Hayal kuran kişiyi gerçeklikle tanıştırma isteği hepimizin sahip olduğu en büyük silahlardan yalnızca biri; oysaki gerçeklik çoğu zaman çıkar ve riyadır. İnsanı olduğundan daha fazla duyarlı, daha fazla bilgili göstermek adına başvurulan o yapay hile, gerçeklik, bir çocuğa ebeveynleri tarafından dikte ettirilen en büyük kâbus olmaya devam ediyor ve edecek. İşte El espíritu de la colmena (Arı Kovanın Ruhu / The Spirit of the Beehive) filminin, her ne kadar metaforik anlatımı ile dikta toplumunun betimlemesini, eleştirisini yapıyor olsa da, temel dinamiğini tam da az önce bahsettiğim çocukluğun sihirli dünyası ile yetişkinliğin gerçeklik-hayal ayrımı yapması sebebiyle sihirden kopma aşaması oluşturuyor. Bu yapıyı en doğru biçimde oluşturacak anlatı ise büyülü gerçekçiliktir. Fantastik, sürrealist gibi türlerden olağan ile olağandışı olanı yan yana getirmesi ile ayrılan büyülü gerçekçi anlatılarda kullanılan yabancılaştırma, belirsizlik, ölüm, ölü kişiler ve olağan dışılık gibi temel öğelerin hepsi Arı Kovanın Ruhu filminde de kendine yer bulur.
İç savaş artığı bir kasabaya gelen seyyar film şirketi aracılığı ile Frankenstein filmini izleyen küçük karakterimiz Ana, suç, ölüm, ruh, fantezi gibi kavramlarla çocukluğun sihirli dünyasından yetişkinliğin gerçekçi ve ciddi dünyasına doğru ilerleyen büyüme seyri içerisinde gerçek ile fantezi olanı birbirinden ayırt edemez hale gelir. Ablası Isabel ile aralarında sadece bir yaş farkı olmasına rağmen, Isabel, izlediğinin bir kurgu olduğunun farkında iken; Ana için izlediği her şey gerçektir. Tıpkı çocuklar için her şeyin, sihirli olanın bile gerçek olması gibi. Genelde dikta rejimi altında yaşayan kalabalıkların, özelde dört duvarın arasına sıkışmış kalmış aile bireylerinin birbirleri arasındaki yabancılaşmasını arı kovanı ve içerisinde yaşayan arılar ile imleyen yönetmen Victor Erice, anlatıdaki politikliği ve büyülü gerçekliği Ana’nın bakış açısı üzerine kurduğundan, hikâyedeki politiklik ve fantastik olanı seyirciye bir çocuk naifliği ile verir. Böylece izleyiciyi gerçeklikten uzaklaştırmaz ve şaşırtmaz.
Sinemanın doğrudan duygulara seslenen bir sanat olduğunu gösteren film, tıpkı Latin Amerikalı yazar Gabriel García Márquez kitaplarının büyülü gerçekçi yapısıyla enfes bir kırsal hikâyesi sunarken, ayakkabı bağcıklarını bağlamanın ciddiyet ile tanışmanın ilk evresi olduğunu çekinerek dile getirir.
Not: Bu yazı ilk olarak 10.08.2014 tarihinde Evrensel Gazetesi Pazar Eki’nde yayınlanmıştır.
Kimya Mühendisliği mezunu. İnovasyon, Girişimcilik ve Yönetim bölümünde başladığı yüksek lisans eğitimini bırakarak Marmara Üniversitesi’nde sinema yüksek lisansına başladı. Çeşitli film festivallerinde görev almasının yanı sıra İnönü Üniversitesi Kısa Film Festivali’nin yürütmesini yaptı. Cineritüel sitesinin kurucusu ve yazarı.