Konuk Yazar: Burç Karabulut
İçinde hem Yeşilçam, hem politika, hippiler gibi bir dönemlerin popülerlik vesilesi olan dönemleri, nostalji şeklinde bize yeniden yaşatan Zaman Makinesi 1973, geçmişle bugünü paralel olarak nasıl görebileceğimizi de anlatıyor. Nostalji sinemasının komediyle harmanlanması ise zaten hâlihazırda çok baskı ve mutsuzluk içeren geçmişimizi konu edinerek gülümsetme aracı olarak kullanılmış.
Tüketim kültürünün çıkmazı: Sürekli üretilen nostalji döngüsü
Tüketim kültürünün artık bir çılgınlıktan hastalığa doğru evrildiği çağımızda, insanlar her daim nostaljik olana bir ilgi ve sempatiyle bakmışlardır. Modernizmin, 40’ların sonunda başlayan Amerika’daki savaş sonrası dönemde büyümeye başlayan bu hızlı kitle tüketiminin, 60’larda sömürgecilik biçimleri, enformasyon devrimiyle birlikte artık global köye geçiş süreci tamamlanıp yeni bir toplumsal düzene doğru evrilmiştir. Postmodernizm ise, Federic Jameson’ın tanımıyla, artık sınırların ve ayrımların yitirildiği ya da sakatlandığı dünyada, yüksek kültür öğesi ile kitle kültürünün birbirine eklenmesi olarak karşımıza çıkar. Nostalji, kitle ve yüksek kültürün bir ürünü, içine girilince kaybolunan renkli bir dünyanın sürekli tekrarı, geçmişe olan özlemin dile getirilmesi yani geçmişten olanın bugün yitirilmesidir: Yeşilçam, hippi kültürü, sol-sağ çatışması gibi.
Zaman makinesi 1973 yitirilen geçmişe giderek orayı bir panayır havasında eğlenceli bir şekilde bize sunuyor. Anadol’a yani Türk üretim gücüne, hippi kızlara bir anlamda cinsel özgürlüğe, ülkücü – devrimci çatışmasına, politik zekâya bugünle karşılaştırmalı olarak bir eğlence sunuyor. Bu eğlence, sadece kültürü yozlaştırıp altını kaydırmakla kalmıyor. Yediden yetmişe yeni bir nostalji ürünü olarak da topluma sunuluyor.
Kendine dönük bir film…
Zaman Makinası 1973, kendine dönük bir film olarak karşımızda arz-ı endam ediyor. 1973 yılına ait dekorlar, kıyafetler ve mizansene yer verilmiş. Ayrıca söylemeyi ihmal etmeyeyim, bas bas bağıran bir politik arka planı da var ancak arka plan dekor olarak kullanılmış. Film tümüyle zamanda kendine dönüyor. Bir anlamda o Yeşilçam hasretini çekiyor, çektiriyor ve nostaljisini de yaşatıyor. Burjuva evinin annesinin sürekli Yeşilçam’a gönderme içeren konuşmaları olabildiğince bize Yeşilçam’ı hatırlatıyor. Sırf o değil tabii ki. Zengin kız- fakir erkek olarak artık kronikleşmiş Yeşilçam dramatik yapısı da var. Maalesef ki film kendini güldürecek kadar ciddiye aldığından bu detaylar arka plana yedirilmiş.
Self referans filmler (kendine dönük filmler), aynı zamanda kendi kopyasını da içeren filmler olarak açıklanabilir. Yani dönemin minyatür bir portresini görmek mümkün. Sadece bir kereye mahsus olarak gözüken nostaljik macunlar, sürekli tek bir dizaynda görünen deterjan, tek Anadol, tek duvar üstüne yazılan politik içerikli yazılar ister istemez dönemin dekordan ibaret olduğunu bize anlatıyor. Zaman Makinesi 1973, nostaljiyi yaşatırken dönemin simgelerinin minyatürlerini de sürekli gözümüzün içine sokmayı başararak yer yer kendini kitsch durumuna düşürse de başarılı bir iş yapmış gibi görünüyor. Yine de Yeşilçam’ın da bir taklit sineması olduğunu düşünerek film, bizi güldürmeyi ve hoş bir nostalji yaşatmayı başarıyor.
Toplumsal muhalefete bile duyulan özlem…
70’lerin toplumsal hareketlerini en zararsız, en tematik haliyle yaşatmayı kendine vizyon edinirken, o tarz düşüncelere bile nostalji duyulmasına sebep oluyor. Mesela kendi ülken için Amerikalı kaçırmak bugün de devrim konusunda okuyan birçok gence ilham verirken onu yapma eğilimindeki bir grup sol tandanslı genci nostalji malzemesi kılıyor. Bu düşüncenin, mücadelenin bile yitirildiğine dikkat çekiyor.
Gerçekten de toplumsal muhalefetin, başkaldırının, isyana özlem anını seyircinin kafasına kazımak istiyorlar. Tolga karakteri, diegesisten çıkıp bir kaç kere iş üstünde yakalamışçasına solcu gençleri biz seyirciyle beraber dikizliyor. Solcuları kahramanlaştırmak yerine baskılanan muhalefet olarak nostalji, romantizm duyuluyor. Daha önce hiçbir komedi filminde solcular bu denli yer almamıştı. Solcu imgesi filmde yaşatılmaya çalışılsa da karton karakter olmaktan ileri gidemiyorlar. Son dönemdeki popülist politik meselelerinde etkisiyle bu sahnelerin yazıldığı muhakkak.
Solcu-sağcı çatışmasını çoğunlukla Gezi Parkı hareketiyle paralel bir şekilde vererek dünkü tarihimizin bugüne bağlanması konusunda hayli başarılı bir tavır alıyor. Komedinin ve dekorunun yanına mizahı ve toplumsal hareketleri güzelce eklemliyor. Gezi Parkı’nın sinemadaki estetik anlamda başarılı, az ama öz temsillerinden biri olacağını düşünüyorum.
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.