- Get Out Afro-Amerikan sinemasının en ateşli örnekleri kadar muhalif bir tavırla “Ben senin zencin değilim!” diye bağırıyor; ama bu isyanı ironinin içine gizleyerek hem sıradan bir propagandistliğe saplanmaktan kurtuluyor hem de tür sineması ortalamasının çok üstüne çıkıyor.
Korku sinemasında pazar, türün klişelerine yaslanıp pek de yeni bir şey vadetmeyen o kadar çok filmle dolmuş durumda ki; arada sırada denenmemiş bir şeyi deneyen, tür kalıbı içerisinde zekice manevralar yapabilen bir film karşımıza çıktığında, onu baş tacı ediveriyoruz. İşte Get Out, tür sinemasının hızlı tüketilebilir meta niteliğini sosyolojik bir düzleme yerleştirmesiyle korku sinemasında ortalamanın çok üstünde bir yere çıkıyor. Belki korku türünün gerektirdiği tüm nitelikleri korkuseverlere sunmuyor olabilir; fakat tür sinemasına hapsolmayan bir bakış açısıyla bakıldığında, filmde çok daha değerli şeyler bulunabilir.
Stanley Kramer’in klasik filmi, sinemada Afro-Amerikan temsilinin köşe taşlarından Guess Who’s Coming to Dinner gibi başlayan Get Out filminde, Rose, siyahi erkek arkadaşı Chris’i ailesiyle tanıştırmak üzere evlerine götürecektir. Rose ve ailesi tipik beyaz Amerikalı bir ailedir; fakat Rose, ebeveynlerinin açık fikirliliğine güvenerek ailesinin Chris’i kolaylıkla kabulleneceğini düşünür. Öte yandan, Chris hayatı boyunca beyazların arasında bir siyah olmanın nasıl karşılandığını deneyimlediği için bu tanışma organizasyonunun kusursuz geçeceğinden pek de umutlu değildir. Genç çift, ebeveynlerin evine geldikten sonra ise gerilim üst düzeye tırmanacak, Chris kendisini dehşet dolu bir kabusun içinde bulacaktır.
Çok detayına girmeyeceğim bu gerilim, dehşet, kabus bölümlerinin korkuseverler için ortalama – en iyi ihtimalle, ortalamanın biraz üstü – bir seyir deneyimi sunduğunu söylemekle yetinelim; çünkü Get Out filmini asıl güçlü yapan şey korku sinemasının kodlarını kullanma biçimi değil. Get Out, Afro-Amerikan sinemasının çok iyi bir örneği olmasıyla 2017’nin diğer filmleri arasından sıyrılmayı başarıyor.
ABD sinemasında siyah temsili üzerine tartışmalar bitmiyor. Kimi yıllarda göstermelik bir pozitif ayrımcılık gören Afro-Amerikan filmleri parlatılsa da çoğu zaman nitelikli örnekler görmezden geliniyor. Beyaz Hollywood’un parlattığı siyah filmleri ise beyazların görmek istediği siyah imgesini taşıyan filmler oluyor. Tartışmanın bu boyutu, son yıllarda 12 Years a Slave Oscar’da en iyi film ödülü aldığında alevlenmişti. Afro-Amerikan sinemasının en önde gelen figürlerinden Spike Lee’nin başını çektiği bir grup, kölelik üzerinden siyah temsilini sinemaya taşıyan bir filmin ödüllendirilmesini çok manidar bulmuştu ve pek de haksız sayılmazlardı. Çünkü beyazların kölesi olmayan, ezilmeyen, güçsüz olmayan siyahlar da vardı ve onların hikayeleri görmezden gelinmemeliydi. Bu noktada, Get Out siyah-beyaz ilişkisini tepetaklak eden yaklaşımıyla tartışmaya yepyeni bir boyut kazandırıyor.
Klasik tartışma beyazların siyahları sosyal, kültürel ve hatta biyolojik açılardan kendilerinden aşağıda görmeleriyle başlar. Bu bakımdan, 20. yüzyılın başlarında soylarının genetiği bozulmasın diye çocuklarını siyahlarla evlendirmeyen beyaz aileleri, siyahların Afrika’daki bilinmeyen bir hastalık dolayısıyla siyah olduğunu sözde bilimsel kanıtlara dayandıran beyaz bilim adamlarını, siyahların Tanrı tarafından lanetlendikleri için siyah olduğunu öne süren beyaz din adamlarını hatırlamak yeterlidir. Hatta bunun için çok da uzağa gitmeyelim; siyah erkekleri bir tehlike ve kendileri için rakip görmelerinin yansıması olarak beyaz kültüre yerleşmiş siyah fallus efsanesine hiç de yabancı değiliz. İşte meselenin bu biyolojik boyutunu tersine çeviriyor Get Out ve faşizmin zannettiğimiz kadar uzağımızda olmadığını bize gösteriyor.
Bir faşisti tanımak kolaydır; ama liberallerin içindeki gizli faşisti fark etmek çok zordur. Senaryonun ihtiyaç duyduğu abartı gereğince, durmaksızın siyah ırkı öven beyazlar Get Out’ta bu liberallerin içindeki gizli faşisti açığa vuruyorlar. “Siyahlar şu bakımdan aşağılıklar,” demekle “Siyahlar şu bakımdan üstünler,” demek arasında bir fark olmadığını bize gösteriyor film. Olimpiyatlarda atletizm yarışını bir siyaha kaybetmenin tek sebebini siyah ırkın genetik üstünlüğünde arayan beyaz adam; “Bu Japonlar da ne çalışkanlar,”, “Bu Kürtler de çok iyi kebap yapıyorlar,”, “Bu eşcinseller de çok kibarlar,” diyen liberallerin sadece bir varyasyonudur aslında. İşte bu çok yakınımızdaki faşisti ince bir zekayla su yüzüne çıkarması Get Out’un en büyük başarısı. Bir de bunun üstüne, o çok övdüğü siyah genlerden faydalanma sevdasına kapılan beyazların her şeyi aitlik-sahiplik ikiliğinde algılayan klasik düşünce sistemleri dolayısıyla nihai düşüşlerini gördüğümüzde, filmin üzerimizdeki etkisi iyiden iyiye artıyor.
Bu bakımdan, Get Out Afro-Amerikan sinemasının en ateşli örnekleri kadar muhalif bir tavırla “Ben senin zencin değilim!” diye bağırıyor; ama bu isyanı ironinin içine gizleyerek hem sıradan bir propagandistliğe saplanmaktan kurtuluyor hem de tür sineması ortalamasının çok üstüne çıkıyor.
Sosyoloji bölümü mezunu. Birkaç sinema filminin prodüksiyon aşamasında yer aldıktan sonra 2013 yılında Sinema Kafası’nı kurdu. Yazılarına Cineritüel’de devam etmekte, sinema doktorası yapmakta ve çevirmen olarak çalışmaktadır.