Freaks’in başlangıcında bir mezatta gibi çığırtkanlıkla bağıran sirk sahibinin teşhir ettiği sıradan bir ürün değil, vücudu deformasyona uğramış gerçek kişiler. Hilkat garibeleri diye tanımlanan insanları izleyenler, başlarına bir kaza gelse onlardan birine dönüşebileceklerini akıllarına getirmeden küçümseyici bakışlarla insanları birer gösteriye dönüştürürken, bu kısa an bile empatinin önemini de izleyiciye hatırlatmaya yetiyor.
Freaks, vücudunda doğuştan deformasyonlar bulunan bir grup insanın sirkteki yaşamlarına odaklanıyor. Cüce Hans sirk artistlerinden olan güzel trapez sanatçısı Cleopatra’ya âşıktır; ancak Cleopatra sirkte kendisi gibi fiziksel kusuru bulunmayan Herkül’le birliktedir. Cleopatra’nın amacı zengin olduğunu öğrendiği Hans’la evlenip onun parasına sahip olmaktır; ancak planlarının ortaya çıkması ile sirkin diğer sakinleri intikam planı hazırlarlar.
Değersizleştirme ve Teşhir
İnsan zayıf bir varlıktır; bu nedenle her insanın varoluşunda eksiklik duygusu vardır. Engin Geçtan, İnsan Olmak (*) kitabında bunun sebebini çocukluk döneminin “normal” bir çaresizlik içinde başlamasından kaynaklandığını söyler. Bir noktada insanın amacı, bu eksilik hissinden artıya ulaşmaktır. Saygı görme, kişisel tatmin, başarı, statü, para ya da başarı tanımında ne hedeflediyse ona ulaşması, bu eksiklik hissini kapatmaya yöneliktir. Bunun oldukça insani olduğunu, hatta ilerleme için gerekli olduğunu söylemek mümkün. Ancak değersizlik hissiyatı yukarıda tanımlanan “normal” çaresizlikten farklıdır. Değersizlik duygusu insanı daha fazla şeyler yapmaya ve yaratmaya güdülemediği gibi, bir kısırdöngünün yaşanmasına sebep olur. Freaks’in en dikkat çekici yönü toplumun değersizleştirdiği insanların hep aynı sarmal içinde kendini kanıtlama çabalarından yorulmuş, bu sebeple kendi bölgelerine hapsolmuş olduğunu göstermesidir. Bu açıdan sirk bir yaşam alanından çok kıstırılmış bir mekâna, hapishaneye çevrilmiş durumdadır. Başka yerde yaşam şansı olmayan insanların fiziksel kusurlarını teşhir etmek zorunda bırakılması ise utanç vericidir. Filmin asıl vurucu noktası ise bedenlerini teşhir etmekten başka hiçbir yöntemi önermemiş olmasıdır. Bu insanların yaşamda varlıklarını sürdürebilmesi, değersizliğin getirdiği kısır döngüye paralel alternatifsiz tek bir yol ile mümkündür. Bu yolun onların doğuştan beri hissettikleri değersizlik hissini perçinlediğini ve öğretilmiş bir çaresizlik aşıladığını söylemek mümkün.
Değersizlik duygularını yaşayan biri için diğer insanlar ya kendinden üstündür ya da aşağı; eşiti yoktur. (*) Cleopatra’nın kendisini diğerlerinden üstün görmesi, onları aşağılaması da değersizlik duygusunun bir sonucudur. Cleopatra’nın teşhiri ise güzelliğidir. Ancak filmin sonunda güzelliğinin işlevini yitirmesi ise onu da dışladığı insanlardan birine dönüşecektir. Burada Cleopatra’ya verilen cezaya da değinmek gerekiyor. Sirkin sakinlerinin Cleopatra’yı deformasyona uğratıp kendilerinden biri yapmaları da öğretilmiş çaresizliktir. Birine verdikleri cezanın onu kendilerine benzetmek olması, yaşadıkları değersizlik hissinin patolojik bir boyutta olduğunun göstergesidir. Zaten sonra da onu teşhir edeceklerdir; zincirin tamamlanması için teşhir önemlidir.
Aslında bu ceza mekanizmasının filmin ahlaki bütünlüğüne zarar veren bir durum olduğunu da söylemek gerekiyor. Browning’in dışlananlara uzanan kamerası ne kadar değerli ise filmin sonundaki vardığı nokta o kadar tehlikeli. Amacı o olmasa da “birimizi seversen hepimizi sevmiş olursun, birimizi üzersen hepimizi üzmüş olursun” mottosu izleyiciye sanki başka bir yol yokmuş izlenimi uyandırmakta. Ayrıca filmin gerçek oyuncularla çekilmesini de düşündürücü buluyorum.
Tod Browning, Freaks’i bir korku filmi olarak tasarlamış olmasına rağmen, uzaklaşıp bakıldığında tüm deformasyonların altında oldukça naif bir filme dönüşmesi filmin değerini arttırmaktadır. Ayrıca gerçek insanların hayatından görece gerçek bir kesit sunan Freaks’i belgesel sinema örneği olarak da görmek mümkün. Yapım bunun dışında istismar sinemasının damarlarını barındırması ve kavram olarak orijinalliğini destekleyen taşıdığı avangart yapı ile halen tazeliğini koruyabilen kült bir filmdir.
(*) Engin Geçtan, İnsan Olmak, Metis Yayınları

İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.