Her sinema filmi birçok farklı şekilde yorumlanabilir. Hatta bu sadece filmler için değil, tüm sanat eserleri için geçerli. Zaten eleştirmenlerin sanat eserlerine katkısı da buradan kaynaklanır. Bu nedenle tüm sinema filmleri başka noktalardan bakıldığında başka şekillerde görülür, tıpkı Edward Scissorhands’in bir noktadan bakıldığında ‘modern Frankenstein uyarlaması’ olarak görülmesi gibi.
Film, Tim Burton – Johnny Depp ortaklığının ilk ürünü. 1990 yapımı olan film, el yerine makasları olan ve yapımı henüz tamamlanmamış bir yaratığın hikâyesini anlatıyor ve birçok açıdan Mary Shelley’nin Frankenstein’ıyla benzerlik gösteriyor. Hatta Tim Burton bu filmin senaryosunu yazarken The Hunchback of Notre Dame, The Phantom of the Opera, Frankenstein ve King Kong gibi filmlerden etkilendiğini de bizzat kabul ediyor.
Edward, filmde Vincent Price tarafından canlandırılan mucit tarafından yapılan bir yaratık, fakat mucit yaşlı bir adam olduğu için icadını tamamlayamadan ölüyor. Bu nedenle Edward hayatı boyunca el yerine makaslarla yaşamak zorunda kalıyor. İşte bu noktada Edward ve Victor Frankenstein’in yaratığı arasındaki ilk benzerlik ortaya çıkıyor; her ikisi de insanlar tarafından yaratılan varlıklar, fakat aynı noktada bir de farklılık var: Victor Frankenstein kendi yaratığından nefret ettiği halde Edward’ın mucidi onu elleriyle besleyecek kadar çok seviyor. Bu nedenle Frankenstein’daki yaratığın aksine Edward insanlara sevgi ve güven duyuyor.
Edward da Frankenstein’ın yaratığı gibi yalnız yaşar. Edward’ın mucidi ölünce, artık şatosunda tek başınadır. Şatosu ise Gotik mimari ürünü bir şatodur ve bu Gotik etkisi Frankenstein’da da oldukça güçlüdür. Frankenstein’da etkili olan bir başka akım da romantizm ve bir aşk hikâyesi yoluyla romantizm filme de sızmış.
Ve bir gün Edward’ın şatosunun kapısı bir Avon satıcısı tarafından çalınır, fakat Edward’ın makasları kadının ilgisini çeker ve kadın onu kendisiyle gelip banliyöde o ve ailesiyle birlikte yaşamaya zorlar. Edward kadına güvenip bu teklifi kabul eder. Banliyöye gelirken ise buradaki hayatın Edward’a hiç de uygun olmadığını mimariden hissetmek oldukça kolay. Burası birbirinin aynısı olan rengârenk evlerle doludur, her şey birbirinin o kadar aynısıdır ki sanki hepsi seri üretimden çıkmış gibidir.
Edward mahalleye geldiğinde Frankenstein’daki yaratığın aksine, insanlar tarafından iyi karşılanır. Bir anda herkes Edward’a ilgi göstermeye başlar ama asıl ilgi odağı Edward’ın kendisi değil makaslarıdır. İnsanlar ona makaslarıyla ilgili sorular sorup dururlar, makaslarını barbekü partisinde şiş olarak kullanırlar, bahçelerinde otları biçtirirler, saçlarını kestirirler. Hatta kadınlardan biri Edward’ı ortaklaşa bir kuaför açmaya bile zorlar. Yani, insanlar Frankenstein’daki yaratığın dış görünüşünden iğrendikleri gibi Edward’ın görünüşünden iğrenmezler ama onu bir insan olarak kabul edip kendi aralarına da almazlar. Bu sayede ötekileştirme teması Frankenstein’da olduğu gibi Tim Burton’ın filminde de ortaya çıkar.
Diğer yandan iki olay insanların Edward’a yaklaşımını tamamıyla değiştirir. İlki, Edward’ın kendisiyle yatmak isteyen bir kadını reddetmesi sonucunda kadının Edward’a iftira atmasıdır. Böylece Edward insanların gözünde bir kadına zorla sahip olmaya çalışan güvenilmez bir yaratığa dönüşür ve daha sonra bir gün mahallenin kötü çocuğu bir evin kilidini açması için Edward’dan yardım ister çünkü Edward makasları sayesinde kilitleri kolayca açabilmektedir. Fakat çocuğun amacı evi soymaktır ve bunu bilmesine rağmen Edward tüm yardımseverliği ve çocuğun eski kız arkadaşına olan aşkıyla yardım etmeyi kabul eder. Sonuçta işler kötü gider ve Edward yakalanır. Her ne kadar ceza almasa da, mahallelinin gözünde artık öldürülmesi gereken bir düşmandır. Edward bu ölüm tehlikesinden kurtulmak için şatosuna geri dönüp ömrünün kalanını orada yalnız başına geçirmek zorunda bırakılır. Böylelikle, Edward ve Frankenstein’ın yaratığı arasında bir benzerlik daha ortaya çıkar: ‘eninde sonunda insanlar her ikisinden de nefret edip düşmanca davranırlar, hatta onları öldürmek isterler’.
Öte yandan film oldukça güçlü bir mizansene sahip. Özellikle mekânlar ve kostümler filmin mizanseninin en önemli parçaları olarak bir tarafta banliyö tüketiciliği ve konformizmi simgelerken, diğer tarafta Gotik şato burjuva hayatına başkaldırıyı simgeler. Kostümlere bakılırsa, Edward’ın siyah deri kıyafetinin Punk akımının simgesi olduğu görülüyor ama banliyöde Edward diğer insanlar gibi giyinmeye zorlanır. Bu yüzden Edward’ı banliyöde beyaz gömlekle görsek de o, şatosunda sadece deri kıyafetini giymeye devam ederek karakterine dair bariz ipuçları veriyor. Diğer önemli kostüm ise, Edward’ın sevgilisi Kim’in sarı elbisesi. Kim ailesinin ve eski erkek arkadaşının baskısı altında yaşayan bir kız ve sarı elbisesi bu durumla ilgili bir şeyler söylemekte. Sarı, sinemada sıkıntı, huzursuzluk, öfke gibi hisleri sembolize eder. Bu nedenle Kim’in filmin sonunda giydiği beyaz elbise de oldukça önemli. Bu beyaz elbise, Kim’in artık kimsenin baskısı altında kalmadan yaşadığını anlatır izleyicilere ve işte bu yüzden filmin sonunda Kim Edward’ın peşinden gidebilir. Kısacası, mekânlar ve kostümler filmin temalarını işlemekte oldukça işlevseldir. Bu açıdan, Frankenstein gibi Edward Scissorhands’in de bir miktar dışavurumcu olduğu söylenebilir.
Hikâye kurgusu, ötekileştirme ve kendini keşfetme gibi temalar ve Gotik hareket, romantizm ve dışavurumcuk etkisinin yanında, Edward Scissorhands ve Frankenstein arasında bir benzerlik daha var: Anafikir. İki eser de toplumun farklılıklara karşı hoşgörüsüz olduğunu ve saf bir yaratığı bir canavara dönüştürebildiğini vurgular. Her iki eserde de yaratıklar kurban, insanlar ise canavar gibi gösterilir. Bu haliyle bakıldığında film ile roman arasında birçok benzerlik olduğu açıkça görülüyor. Hatta bu benzerlikler o kadar çoktur ki Tim Burton’ın Edward Scissorhands’i için modern bir Frankenstein uyarlaması demek bile mümkün.
Sosyoloji bölümü mezunu. Birkaç sinema filminin prodüksiyon aşamasında yer aldıktan sonra 2013 yılında Sinema Kafası’nı kurdu. Yazılarına Cineritüel’de devam etmekte, sinema doktorası yapmakta ve çevirmen olarak çalışmaktadır.