktora tezi ile ilgili çalışmalarını sürdürüyor.