Holy Motors (2012): Edilgen İzleyici İçin Uyanma Vakti

Holy Motors (2012): Edilgen İzleyici İçin Uyanma Vakti

Share Button

Sinemanın geçici olarak bir başkasının hayatına nüfuz etmek yahut daha iyisi kısa bir süreliğine de olsa onun bedenine girmek olduğunu söyleyebiliriz. Hatta bu sanal eğlencenin kendini izleme haline dönüştüğü durumlarda sinemanın gücünü daha fazla hissederiz. Koltukta oturanın kahramana dönüştüğü, aslında bir nevi kaçış olarak tanımlayabileceğimiz bu sanatsal formun kişinin bellek, hatıra ve duygularına temas etmesinden kaynaklanan özel bir durumu mevcut. Tam da bu sebeplerden dolayı sanal bir eğlence ile sanatsal bir form olarak sinema birbirine karışmıştır. Hitchcock’un izleyiciyi bir röntgenciye çevirmesi ya da Godard’ın tüm yapıbozumcu sinema hamlelerinde gördüklerimiz ile blockbuster filmlerinin göz boyayıcı arka yapısı özellikle 90’lardan sonra iyice birbirine girmiştir. Sinemayı düşüncel bir yapıdan çıkaran bu hamleler (eğlence sinemasının artan gişesi yaygınlaşan televizyonla birleşmesi) sayesinde izleyici gün geçtikçe daha edilgen bir duruma gelmektedir. (*) Oysaki sinema tarihine yön veren akımlara baktığımızda istisnasız hepsinin tek bir amacı bulunmaktadır: İzleyiciyi pasif konumdan çıkararak izlenenin üzerinde düşünmeye sevk etmek. Leos Carax’ın daha çok bir deneyim olarak adlandırabileceğimiz filmi Holy Motors ile izleyicinin özdeşleşmesine izin vermediği sinematik bir düzlemde, klasik öykülenme ve jarnları alt üst ederek yoluna yeni ve özgün bir formda devam ediyor.

Carax klasik anlatı, kurgu, teknik üslup ve bilindik tür yapılarını, sinema tarihinden güç alarak yerle bir ederek işe başlıyor. Özelde kurduğu yapının distopik bir bilim-kurgu olduğunu söylemek yanlış olmaz ancak Holy Motors’u bu söylem içerisine sığdırmak yeterli de olmayacaktır. Olsa olsa Yeni Dalga’nın o pervasız çatısını içinde kabul edebiliriz. Oldukça kişisel bir anımsama olarak değerlendirdiğimiz film giriş-gelişme-sonuç düzleminde hiçbir sonuca ulaşmıyor. Parçalardan bütüne ulaşmak gibi bir derdi de olmayan, bu açıdan belki de sadece Godard’ın ulaşabileceği bir hınzırlığına bürünen Carax sürrealizm ve vodville kurduğu sıkı bağları da filmin içine yedirmekten geri kalmıyor. İzleyicisini bilim-kurgudan müzikale, film noir’den gerilime sürüklerken geniş bir yelpazede silkeliyor. Biz yabancılaştıkça yaşadığımız sinematik sarsıntı artıyor oysaki her zaman tam tersi olacağı düşünülür. İzleyicinin aktif olarak filme katılmasını arzulayan yönetmenler onları bir kahramana dönüştürme telaşındadır. Bunun izleyiciyi edilgen olma durumundan çıkardığı düşünülür. Oysaki kahraman olma bir şeyin “parçası olma”yı gerektirir ki çoğu kez bu düşünsel anlamda bir karşılık bulmaz. Bu kısır döngünün kırılması için yönetmenin epizotlar, birbirinden bağımsız imajlar ve metaforlar kullandığını söylemeliyiz. Holy Motors’u her ne kadar sisteme yıkıcı bir eleştiri olarak görsek de özünde sinemayı iyi bilen bir yönetmenin düşüncel faaliyetleri olarak yorumlamak mümkün.

Oyun ve gerçeklik

Holy Motors’un ana düzlemde gerçeklik ve oyun temalarından beslendiğini söylemek mümkün. Tüm Paris’i bir nevi tiyatro sahnesine çeviren Carax, yaşananların ne kadarının ajansın kurgusu ne kadarın gerçek olduğu ile pek ilgilenmiyor. Mr. Oscar’ın büründüğü rollerde bu açıdan filmin ana düzlemini işgal etmiyor. Bir rolden diğerine geçerken tematik bir bağ kurmuyor, yabancılaştırmaya özen gösteriyor. Özünde Oscar’ın girdiği her rol insan bedeninin değişik tezahürlerinden ibaret: Öyle ki bir katil ya da aşık olması ile CGI modeli olması arasında Carax açısından bir fark yok. Carax bedeni kullanırken onu gerçekçi yaşam formlarından çıkarmıyor sadece bedenin tahrip edici, sarsıcı yapısını öne çıkarıyor. Her zaman gördüğümüz ama görmezden geldiğimiz karakterler galerisi önümüzden akarken meczup olduğu kadar canavar da olabilen insan bedeni, filmin odak noktasındaki yerini alıyor. Bizler bedenin türlü formlarını izlerken Ballard’ın makineleşen insanlarını anımsatan bu bedensel tezahür filme mekanik bir ton getiriyor. Burada filmin birçok ortak nokta bulunmasına rağmen Cosmopolis’ten daha çok Cronenberg’in bedensel dışa vurumcu filmlerine daha fazla benzediğini düşünüyorum. Cronenberg’in Crash ve Videodrome’da beden ile kurulan ilişki Carax’ın kurduğu yapıya daha uygun görünüyor.

Mekanikleşme durumunun filmin ana amaçlarından biri olduğu aşikar. Limuzinlerin konuşmasına kadar varan sürrealist yapının içinde insan bedeninin an be an kaybolması, tekrar kendini bulması için yeni oyunlara ihtiyaç duymasına sebep oluyor. Bir süre sonra gördüklerimizin gerçekliğini sorgulamak durumunda kalıyoruz: Oscar’ın yaptığı rolün amacı nedir ve buna neden devam ediyor? Diğer insanlar da oyunun bir parçası mı? Oscar’ın, “rol yapmanın güzelliği” şeklinde tanımladığı bu yolculuğun bizim için öz yıkıma dönüştüğünü görmek mümkün. Gören kimsenin olmadığı sadece izlenme üzerine kurulu bir dünya düzeninde yaşadığımızı sık sık anımsıyoruz. Filmi oldukça karamsar hatta çözümsüz buz gibi bir distopyaya çeviren de bu duygu aslında. Bizlere biçilmiş rollerin dışına çık(a)madığımız bir dünya tasviri. Nasıl ki her randevusuna özenle hazırlanan Oscar bir sürüklenme halindeyse yöntem farklı olsa da modern çağın bireylerinin de farklı olduğunu söylemek güç.

Yaşadığımız kapitalist çağın artık ifşa olmuş durumlarından birisi, yukarıda andığımız izlenme hali. 1984’ün yazıldığı dönemde belki ütopya olan tüm bireylerin izlenme hali, günümüzde çeşitli araçların yardımı, bireylerin de katkısıyla devam ediyor. Reklam kampanyaları, telefon mesajları bile kişinin ilgisine göre belirleniyor. Birey, veri tabanındaki bir bilgiye dönüşüyor. Bu kurgusal gerçeklik yapısı bilinmesi gerektiği kadar bilgiye sahip olmamıza olanak sağlamakta. Sorgulamanın yerine reklam panolarıyla yaşadığımız gerçeğini göz önüne alırsak, Oscar’ın yaptığı roller karşılığında sadece ormanda bir rol dilemesi kuşkusuz naif ancak anlamsız kalıyor.

Leos Carax’ın hız, değişim, çok kimliklilik gibi pazarlama unsurlarını da kullanan neoliberal politikaları karşısına alması, postmodernizmin övgüler dizdiği düşünceleri yerle yeksan etmesine kuşkusuz önemli ancak filmde Oscar’ı konumlandırdığı yeri düşündüğümüz zaman bunların yerine herhangi bir önermesinin olmadığını da söylemek mümkün. Yönetmenin böyle bir derdi olmasa da (daha çok modern çağın bireylerin üzerinde yıkıcı etkisiyle ilgileniyor) film bittiğinde bu deneyimleme halinden izleyicileri harekete geçireceğini düşünmekteyim. En azından film bittiğinde izleyicinin, gerek ne olduğunu anlamak gerekse parçaları birleştirmek için aktif konuma geçmesi kaçınılmaz olacaktır.

Toparlamak gerekirse, Kutsal Motorlar temeli metaforlar üzerine kurulmuş, bireyin öz yıkımı üzerine bir film. Sürrealist bir atmosferde geçiyor ancak asıl şok eden bu atmosferin izleyiciye oldukça yakın gelmesi. Medya ve modernizm eleştirisi, düşmüş olmayı tercih etmek, rol yapmak ve gerçeklikten beslenerek büyük puzzle’ın en küçük parçalarıyla yani bireyle ilgili bir filme dönüşüyor. Auteur (**) bir yönetmen olan Carax bunu yaparken sinemanın tüm tarihinden faydalanıyor. İzleyicinin klasik bakış açısına saldırıyor, ona başka odaların kapılarını gösteriyor. Odanın içini görmek ise bizim irademize kalıyor.

(*) Sinemanın zaten edilgen bir izleme deneyimi olduğu kaçınılmaz. Burada bahsedilen düşünsel olarak da edilgen olma durumu, sadece izlemedir.

(**) Auteur (müellif olmak), yapıtlarında görünen ayırt edici temalardan ötürü filmlerinin asıl sahiplerinin yönetmen olduğunu vurgulamak.

twitter.com/gok_gkhn

, , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir