!f Bağımsız Filmler Festivali’nin Ankara bölümünü takip eden Haktan Kalır, günlüklerine, kült film Kamikaze 1989, Clio Barnard’ın merakla beklenen filmi Dark River ve Atsuko Hirayanagi imzalı Oh Lucy! ile devam ediyor.
1- Kamikaze 1989 / Yön: Wolf Gremm
Wolf Gremm’in Komiser Jansen’i absürt evreni olan 1989 Berlin’inde gezdirdiği filmi anaakım filmlerinin özellikle de Hollywood’un her öğesini içeriyor. Ama ironiyi kullanarak bu içermeyi ters yüz ediyor. Çünkü günümüz dünyası mantıklı gözükmesi üzerine bir tür karizma inşası çevresinde tasarlanmıştır. Yasalardan polis üniformalarına kadar her birinin dili ve biçimi tıpkı nazi üniformalarının dönemin en ileride gelen modacılarına yaptırılması gibi işlenilmiştir. Elbette ki bu karizmanın, örüntünün arkasında “saçma” vardır. Her bir otoritenin, bürokratik işlem ağının ve devletin özel kuruluşlarla inşa ettiği her bir materyalin arkasında “saçma” vardır. Çünkü ön kabul kendisinin bir ön kabul olarak görmektense yani bir normdansa bir tür ilahi varlık olarak görülmesi komiktir. Ya polisler jaguar desenli kürkler giymiş olsalardı? Ya televizyonlar açık açık mutluluk sattıklarını belirtselerdi? Ya insanlar giysilerinin ardındaki ironiyi doğrudan kuşanmış olsalardı? Dünya, günümüzün dünyasından çok farklı bir dünya gibi gözükebilirdi ama özü yine günümüzün dünyasının özü olurdu. Yalnızca bu sefer dramatik yapısı değil komedi yapısı öne çıkartılmış olurdu. Kamikaze 1989 da her ne kadar beni ciddiye almayın diye bağırıp dursa da dünyanın ardını anlatan nevi şahsına münhasır (ve aynı zamanda hiç de öyle olmayan) kült bir yapım.
2- Dark River / Yön: Clio Barnard
Clio Barnard’ın “Selfish Giant”ı tüm sadeliği ve gerçekliğiyle yönetmenin sinemasının bir takipçisi olmamı sağladı. Ancak ilk filmde tutulan, örülen ve film boyunca işlenilen şeylerin derinliği ne yazık ki “Dark River”a taşınmamış. Dark River, Alice’in hikayesini ararken onun kardeşi ve babasıyla olan ilişkisinin ve bu ilişkilerde saklanılmış istismar ile parçalanmanın anlatıcısı olmayı başaramıyor. Yapmak istenilen şey Alice’in anlatacak ve soracak olmasının film boyunca saklanılması ve onun toprak üzerindeki mücadelesinin muhtemel bir şekilde babasına karşı bir mücadeleye dönüşmesi iken film bunu dolduramadığı için tüm “ortaya çıkmalar” sıradanlaşıyor. Barnard, hikâyenin akışındaki detayları bu sefer sadelik çıtası yerine basitlik çıtasında tuttuğu ve çoğu yerde kolay olanı seçtiği için film Joe’nin istismar karşısında yaptığında benzer bir sessizliğe bürünüyor. Dark River, bencil bir devin gölgesinde kalarak göstereceklerini gösteremiyor.
3- Oh Lucy! / Yön: Atsuko Hirayanagi
Atsuko Hirayanagi’nin Lucy’si modern Japonya’nın yollar boyunca intiharlar sebebiyle metro seferi sürekli aksayan dünyasında geçiyor. Bu dünyada insanlar iş yerlerinde ya emeklerine yabancılaşmışlardır ya da gizlice aşağılayan, ötekileştiren bir konumdadırlar. Her sokağın aynı renkte, insanların belirli pastel renklere sıkıştığı Japonya’da Setsuko yeğeni tarafından dolandırılarak bir İngilizce kursuna başlar ve burada John ona Lucy ismini verir. Böylece Setsuko’nun alter karakteri var olur. Lucy, Setsuko neden çekinmiş ise odur. Her şeyi açık açık söylemeye eğilimlidir, sarılır ve ağzını çok fazla açarak konuşur. Film boyunca Lucy yavaş yavaş Setsuko’ya karışır, onu da değiştirir ve filmin sonunda sarılan insanlar Lucy ile Tom değil Setsuko ile Takeshi’lerdir. Ama her ikisi de ölmüşler, yeniden dirilmişler ve “tuhaf” birer insan olarak bu haldelerdir. Hirayanagi, bir yol hikâyesi kurarken Amerika’yı bir düşler diyarındansa sorunlu bir gidiş kılarak klişeyi aşıyor; “Oh Lucy!” tüm eksikleriyle, sorunlarıyla ilginç ve izlenmesi gereken bir yol filmine dönüşüyor.
Hacettepe Üniversitesinde Siyaset Bilimi bölümünde yüksek lisans eğitimi almaktadır; kendi blogunda amatör olarak başladığı film incelemelerini yine bir amatör olarak Cineritüel’de sürdürmektedir.