1985 yılında, Ferhan (Şensoy) geldi. “Benim yazdığım yeni bir oyunun provasına gireceğiz. İsmi İstanbul’u Satıyorum. Bu oyunda iki usta bizimle beraber olacak: Erol Günaydın ve Münir Özkul.” Bu haberi aldıktan sonra aşağı yukarı bir hafta uyuyamadım. Bu isimler çocukluğumu süsleyen ustalardı. Aynı oyunda olacağımızı hayal dahi edemiyordum. Beraber prova yapmak, aynı havayı solumak benim için büyük bir onurdu.
Sonra provalar başladı. Karşımda çocukluk kahramanlarım duruyordu. Onlara bakmaktan teksti okuyamamıştım. Sonrasında çok yakın bir ilişkimiz oldu.
Münir Ağabey ile dört oyunda beraber oynadık: İstanbul Satıyorum, Aşkımızın Gemisi Fındık Kabuğu, Yorgun Matador ve Soyut Padişah. 1986’dan 1994’e kadar uzanan uzun bir ilişkiydi. Bu zaman zarfında hem aynı sahneyi paylaştık hem de turnelere gittik. Beni çocuğu, kardeşi gibi görüp öyle davrandı. Beraber yemek yedik, beraber gezdik. Özellikle Erol Ağabey bensiz kalmazdı. Ferhan bize tek kişilik odalar ayarlasa dahi “Ben yalnız sıkılırım, Rasim benle kalsın,” derdi. Hiç yalnız bırakmadılar beni sağ olsunlar.
Münir Özkul, oyunlarda bizden farklı olarak, dağıtılan tekstler üzerinde çalışmazdı. Eve gider, bir harita metot deftere tüm teksti el yazısıyla yazardı. Ardından kendi bölümlerini de ayrı bir deftere yazardı ve onlar üzerinden çalışırdı. Provalara hep o defterlerle gelirdi. Sanıyorum evde yazarak ezberliyordu. Fakat son zamanlarda biraz ezber zorluğu çekiyordu. Bu nedenle sahnede tuluat yapıyordu ve keyfi bambaşka oluyordu.
İstanbul’u Satıyorum isimli oyunda ben Büfeci Hilmi’yi canlandırıyordum. Bir oyun sırasında, sahnede sol tarafımda Erol Ağabey vardı, sağ taraftan da Mimar Sinan rolüyle Münir Ağabey girdi. Münir Ağabey kendini çok kaptırırdı oyun sırasında. Başı yukarıda, tam konsantrasyon ile rolünü canlandırırdı. Üstünde entari ve kavuk, altında şalvarı, elinde T cetveli ile sahnedeydi. O sırada Erol Ağabey sahnede gülmemek için kendini zor tutuyordu, “Ne oldu?” dercesine bir işaret yaptım Erol Ağabey’e. Başıyla Münir Hoca’yı gösterdi. Hoca’nın şalvarının lastiği kopmuş ve yere düşmüş. Altında siyah slip donu var yalnızca. Ama Münir Ağabey o kadar konsantre ki hiçbir şeyin farkında değil. Seyirciler katıla katıla gülüyor. Sonradan fark etti ve şalvarını toparlayıp kulise koştu Münir Ağabey. Döndüğünde de büyük alkış aldı.
Sahneyi paylaştığım; Münir Özkul, Erol Günaydın, Derya Baykal, Ferhan Şensoy ve Tuncel Kurtiz gibi usta isimlerden çok şey aldım, çok şey öğrendim. Ben oynarken aynı zamanda onları izlerdim de; zaten izlememek mümkün değildi. Bugün biraz Rasim Öztekin isem, bunun tek sebebi böyle büyük ustalarla aynı sahneyi paylaşmamdır.
Münir Özkul’un sinematografik bir yüzü vardır. Bir bakarsın çok güzel, bir bakarsın çok hüzünlü, bazen de çok kötü bir surata sahip olurdu. Özellikle tiyatroda jest ve mimikleriyle ön plana çıkmıştı. Sinemada ise Ertem Eğilmez’in etkisi çok fazladır Münir Özkul’un üzerinde. Çünkü Ertem Bey; Münir Özkul, Kemal Sunal, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Halit Akçatepe gibi isimlere hem rejisörlük hem menajerlik yapmıştır. Onlara ne yapmaları gerektiğini gösteren bir öğretmen gibiydi. Bazen zorla yapardı bunu. Dolayısıyla Ertem Ağabey hem Türk sineması için hem de Türk sinemasının unutulmaz oyuncuları için çok önemli bir fırsat olmuştu.
NOT: Bu röportaj ilk olarak Rabarba Dergisi’nin 5. sayısında yayınlanmıştır.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu. Marmara Üniversitesi iletişim Fakültesi’nde Sinema yüksek lisansını tamamladı. Sinema Kafası’nda başladığı film eleştirilerine Cineritüel sitesinin yanı sıra Dipnot Dergisi’nde film eleştirileri ve makalelerini yayınlayarak devam ediyor.
Oyunculuğuna sanatçılığına değinmeden duBhir şekilde Rasim Öztekin hakkindaki düşüncemi söylemek ıstiyorum.
“ESKIDEN SEVERDİM”