John Berger “Görme Biçimleri” kitabında görmenin konuşmadan önce geldiğini, konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrendiğimizi vurgular. Ne var ki başka bir anlamda da görme sözlüklerden önce gelmiştir. Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek buluruz. Bu dünyayı sözcüklerle anlatırız ama sözcükler dünyayla çevrelenmiş olmamızı hiçbir zaman değiştirmez. (1) Kubrick’in dış ses kullansa da asıl amacını daha çok görsel imgelerle anlatmış olduğu Barry Lyndon, Berger’in görüşünü hem özne hem de nesne olarak destekler niteliktedir. Dışarıdan bakıldığında akıllı ama beceriksiz ve işe yaramaz görünen Barry kendisini bir centilmen olarak görmektedir. Film boyunca Kubrick karakterlerin birbirleri ile ilişkilerini de hep bu iki bakış açısıyla anlatmayı seçmiştir: Görünen ile kişinin kendini gördüğü/konumlandırdığı pozisyonun çekişmesi, ait olduğu yer ile ait olmak istediği yerin arasındaki uçurumlar yönetmenin filmdeki temel izleğini belirler. Bu izleğin sık sık dış ses ile bölünmesi ise Kubrick’in görsel açıdan elde ettiği estetik çerçeveleri izleyicinin algısına göre konumlandırmasına yol açar. Estetiğin içindeki boşluğa dikkat çektiği gibi bu estetiğin içinde kaybolanları da uyarmaz. Biraz oportünist bir bakış açısı gibi görünse de aslında nesnel bir tutumdur. Kubrick filmi ortadan ikiye böler. Savaş ortak temadır: Birinci bölümde meydanlarda yaşanan savaş, ikinci bölümde şatoların içerisinde sınıf atlama diplomasi içerisinde geçecektir. Her iki bölümde de görünen, yaşanan ve kişilerin anlattıkları Kubrick’in kamerasına nötr bir şekilde yansır.
Savaş ve statü
Avrupa’da süren Yedi Yıl Savaşları, çılgınca, şaka gibi organize edilmiş bir “ölme-öldürme” oyunu gibidir. Öyle ki sadece üniformalarının renkleriyle birbirinden ayrılmış sıra sıra askerler, uyurgezer gibi karşılıklı ateşin üstüne yürürler. Vurulanlar düşer, kalanlar donuk bir ifadeyle ateşin üstüne yürümeye devam etmektedirler. Askerlerin kişilik özellikleri tümden kaybolmuş, giymiş olduğu üniformanın içine hapsolmuşlardır. Çoğu birlik para karşılığında askere alınmış suçlulardan oluşmaktadır. Muharebe meydanındaki bu yürüyüş Kubrick için şiddetin gerçek görüntüleridir. Her ne kadar anlatılan savaş hikayeleri başka olsa da gördüğümüz bir ölüm oyunudur. Barry’nin daha sonra saf değiştirip başka savaşlara katıldığında da aynı görsel duygu hakimdir. Gördüğümüzün kahramanlıkla alakası yoktur, hatta sebebini bile bilmedikleri bir savaşta insanlar yıllarca sürüklenmişlerdir. Anlatıcı olayları “Rahat bir koltukta otururken dillere destan meydan muhaberelerinin hayalini kurmak kolaydır oysa onları kendi bedeninde yaşamak bambaşka bir şeydir” diye özetler; Barry ise oğluna anlattığı hikayelerde kellelerin kralın malı olduğunu söylemektedir. Aslında Kubrick tarih kitaplarına bile geçmeyen küçük birliklerin savaşlarını izletir. Barry’nin kahraman olmadığı açıktır. Ateş başında savaş sohbeti yapmak bir aristokrasi göstergesinden öteye gidemez. Kubrick savaşın değişim yapısıyla ilgilenir daha çok. Onun yıkıcı ve yayıcı söylemlerinin sürekli devam ettiğinin altını çizer. Savaşın bitiminden sonra da savaşın modernleştirilmesi süreci devam etmektedir. Barry için ise savaşın hiç bitmeyeceği bir gerçektir. Cephe gerisinin daha acımasız olduğunu öğrenmesi uzun sürmez.
Bir kanun kaçağından Prusya ordusunun madalyonlu askerine evrilmesi aşamasında Barry çok yol kat etmiş gibi görünmektedir. Ancak yükseliyor gibi göründüğü bu durumlarda bile aslında yerinde saydığı aşikardır. Halen bir serseridir, yurtsever bir kahraman olması narsist kişiliğini ve egosunu dizginlememiştir. Ödül alırken General bunların hepsini yüzüne söyler. Barry beklediğinin aksine onuru kırılmış şekilde bir tepki vermektense akıllıca bir yol izler. Kendisinin örnek alacağı bir hami bulamadığından yakınır, orduda öğrendiği ikiyüzlülük ile sonunda utanmaz bir adama dönüşür. Şimdi tek yapması gereken sosyal statüsünü sağlamlaştırmaktır.
Raymond Barry’nin öyküsü sınıf atlamaya çalışan, hilebaz, üçkağıtçı birinin öyküsü müdür yoksa, şartların oldukça kaygan olduğu bir dönemde varolmaya çalışan bir adamın öyküsü müdür? Dışarıdan bakıldığında iyi bir evlilikte yapmış olan Barry her ne kadar kendine yalanlar söylese de sosyal statü olarak halen başladığı noktadır. Bunun için ise ihtiyacı olan tek şey bir unvandır. Dünyanın parasını harcayıp değerli armağanlar dağıtır, hiç anlamadığı sanatsal tablolar satın alır ancak elde etmek istediği unvan onun sonunu hazırlama sürecini hızlandırır. Sisteme ait olmaya çalıştıkça sistem onu sürekli dışarıya doğru itmektedir. Gördüğümüz her güzelliğin büyüsüne kapıldığımızda The Shining’deki Torance ailesinin Overlook otelinin güzelliğine aldanması gibi orada sadece “güzelliği” algıladığımızda faka bastık demektir. Bu arada kameranın sürekli gösterdiği sanat eserlerini, mimariyi, kostümü, manzara ve atmosferi gösteren gerçekten de o sınırsız güzellikteki görüntüler, bu görüntülerin içine girmiş olma duygusu, adım adım çürümenin, çöküşün aynası ile karşı karşıya bulunduğumuz duygusuna doğru evrilir. Artık aydınlık mekanlardan karanlık iç mekanlara ulaşmışızdır. Kubrick aydınlık (beyaz) olanı hiçbir filmde olumlu olan ile yan yana getirmez. The Shining içinde karanlık tek bir sahnenin bulunmadığı bir korku filmi olduğunu hatırlatalım. (2)
Edebi bir uyarlama olarak Barry Lyndon
Barry Lyndon klasik bir edebiyat uyarlaması şeklinde ilerler. Yükselme, tepe noktasına ulaşma ve düşüş teması sinemanın da oldukça sevdiği bir anlatım şeklidir. Hırslı, çıkarcı, düzenbaz bireyin üst sınıfa yükselmesi ve çöküşünü Kubrick etkili bir görsellikle anlatır tabii ki yapısal değişikliklere giderek. Thackeray, Barry’nin öyküsünü romanda anlatırken ben anlatıcı kullanmıştır. Bu olup bitene burlesk, kaba bir şaka gibi bakan, haddini bilmeyen kahraman tarzı romanda mizah duygusu olarak göze çarpsa da Kubrick onu olaylara karşı soğuk, nötr ancak akil bir dış anlatıca çevirir. Bir önceki roman uyarlaması Lolita’dan farklı olarak “ben anlatıcı” yerine “dış ses” kullanır. Lolita’da olayları nakleden ile yaşayanın aynı kişi olması olayları gizleme ve manipüle etme olanağı doğurmuştur. Oysa ki Barry Lyndon’da anlatıcı değil taraf tutmak, sarkastik, acımasız ve Barry’nin sınıf atlama çabalarıyla müphem bir şekilde alaycı bir üslup takınmaktadır. Hatta olayları yorumlayan bazı zamanlarda da daha olmadan söyleyen bir dış sestir. Dış sesin bu haberci tavrı filmin görsel olarak algılamamızı güçlendirir. Perdede gördüklerimiz duyduklarımızdan önemlidir. Bu tip filmlerde olay akışının önceden bilinmesi filmin içindeki gerilim dinamiğini sıfırlar. Barry’nin çocuğunun ölümü gibi trajik bir olay bile dış ses tarafından önceden alelade bir şekilde söylenir. Peki filmin en büyük dinamiğini kaybeden Kubrick bunun yerine neyi koymuştur? Burada lineer bir anlatımdan ziyade serüven romanlarında (3) olduğu gibi parçalardan ana panoramaya ulaşmayı hedeflemiştir. Kubrick Barry Lyndon’un hikayesini anlatırken onu bir kişi olmaktan çok genel olarak toplumun bir sonucu olarak sunar. O yüzdendir ki dramatik dinamikleriyle çok ilgilenmez. Film bittiğinde Barry’nin sıradan serüveninden daha fazlasını resmettiği çağın titizlikle ayrıntılanmış bir dönemi ortaya çıkmaktadır. Bu panoramanın asıl mimarı olan Kubrick, Adolf von Menzel (mum ışığındaki iç çekimler), Gainsborough ve Constable (geniş plan manzaralarda) gibi dönemin ressamlarının eserlerini kendi filmine ustalıkla yedirmiştir. Müzik kullanımındaki üst düzey seçicilik de filmin en güçlü yanlarından biridir.
Kubrick’in her filminin bir sonu vardır. Bu son genelde bir yansıma ya da dönüşüm şeklinde tezahür eder. (2) Kubrick, filmi 4 Aralık 1789’da bitirir yani Fransız İhtilali’nin olduğu dönemde. Bu anlattığı panorama olan Avrupa Aristokrasisinin politik ve ekonomik egemenliğini burjuvaziye bırakma sürecinin başlangıcıdır. Anlatıcının dediği gibi iyi ya da kötü, çirkin ya da yakışıklı ölüm hepsini eşitlemiştir. Artık yeni bir dönem başlamıştır. Son baş olmuştur, yeni devrim yeni umutlara yelken açmıştır. İnsanoğlunun bekası savaş, hırs, bencillikle paralel gittikçe aşikardır ki yeni Barry’ler türeyecektir ve maalesef yine doğa onları yine eşitlemek zorunda kalacaktır.
(1) John Berger, Görme Biçimleri, Metis Yayınları
(2) Fernand Jung / Georg Seesslen – Kubrik ve Filmleri, Derleyen Veysel Atayman, Modern Zamanlar Dergisi
(3) Serüven (pikarest) romanlar alt sınıftan gelen kahramanların gözünden bir dizi serüvenin anlatıldığı romanlardır. Serüvenlerin birbirini takip etmesi gerekmez. Barry Lyndon’ın film içinde kendi dilinden (çevresine, oğluna) anlattığı serüvenleri bir tutarlılık ve devamlılık arz etmez.
İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.