Film Kuramı kitabında bu bölümünde 2006 yılında Oscar’ı kazanan Crash (Çarpışma) filmi temel alınarak sinemada bedenlerin çarpışması ve temas konuları üzerinde durulmuştur. Filmin başında bir trafik kazasına şahit oluruz. Filmin ilk sahnesi çarpışan arabalardan birinde şoka giren bir Siyahinin sayıklamalarıyla başlar. Bu sayıklamalar, oldukça çarpıcı bir şekilde Los Angeles sakinlerinin kendilerini güvenli arabalarının içinde “öteki”lere karşı koruma güdülerinden ancak bu temas yoksunluğunu, vahşi çarpışmalarla giderdiklerinden bahseder. Film, birbirinden bağımsızmış gibi görünen ama sonradan temas ve iletişim konuları etrafında birbirleriyle iç içe geçen olaylar etrafında şekillenmektedir. Kitapta “Ten ve Dokunma Olarak Sinema” bölümü için Çarpışma filminin seçilmesinin bir nedeni de iletişim eksikliklerinin dışında ırkçılık veya etnik önyargı sınırlarına hapsedilmiş Los Angeles’ı resmetmesidir. Karakterler defalarca gerçek temas kurmaya çalışırlar ancak başarısız olurlar. Elsaesser ve Hagener bu başarısızlığı şöyle açıklarlar: Ten, beden için “nötr” bir sargıdan daha fazlasıdır; kültürel ve anlamsal açıdan yüklenmiş bir etkileşim ve iletişim yüzeyidir. Kültürel kodlarla inşa edilmiş bedenlerde dokunma açısından kimi bariyerler vardır. Sinemada da bu bariyerleri izleyici farklı açılardan hissetmektedir.
Kitaba göre; ten ve temas konusuna ilgi duyan yaklaşımlar genelde film kuramındaki beden ihmaline bir tepki olarak ortaya çıkmışlardır. Film kuramlarında gözün hiyerarşik bir üstünlüğü olduğunu savunurlar. Kuzuların Sessizliği filmi bu anlamda ten paradigmasının göz paradigmasıyla karşılaştırıldığı birbirine hasım kılındığı bir geçiş filmi olarak örnek gösterilir.Toplumsal cinsiyet ve bakış üzerine de birçok tartışmayı beraberinde getiren bu filmde başkarakter Starling erkekler tarafından merakla ve bu bakılma durumunun farkında olan bir kadındır. Hem bir FBI ajanları tarafından hem de seri katil tarafından röntgenlenir. Hannibal Lecter, mutlak gücü elinde tutar ama “görüş” yetisi yoktur. Bu sebeple de, kitaba göre; gücünü bakış üzerinden değil, kendi bedeni ve zihni üzerinden kullanır; onun silahı, yamyamlık ve psikanalizdir. Ayrıca kitapta bu filmin önemi sinemada kuramsal odağın bakıştan tene geçişi sırasında, filmin bir paradigma değişimine işaret etmesidir. Buradaki dürtü, başkasının tenini üzerine geçirmenin patolojik arzusudur. Bu bağlamda ortaya atılan iddia; ten, deri değiştirme, dönüşüm ve kendini yeniden biçimlendirme motifi en az göz kadar merkezidir. Bu anlamda kitapta verilen Yeni Dünya: Amerika’nın Keşfi filmi de ilginç bir örneklemdir. ABD’de bulunan eski İngiliz göçmenleri ile yerli nüfus arasındaki iletişim bozukluğunu dokunuş yüklü yüzeyler üzerinde beliren bir dizi temas ve bedensel etkileşimler aracılığıyla sahnelenmektedir. Yazarlar filmde geçen dokumalar ve kumaşlar, hayvanlar ve silahlar, insan teni ve giysiler, vücut sıvıları, otlar, canlı olan ya da canlı olmayan şeylerin dokunsal özelliklerinin, dilbilimsel ve kültürel sistemler arasındaki uyuşmazlık yüzünden dokunmaya dayanan dünyayı en az iletişimin gerçekleştirdiği kadar yapılandırdığını yazarlar. Geleneksel Hollywood sinemasında yerlilerin genellikle sömürgeci bakışla tasvir edildiğini ama Malick’in, sömürgecilik sonrası bakışı sözü edilen gözden tene paradigma değişimini bir temas ve iletişim ara yüzü olarak ortaya çıkarmakla kalmadığını; birçok Amerikan yerlilerinin savaşlar dışında öksürük nöbetleri, tifüs, sömürgeci öteki ile temasları yüzünden öldüklerine dair tarihsel hakikate de yaklaştıklarını iddia ederler.
Çarpışma ve Kuzuların Sessizliği filminde başkasının tenini üstüne giymek isteyen bir kişinin patolojik ihtiyacında gördüğümüz gibi, birine uzanma ve dokunma çağrısı kendi içinde taşıdığı çelişkilerle başlı başına endişe verici olduğu iddiası da kitaptaki oldukça ilginç iddialardan birini oluşturur. Yazarlara göre; Skopik bakma düzeni içindeki hiyerarşi ile kıyaslayınca beden, ten daha eşit ya da hemzemin formda idealleştirilmiş bu alternatif öznelerarasılığın da amaçlanmamış sonuçları olacaktır. Ayrıca bir bilişsel model olarak dokunma/ten değeri bazen vahşi çarpışmaları, kanlı aşırı özdeşleştirmeyi, mideye indirmeyi, etnik anlaşmazlığı ve ırkçı önyargı işaret ediyor olabilir. Dolayısıyla bakmaktan dokunmaya geçiş, gözetleyen, denetleyen ve cezalandıran gözden şefkatli bir ele geçiş anlamına gelmez; ne var ki önceki kuramlardan biriken sorunlar için tenin ihmal edilmemesi gereken bir olgu olduğu ortaya çıkar.
Ten olarak sinema bölümünde Vivian Sobchack’ın kuramına da yer verilmiştir. Vivian Sobchack, entelektüel anlayışın güçlü bir bedensel bileşenle tanımlandığı bir film kuramı geliştirmiştir. Ona göre; film bir deneyimin dışavurumdur. Ve bu dışavurum da başlı başlına bir film izleme eyleminden deneyimlenmektedir. Yani bir anlamda deneyimin deneyim yoluyla ifadesi. Ona göre; bizler bir filmi sadece gözlerimizle deneyimlemeyiz. Uyum sağlamış algı merkezimizin tarihçesi ve dünyevi bilgisiyle biçimlendirilmiş bedensel varlığımızla filmleri izler, idrak eder ve hissederiz. Filmleri tüm bedenimizle bedensel olarak soğururuz.
Macar ressam ve öncü avangard Laszlo Moholy-Nagy de her duyuya eşit ağırlık vermeye çalışan bir sanat pratiği ve film kuramı geliştirmiştir. Kitapta, Nagy’nin hızla gelişen bir modern hayat-dünya içindeki sanatın işlevinin, teknolojik, kültürel ve toplumsal modernleşmenin getirdiği sonuçlara ayak uydurmasına yardım etmek adına genellikle parçalanmış bireye bütüncül bir dille hitap etmek olduğuna inandığı düşüncesine vurgu yapılır. Buna göre; Nagy, kişinin içinde yaşadığı zamanın isteklerini karşılamaya meyilli duyumsal zevk potansiyelinin en yüksek, en eksiksiz düzeyine ulaşabilmesinin yalnızca öznenin duygusal algısının gelişimi sayesinde olabileceği varsayımıyla hareket eder. Deri, temas ve dokunma üzerine her fikirde olduğu gibi, bu yaklaşımda ada alıcı özneye filmsel materyalden daha güçlü odaklanılmıştır. Estetik deneyim, estetik özneden daha önemli hale gelmiştir.
Yazarlar; seyirciye, dönüştürülmüş duyumsal bir hitapta bulunmanın bir örneği feminist sorunları ön plana çıkaran, durumsal bir aksiyon sineması olan Valie Export’un “Tap and Touch Cineması”na değinirler. (1968) Sanatçının çıplak gövdesini örten ve bir sinema salonunu andıran perdeli bir kutu, oradan geçen insanların dışarıdan görünmeyen kadının göğüslerine “elle ve dokun” sineması içinde dokunmalarına olanak tanır. Bu hem ticari sinemada kadın bedeninin somutlaştırılıp nesnelleştirildiğine hem de sinemanın görselden dokunsal temsile doğru muhtemel bir tutum değişikliğine gittiğine dikkat çekmektedir.
Seyircinin ve seyircinin filmle bedensel temasının verimli bir şekilde kullanıldığı bir diğer alan da sinemasal tür araştırmasıdır. Tür çalışmalarına değinen kitapta, Linda Williams’ın, seyircilerin bedensellikleriyle güçlü bir şekilde ilişkiye giren üç türden bahsettiğine değinir: Melodram, Korku ve Pornografi. Melodramdaki ağlama karşısında karşılık bulan terleme ya da ağlama, korku-gerilim filmlerindeki kanayan bedenler ve pornografideki cinsel eyleme seyircinin verdiği tepki gibi doğrudan bedensel tepkiler bir aşırılığın altını çizer. Yazarlar, bu türlerin bedensel sıvılarla(gözyaşı, kan, ter, sperm) doğrudan alakalı olmaları onları kültürel aynı zamanda sansürcü anlamda şüpheli yaptıklarını belirtirler. Zira modern estetiğin temel bir kuralını, seyirci ile eser arasındaki tarafsız mesafeyi ihlal etmektedir. Bu türleri diğerlerinden ayırıp aynı kümede toplayan şey uygun estetik mesafenin bariz eksikliği, hislere ve duygulara gereğinden fazla müdahil olma niyetidir. Bu yanıyla ten olarak sinema bölümünün seyirci ile kurulan tensel ilişki bakımından kültürel olarak en tartışmalı kuramsal tartışmalardan birini tür çalışmaları oluşturmaktadır.
Yazının diğer bölümleri:
Pencere ve Çerçeve Olarak Sinema (Bölüm 1)
Kapı Olarak Sinema (Bölüm 2)
Ayna Ve Yüz Olarak Sinema (Bölüm 3)
Göz Olarak Sinema (Bölüm 4)
İngilizce Öğretmenliği’nden mezun. Bilgi Üniversitesi Kültürel İncelemeler Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. Yüksek lisans tezini Haneke’nin kent üçlemesi ve modern bireycilik üzerine çalıştı. Şu an bir kurumda Sinema ve Kent üzerine atölye çalışması yürütüyor.