Gözden Kaçmaması Gereken Beş Dizi

Gözden Kaçmaması Gereken Beş Dizi

Share Button

Evlerde kaldığımız bu süreçte, Cinerituel ekibi olarak devam eden, gözden kaçmasını istemediğimiz dizileri derledik.

After Life (Netflix, 2. Sezon)

Ricky Gervais’in yapımcılığını ve yönetmenliği üstlendiği, aynı zamanda ana karakter Tony’ye hayat verdiği için rahatlıkla “Gervais’in dizisi” diyebileceğimiz After Life, geçen senenin en dikkat çeken yapımlarından biriydi. Dizinin The Office kadar güldürmediğini düşünenler olsa da Gervais’in itici gücünü ve düşündürücü yönünü hayattan alan esprilerinin işlediği konusunda herkes hemfikirdi. Hal böyle olunca dizinin ikinci sezonuna dair beklentiler de yüksekti. After Life, yerel bir gazetede çalışan, ellilerinin sonlarındaki Tony’nin var olma sebebi olarak addettiği eşi Lisa’yı kanserden kaybetmesinin ardından bu acıyla ve hayatla baş etme sürecini anlatan bir mini komedi. Bu süreçte hayatına son vermenin eşiğine gelen Tony için yapabileceği en makul şey, canının istediği gibi davranmak olur. İlk sezonda Tony’nin hayatına eklenen yeni dostlarla sürdürmeye çalıştığı gündelik mücadelesini, eşi Lisa’yı aldattığını düşündüğü için bocaladığı ilişkisini ve devam eden yas sürecini, sistemi, toplumsal açmazları, “insan”ı yaratıcı şekilde eleştiren bir pencereden izlemiştik. Sezon finali gelince Tony için ikinci yarıda her şeyin farklı olacağını ve nihayet o toz pembe ikinci hayatın başlayacağını beklemiştik. Ancak ikinci sezonda değişen bir şey yok. Sezon finalinde yer alan Robert Frost’tan muhteşem alıntı, sezonun tümünün de özeti: “Hayat devam ediyor.” Bir karakter olarak değişimini her şeyi yapabilme ve söyleyebilme gücüyle başlatan Tony, ikinci sezonda biraz daha empatik ve tahammül sınırları daha geniş. İş arkadaşlarının ya da dostlarının mutluluğunu düşünerek harekete geçtiği, başkaları için yaşamaya karar verdiği kısa, duygu dolu anlar dışında ev, ofis, huzurevi, mezarlık, psikolog, bar şeklindeki döngünün sürekli tekrarı, bir süre sonra hikâyeyi monotonlaştırıyor. Tony’den radikal bir açılım beklerken hâlâ bocalıyor olması, hayatı tiye alma yöntemlerini de sıradanlaştırıyor. Robert Frost’a geri dönecek olursak ikinci sezonun en büyük handikapı, hayatın “kaldığı yerden” devam ediyor olması. (Dilan Salkaya)

Alef (Blu TV, 1. Sezon)

Masum, Bozkır gibi hikâye-yönetmen temelli dizilerle dikkatleri çeken BluTv, Alef dizisiyle yine aynı formülasyon üzerinden Emin Alper yönetmenliğinde polisiye bir dizi ile seyirci karşısında. Tepenin Ardı, Abluka ve Kız Kardeşler filmleri ile yerli sinemanın en özgün isimlerinden biri olan Alper, ilk defa bir dizi projesine imza atıyor, üstelik senaryo yazımını başka isime emanet ederek. Dizinin çekim teknikleri, ışık kullanımları gibi mizansen unsurlarının, senaryonun tarihsel serüveninde de sürdürülmesi (tekkenin yakılması ve zikir sahneleri) izleyici beklentilerini yüksek oranda karşılasa da, senaryodaki gereğinden fazla estetize edilmiş diyaloglar ve oyunculuklar bir o kadar aksaklığa neden oluyor. Kenan İmirzalıoğlu gibi yüksek ücretli oyuncularla izleyici popülasyonunu genişletmek isteyen BluTv, bu hamlesi ile dizinin en zayıf oyuncusuna en yüksek ücreti ödüyor olabilir. Ahmet Mümtaz Taylan’ın Settar rolü ile ortaya koyduğu başarılı oyunculuk karşısında İmirzalıoğlu’nun – canlandırdığı Kemal karakterinin hikâyede yaşamış olduğu travmaya rağmen – sergilediği basit oyunculuk iyice belirginlik kazanıyor.

Osmanlı ve İslam tarihi ile polisiye türünün devinimlerini sentezlemeye çalışan Alef dizisinin senaryosundan bahsederken, her polisiye anlatısında olduğu gibi yönümüzü klişelere döndürmeden yol almamız pek mümkün görünmüyor. Fakat bilinenin aksine burada kullandığım “klişe” terimi metne atfedilecek olan değeri yüksek ya da alçak olarak sınıflandırmaya el vermeyecek bir tanımla. Bu noktada Bülent Somay’ın “klişe”ye yaklaşımından yola çıkacağız. Somay’a göre; “Popüler kültürü eleştirirken kullandığımız terimlerden biri mutlaka ‘klişe’dir. Oysa klişe, yani standartlaşmış türsel ve kültürel konvansiyonlar, her zaman toplumsal olsun, kişisel olsun, bastırılmışın geri dönüşü için daha uygun bir zemin sağlar. (…)Popüler edebiyat klişelerinin ardında yatan içeriğin zaten bilindiğini, ya da en azından (popüler okur tarafından bile) sezildiğini varsayarsak, kendimize sormamız gereken soru, bu içeriğin neden bu değil de şu klişe olarak karşımıza çıktığı, bu ortaya çıkışın nasıl, hangi süreçlerle gerçekleştiğidir.” Yine Somay’a göre polisiyenin bir tür olarak analizi, tarih ya da psikanalizin tersine eldeki ipuçları ve tanıklıklardan yola çıkarak ruhun ya da çağın “gizli çekirdeğini” (Zizek’ten mülhem) ortaya çıkarma sanatıdır. Bu noktada Somay şu soruyu ortaya atıyor ve bir tespitte bulunuyor; “Polisiye bunu yaptığında, yani cinayetin ‘gizli çekirdeği’ne nüfuz ettiğinde ne olur? Katil yakalanır ve cezalandırılır. Ama cinayet(ler)i mümkün kılan toplumsal, kültürel ve ruhsal yapılar el değmeden kalır ‘Öldürmeyeceksin!’ buyruğunun neden bir türlü ciddiye alınamadığı, bizi öldürmeye yönelten o karşı konulamaz saiklerin (özgül ‘nedenlerin’ değil de, öldürmeyi mümkün kılan ruhsal yapıların) neler olduğu soruları, polisiye tarafından ele alınmaz. Ancak her polisiyede, bunların ipuçları, klişelerin kuruluşunda gizlenmiş olarak durur.”

Henüz altı bölümü yayınlanan Alef dizisinde öldürmeye yönelten saiklere yönelik nedenler hâlâ ortaya konmadı. Bir klişe olarak katilin kimliğinin izleğini takip ediyoruz hâlâ. Fakat bu takip esnasında tasavvuf ve tarikatlar hakkında bir dizi bilgi sunuluyor izleyiciye. Bu da cinayeti mümkün kılan yapılar hakkında çeşitli ipuçları sunuyor. “Katil kim?” sorusundan ziyade katili cinayete teşvik eden saiklere yönelik bir metin mi karşımıza çıkacak ilerleyen bölümlerde göreceğiz. Şimdi geçelim diğer klişelere. Yani, içeriğin neden bu değil de şu klişe olarak karşımıza çıkmasına. Kuşaklararası gerilimin bir sonucu olarak geleneksel ve modern polis yaklaşımlarının – modern yaklaşım tabii ki uzun yıllar İngiltere’de kalmış komiser Kemal’e düşüyor – senaryoda oluşturduğu çatışma. Her polisiyede olduğu gibi cinayet ve ameliyata dair teknik detayları sunan doktor ya da adli tıpçılar: Ercan Kesal’in dizide göründüğü her sahnede polisleri – bir noktada da izleyiciyi – tamamen tıbbi terimlere boğması. Adli tıp uzmanının otopsi masasında Giuseppe Verdi’nin Nabucco operasını dinlemesi, aynı anda Kemal ile otoerotik asfiksi vakası üzerine başlayan sohbetin Lacan’ın ayna evresine varması… Osmanlı dönemindeki baskı gören tarikatlardan yola çıkıp Verdi eşliğinde otopsiye ulaşmak için ne denmeli bilemiyorum. Ama özeti Tanpınar yapmıştı: “Wagner’i, Debussy’i dinleyip mahur beste’yi yaşamak, işte bizim talihimiz bu.” (Teksin Begeç)

Westworld (HBO, 3. Sezon)

Westworld, ilk iki sezonunda insanın arzularının karşılandığı bir yer olan Batı Dünyasının oyun alanı oluşu ile aynı zamanda robotların varlıklarının sömürüldüğü bir kamp alanı oluşuna dair bir anlatıya sahipti. Bu oyun-kampta arzular, sömürüler, zihinler ve varlıklar üzerine insan-merkezci ısrar ile ötekiler arasında bir mücadele sürdükçe varoluş üzerine sürekli bir sorgulama dizinin izleğini var etti. İlk iki sezonun Ford’un silinişi, oyun-kampın aşılması ile simgelenen finalinden sonra yeni sezon artık insanların oyun-kamp alanı olan robotların Yeni Dünya’sında geçiyor. Westworld’ün yeni sezonunda insanların da cyborglaştığı, bilginin dolaşımının teknolojik yeni şehirlerin önemli bir parçası olduğu ve kodların her bir alanda hüküm sürdüğü yeni bir mekân mevcut.  Yeni sezon Dolares’in devriminin içeriğini açarken ilk iki sezonda çok az sözü edilen insanların dünyasının ne kadar özgürlüğü içerdiğine dair farklı bir anlatıya da başlıyor. Artık Dolares’in kendi varlığının anlamını sorgulamasına benzer bir sorguyu insanların kendileri için yapacağı, Bernard’ın gör(e)mediği kapının insanların dünyasında insanlar için de olup olmadığına yönelik bir sorunun yöneltileceği bambaşka bir bilgi-varlık katmanının açıldığı yeni bir sezondan söz edilebilir. Şehrin mekânların, toplumların sınıfları ve iktidarın izlekleri üzerine Westworld’ün yeni sezonu varlık sahasının hiçbir kısmını sorgusuz sormayacağını gösterir nitelikte. Alice, beyaz tavşanı takip etmeyi hiç bırakmıyor. (Haktan Kalır)

Unorthodox (Netflix, Mini Dizi -4 Bölüm-)

Unorthodox, New York’un Williamsburg bölgesinde Satmar isimli Ortodoks Yahudi topluluğunda doğup büyüyen 19 yaşındaki Esty’nin (Esther Saphiro) çarpıcı hikâyesine odaklanıyor. Netflix imzalı mini dizi, Deborah Feldman’ın 2012 tarihli otobiyografik kitabı Unorthodox: The Scandalous Rejection of My Hasidic Roots (Ortodoks Olmayan: Hasidik Kökenlerimi İnkâr Ediş Skandalım)’dan uyarlanmış. Dizi 50 dakikalık 4 bölümden oluşuyor. Kitap ilk yayınlandığında İsrail’de yasaklanmış, Amerika’da ise New York Times’in ise çok satanlar listesine girmiş. Dizinin Williamsburg’daki geçmiş zamanı Feldman’ın otobiyografisinden birebir uyarlanırken, Berlin’de geçen şimdiki zaman ise kurgusal olarak senaryolaştırılıyor.

Esty, katı kuralları olan ve seküler hayattan tamamen kendini yalıtan HasidikYahudilik topluluğuna hiçbir zaman tam olarak ayak uyduramıyor, başkalarının kendisine biçtiği hayata uyum sağlayamıyor, kocası Yanky (Amit Rahav) gibi tek bir doğrunun içine doğup tek bir doğruyu kabul etmiyor. Evlendikten sonra bir nebze de olsa kişisel özgürlüklere sahip olacağını düşünüyor ve kendi çapında mutlu olmanın yollarını arıyor. (Evrim Nacar)

Dizinin Eleştirisi için -> Unorthodox (2020): Eril Nazarın Ötesinde Bir Görsel Haz ve Anlatı Örneği

AŞK 101 (Netflix, 1. Sezon)

Netflix, yayınladığı Türk yapımı dizilere bir yenisini daha ekledi. Senaryosunu Meriç Acemi’nin yazdığı Aşk 101, lise öğrencisi beş gencin dünü ve bugünü arasında iyi bir bağ kurarak ilerliyor (Ufak Tefek Cinayetler’de de benzer bir bağ vardı). Dizinin yönetmen koltuğunda ise Ahmet Katıksız bulunuyor .

1998 yılından günümüze uzanan bir köprü kuran Aşk 101, birbirinden farklı beş karakterin disiplin kurulunda yalnızca bir öğretmenin oyu sayesinde okuldan atılmamaları ve uzun vadede okuldan atılmamak için uğraşmaları üzerinden ilerler. Çünkü son kaleleri olan Burcu Hoca’nın tayini çıkmıştır ve onu bir şekilde okulda tutmaları gerekir. Aksi halde okuldan atılacaklardır. Bu gidişat üzerinden akıllarına gelen “en iyi plan”, Burcu Hoca’yı âşık etmek ve evlendirmek olur. Ancak bu o kadar kolay olmamalıdır ki olay örgüsü gelişsin ve ortaya izlenebilir bir kurgu çıksın. (Demet Öztürk)

Dizinin Eleştirisi için -> Aşk 101: Hazır Mıyız?

, ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir