Giulietta Degli Spiriti (1965): Aldatma ve Yalnızlık

Giulietta Degli Spiriti (1965): Aldatma ve Yalnızlık

Share Button

“Senin içindeki karanlık manolyanın kokusunu kimse duyamamış dişlerinin arasında bir aşk kolibrisini ezdiğini kimse bilmemiş.”
Garcia Lorca

“Gerçek her zaman en uçsuz bucaksız hayal gücünden daha düşseldir”
Federico Fellini

Giulietta Degli Spiriti / Ruhların Jülyeti temelde, Giulietta karakterinin, kocasının kendisini aldatma durumunun karşısında çocukluğunda yaşadığı travmalar, anılar, hayaller ve içine hapsolduğu ruh halinin Fellini’nin bakış açısıyla perdeye yansımasıdır. Giulietta’nın, yalnız, aldatılmış ve yaşadığı travma ile kendini sorgulamaya başlamış bir kadın karakter olması, ayrıca çok renkli ve geçişli bir duygu dünyasının varlığı sonucu halüsinasyonlarla entelektüelliği arttırılmış filmi Fellini’nin LSD kullanarak çektiği, kadının renkli dünyasına geçişini bu şekilde gerçekleştirdiğine dair söylentiler bulunmaktadır.

Federico Fellini’nin ilk renkli filmi olmasından mıdır yoksa LSD kullanmasından mıdır bilemiyorum, fakat duygu durumuna göre sahnelerde değişen bir renk düzeni dikkatten kaçmıyor. Temelde üç renk kullanılmaktadır; siyah, beyaz ve kırmızı. Kocasına dair şüphelerinin arttığı ve artık aldattığından emin olduğu zamanlarda oyuncunun kıyafetlerinin siyah olması aldatıldığı zamanı; evde hizmetçilerle birlikte alt üst ayrımı yapmadan çalışırken ve en son sahnede belki de içindeki soruları cevaplamasıyla kavuştuğu o mutlulukla evinden çıktığı zaman beyaz olan geceliği ise masumiyeti simgelemektedir. Kırmızı rengi ise komşusuna ve medyuma gittiği zaman görüyoruz; bu renk de Giulietta’nın arzularını, belki de enerjisini yansıtmakta. En renkli kırmızı bile film de öyle kullanılmış ki canlılığı, hareketi değil donuk ve soğuk bir enerjiyi izleyiciye aktarmakta. Giulietta’nın dışındaki herkesin bir sirk havası içerisinde olması, abartılı elbiseler ve makyajların kullanılması gözden kaçmıyor. Yönetmen duyguları anlatırken renkleri, kostümleri ve karakterleri yerinde kullanarak önemli bir yapıt çıkartmıştır.

Fellini, bir kadının düşünce ve duygu dünyasını anlatmakla kadın dünyasına açılan bir kapının anahtarını sunuyor izleyiciye. Giulietta’nın duyguları, tutkuları, travmaları, hayalleri ve düşünceleri ekseninde temelde insan olan ama duygularını yoğun yaşayan kadınların dünyasını anlatırken; karakterin çevresinde birçok insan olmasına rağmen, onun iç dünyasında yaşadığı yalnızlığı da iyi işlemiş olması, bu filmi daha anlamlı kılıyor. Ev hanımı olan Giulietta, sevimli, anlayışlı ve kibar bir hanım. Bu durum evdeki hizmetçilerle ilişkilerinde de rahatlıkla görülüyor. Beraber akşam yemeklerinin hazırlandığı, sohbetlerin edildiği bir ortamda, sofrada eşine ikramları kendisinin yaptığı bir kadının yaşamındaki eksikliğin, kafasına takılan aldatma sorusuyla başlaması da insana herkesin hayatında birtakım görülmeyen tarafların olabileceğini, buzdağının arkasına da dikkat çekerek soruların farkındalığı arttıracağını gösterir. Sonuçta her birey sosyal yaşam, ahlak, tutkular, itaat edilmesini bekleyen otoriteler ve sosyal baskılar altında kendini gerçekleştirme hatta zaman zaman akıl sağlığını korumaya çalışmak adına, görmedim duymadım bilmiyorum oyununu oynayabilir. Giulietta, gördüm, duydum, biliyorum, akışına bırakıyorum, kendi değerlendirmemi yapıyorum oyununu oynayarak ve akıl sağlığını bozacak dereceye gelen halüsinasyonlardan sorularını cevaplayarak, belki de kendini özgürlüğe bırakarak kurtuluyor. Bir hesaplaşma ve iç huzur…

Hayal ve fantezi sahnelerinin ustası olarak bilinen Fellini’ye bazı eleştiriler de getirilmiş; bunlardan bir tanesi de, Fellini’nin insan ruhunun çırpınışlarını sadece nefsanî istek ve tutkular derecesinde işlemesidir. Freud, yaşamın, güdülerin libido ile çepeçevre sarıldığı temel görüşü ile hayata bakarken; Fellini’nin eserinde, insanın yaşam gayesinde kendisiyle beraber şekillendirici unsurların da olabileceği görüşünü işlemesi ile buna karşı çıkarak, sadece böyle bir pencere olmadığını dile getirdiğini düşünüyorum.

Filmde esas olarak gördüğüm iki konu bulunmaktadır: Aldatma ve yalnızlık. Aldatma daha çok duygusal bir takım gereksinimler nedeniyle yaşanır. Aldatılan her zaman kadın değildir, aldatan erkek hemen her zaman yine bir kadınla aldatır. Aldatan ve aldatılan hem kadındır hem erkektir. Erkekler cinsel dürtülerini kontrol etmekte zorlandıkları için aldatırlarken, kadınlarsa daha çok duygusal ve romantik hisleri nedeniyle aldatırlar. Erkekler sürekli bahaneler uydurmaya başlayıp eve daha geç gelmeye, toplantılar üretmeye başlayabilir. Erkeklerin bu davranışlarındaki değişikliklerse kadınların sıklıkla dikkatini çeker ve kadınlar sorgulayıcı, araştırıcı ve var olan dikkatlerini daha da yoğunlaştırmaya başlarlar. Ve bunun sonucunda erkekler çoğu zaman yakalanırlar. Bu durum filmde de yer almaktadır. Giorgio’nun, Giulietta’ya toplantısının olduğu ya da başka bir işi olduğu gerekçesiyle gelemeyeceğini ya da geç geleceğini söylediği sahnelerden bahsediyorum. Hatta son sahnede de aynı bahanelere sırtını dayayarak bir süre gelmeyeceğini belirttikten sonra gitmişti. Ayrıca erkeklerde orta yaş bunalımı dediğimiz, 40 yaş civarında beliren bir dönemsel aldatma girişimleri de görülebilir. Bu dönemde erkek kendisini sorgular, hayatını sorgular, yaşamını sorgular, geçmişini sorgular, evliliğini sorgular, geleceğini sorgular, yaşamın ve ölümün kendisini sorgular ve bu dönemde sıra dışı davranışlarda bulunabilir. Giulietta’nın eşinin belki de bu tarz bir döneme girmesi kendisini de sorgulamaya doğal olarak iten bir güç olmuş olarak yorumlanabilir.

Başrol oyuncusu Giulietta’nın her şeyden emin olduktan sonra eşiyle neden konuşmadığı ya da kocasının bir başkasıyla ilişkisi olduğundan bahsetmeyerek ondan neden ayrılmadığı gibi sorular filmin en sonunda dikkate değer sorular olarak seyircinin zihnini kurcalayabilir. Tahmin yürütecek olursak, şöyle açıklanabilir: İnsanların aldatmaya yönelik tutumunu anlamak için, aldatılırsanız ne yaparsınız sorusunu sorsak, kendileri birlikteliklerini devam ettiremeyeceklerini ifade edeceklerdir. Fakat bu duruma maruz kalan bireylerin birlikteliklerine devam ettiği, var olan düzenlerini bozmadan eşleriyle yaşamaya devam ettiklerini gözlemleriz. Film içerisinde de bu tahlile ek olarak, eşlerin yaşları da göz önünde tutulacak olursa, orta yaşlarda bireylerin bir düzeni yıkıp yeni bir düzen ve yeni bir hayata başlama çekinceleri belki de korkularını oluşturmaktadır. Giorgio’nun da eşini çok iyi tanıyor olması, bir düzenin varlığı ve çevresinin etkisi, boşanma gibi bir yola girmemesinde birkaç faktör olabilir.

Freud’a göre, çocuklukta aşk ve cinsellik farklı elementler olarak öğrenilirken, yetişkinlikte bireyin bunları birleştirmesi ve evlendiği eşi ile yaşaması beklenir. Ancak her birey, evlendiği eşi ile cinsellik yaşamaktan tatmin olmayabilir ve cinselliği dışarıda bir başkası ile yaşama yarışına girebilir; birey, aşk ve sevgi tatminini başka bir eşte, cinsel tatmini ise başka bir eşte yaşama eğilimine yönelebilir. Psikoanalitik yoruma göre, kişiler çocukluk döneminde âşık oldukları karşı cins ebeveyne benzer kişileri eş olarak seçerler ancak Oedipus ve Electra kompleksleri uygun biçimde çözümlenemediğinden, bilinç dışı olarak geliştirdikleri tabular nedeniyle eşleri ile doygun bir seks hayatı yaşayamazlar. Buna ek olarak, çocuğun cinselliği kötü ve kirli bir olgu olarak öğrenmiş olması, bu tatmini eşi ile değil, daha düşük statülü ya da daha düşük değer biçtiği bir başka kişiyle yaşama arayışına girmesine neden olabilir. Buna benzer bir fikri Schopenhauer da şöyle belirtmektedir: “Erkekler kadınları çiftleşene kadar arzular,  hele çiftleşme gerçekleşip de kadın artık ana olduktan sonra erkek başka dişilere doğru yelken açar”.

Jung’un teorisine dayalı sembolizmde benliğin birincil simgesi “kahraman”, benliğin dışarıya sunduğumuz maskesi “persona”, benliğin gizlenen karanlık yüzü “gölge” olarak isimlendirilir. Kolektif bilinçdışındaki benliğimiz persona, gölge gibi doğal parçaların yanı sıra benliğe yol gösterici nitelikte bir bilge imajı, erotik kadın (anima) ve erkek (animus) imajları da içermektedir. Kahramandan beklenen, hayat denen yolculukta benliğinin yukarıda sayılan ve imajlarla temsil edilen muhtelif parçalarını keşfedip kendini gittikçe daha “bütün” hissetmesidir.

Rollo May’e göre insan, yaşadığı dünyada bir yerlerde yaşama amacının veya anlamının bulunması gerektiğine inanır. Bununla birlikte kendi yaşamına baktığında bir anlam veya amaç bulamadığında kaygı yaşamaya başlar. İnsanda çelişki yaratan bu duruma “varoluşsal çatışma”, hissedilen duyguya da “varoluşsal kaygı” denmektedir. Giulietta her gün aynı evin içinde monotonlaşan uğraşları içerisinde sıradan olan hayatını sorgular. Komşusuna gittiğinde de düşüncelerinde sorduğu soruların farklılığında da bu durum görülmektedir. May’in çatışma ve kaygıya karşı önerdiği yol, kendi bilincimizin harekete geçirilmesidir ki Giulietta kendi içinde bir çatışma yaşamaya başlamıştı ve zihni kendisiyle oyun oynamaya da başlayınca halüsinasyonlarla başa çıkması için kurtuluş kapısı yine kendi bilinci oldu. İnsan hayat yolculuğunda, kendi bilincini harekete geçirmesi açısından dört evreden geçebilir. Masumiyet evresinde kahraman, karşılaşacağı sorun öncesi, bunun dünyadaki varlığından bile haberdar değildir. Giulietta eşi Giorgio’nun kendisini aldatacağını düşünmemiştir, kendince mutlu normal giden bir evliliği vardır haliyle bu soruna karşı bir ilgisi de yoktur. İsyan evresinde sorun, kahramanımızın kapısını bir şekilde çalar ve kahramanın varoluşsal çatışma içine girmesine sebep olur. Giulietta bu karmaşanın içerisindedir hatta ruhuna karşı bir savaşı da başlamıştır. Sıradan bilinç evresinde kahraman, sorunun çözülmesi yolunda bu dünyaya ait bir hedef belirler ve kendini bu hedefe adar. Bu evrede çocukluğunda bir yerlerde serbest bırakmadığı, yüzleşmekten korktuğu anıları da bulunmaktadır. Son olarak yaratıcı bilinç evresinde ise dünyaya ait yapılan rutin işlerin özündeki gerçeği anlar ve kendini aşar. Filmin son sahnesinde tam olarak bu durum gerçekleşir ve rahatlamanın verdiği o gerçek olan sahtelikten uzak bir yüz ifadesini takınır.

Freud’a göre kişilik gelişiminde üç evre vardır. Bu evreler beynin bir bölgesi değil sadece Freud’un işlevlere göre ayırdığı bir kişilik kuramıdır. Giulietta’nın eşinden sevgi, ilgi ve aşkı görmemesi, her insanın sevilme ihtiyacını duyduğu ve bunun karşılanması gerektiği aşikârdır. İd, bilinçdışıdır yani kuralsızdır, duygu ve düşünceler için yer ve zaman kavramlarını umursamaz. Önemli olan tutkuların tatmin olmasıdır ki burada egoya baskı yapar. Ego insanoğlunun dış dünya ile uyum içerisinde yaşamasını sağlayan zihinsel işlevler bütünüdür. Yani gerçeklik kuralı egoda hâkimdir. Oyuncunun hayatındaki iletişimsizliğe, beklediği ilginin karşılanmamasına rağmen kendisini isyandan uzak realite içerisinde yaşama devam etmesinde ego etkin görünüyor. İnsan haz ilkesiyle, çocukluk çağından itibaren öğrenmeye başlar. Daha sonra öğrendiklerinin ve isteklerinin birtakım gerçekliklere dayandığını fark eder. Bu fark ediş devamında olması gerekenden sapıldığı takdirde dış etkenler ya da bazı otoriteler tarafından ceza ile karşılık bulacağını öğrenir. Giulietta eşinin kendisine söylediği yalanlar ve aldatmayı öğrendikten sonra yönetmenin bize sunduğu kadarıyla tutkularını başka kişiler tarafından karşılamıyor. Evet, belki bir miktar eğilimi oluyor eve gelen eşinin arkadaşı onun dikkatini çekiyor fakat bu ciddi bir duruma doğru gitmiyor, sevgi ihtiyacının değerli olduğunu hissetmek istemesini başka bir kişi üzerinden karşılamıyor. Bu ise süperegonun etkisi olarak açıklanabilir. Süperego insanın iç yaşantısı, vicdanı, suçluluk duygusu yani bir tür vicdan mahkemesidir…

Sonuç itibariyle, kadın dünyası biraz karışık, çocukluk çağından başlayarak yaşanılan her bir şey bir kadının dünyasında, hayatını darmadağın eden bir olay ile renklerin, kokuların ve görüntülerin birbiri ile tamamen karıştığı bir dünyaya sahip olabileceğini çıkartıyorum filmden. Sağlıklı bir evlilik sağlıklı bir iletişim tüm beklentilerin ve mutluluğu partnere bağlamak yerine, her bireyin kendine ait bir yaşam alanı çizmekten geçiyor gibi duruyor. Kısacası bağımlı değil bağlı olmaktan.

”Yalnızlık, insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. İnsan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğu zaman kendisini yalnız hisseder.”
Carl Gustav Jung

Kaynaklar:
1) Jung, Carl Gustav , Jung Psikolojisi, Yason Yayıncılık.
2) May, Rollo, Kendini Arayan İnsan, Okuyan Us Yayınevi.
3) Gürol, Ender, Sigmund Freud, İz Yayıncılık.

Konuk Yazar: Esin Nesrin CEBECİ

, , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir