Kitabın sonuç bölümünde, günümüzde bütün duyusal-kuramsal yaklaşımların en nihayetinde yeni bir tartışmaya katıldıkları ortaya konur. Dijital Sinema: Beden Ve Duyular Yeniden mi Şekillendi? Dijital sinema, bütün kitap boyunca tartışılan, beden, duyu, seyirci ilişkisinin yeniden ele alınmasını gerektiren birçok güncel tartışmayı beraberinde getirmiştir. Bu bölümde Toy Story (Oyuncak Hikayesi) filmi dijital sinema tartışmaları açısından verilen bir örnek filmdir. Batı’daki bir sınır kasabasında, tek gözlü cani Bob bir tahta kulübenin üzerinde kendi suratı bulunan “Aranıyor” ilanının önünde belirir. Silahlı soyguncu, bir bankayı soyar. Ve şerif Woody banka soyguncusunu parmaklıklar ardına gönderir. Ancak bu sahnelerin sonunda çerçevenin köşesinde başka birinin varlığı görünür. Filmin kahramanları aslında küçük bir çocuğun oynattığı oyuncaklar olduğu anlaşılır. Çocuğun arka planda çıkarttığı sesler ve yönlendirmelerle bir yönetmen gibi davrandığı söylenebilir. Yönetmen çocuk odadan çekilince, oyuncakların canlı oldukları ortaya çıkar. Bu yüzden aktif gibi görülen çocuğun aslında bir nevi oyuncaklar tarafından yönlendirilen pasif bir varlık olduğu da düşünülebilir. Kitaba göre; geleneksel opto-kimyasal fotografik süreçlerin hiçbirinden geçmeyerek yalnızca dijital ortamda hazırlanmış ilk film olan Oyuncak Hikayesi bu özelliğiyle sinema tarihinde çok önemli bir dönemi simgelemektedir. Yazarlar, bu yüzden filmin anlatısının insan olandan olmayana gerçekleşen faillik değişiminden aynı zamanda analogdan dijitale geçişi, fotografik filmden grafik filme geçişi de metaforik olarak simgelediğini belirtirler. Fakat filmin bilindik bir sahneyle başlamasıyla birlikte altındaki her şey değişmiş olmasına rağmen yüzeydeki her şeyin de aynı kalacağını da haber verir gibidir.
Kitaba göre; sonuç olarak, sinemadaki dijital dönüşümün artık duyuları devre dışı bırakıp bırakmadığı tartışmasında, beden ve duyuların dijital sinema çağında da merkezi bir özelliğinin olduğunu savunan görüşe karşın; bu iddia somuttan soyuta geçen aynı zamanda bir dizi matematiksel işlem olarak kurgulanan dijital sinema için pek uygun görünmeyebilir. Yazarlar, dijital sinemanın bukalemunu andıran mutasyonları, biçim değişikliği, ölçek ayarlaması ve maddeleri canlandırması, yani görünen, dokunsal ve duyusal her şeyi tekrar şekillendirme tezahürlerinin dijitalin beden ve duyulara çok daha yaklaşmasını ve onlara uyum sağlamasına olanak verdiğini iddia ederler.
Bunun dışında, yeni çıkan bir filmi sinema salonunun dışında bir dvd alıp izlemek ya da internetten dizüstü bilgisayarlarda izlemek de yeni ifade biçimlerini getirmiştir. Ayrıca kitaba göre; Mobil olan filmlerle onun izleme yerini değiştirerek, bedenimizle bütüncül bir duyusal veya algısal yüzey olarak farklı bir etkileşim deneyimi de sunar. Aynı zamanda sinema blogları da ne kadar yalıtılmış bir ortamda olursak olalım belirli bir ilişkilenme biçimi de doğurabilir.
Özetle, kitabın ortaya attığı iddia fotoğrafik görüntüden dijitale geçiş radikal bir kırılma olarak görülmemesi gerekliliği ve fotoğrafçılık temelli sinema ile onun fotoğraf sonrası halefi arasındaki farkların da üzerini örtmeden veya sinemanın hala en çok hikayeler anlatmak için kullanılmasına dayanarak dijital sinemayı da şemamızın içine dahil etmek gerektiğidir. Yazarlar, Deleuze’ün 1990lardaki sinema kitaplarının büyük ilgi görmesinden beri sinemanın daha ziyade filmin farklı bir düşünümsellik noktasına girdiğini açıklarlar. Deleuze’ün müdahalesi dijital sinemaya denk geldi. Bir yanda Deleuze’ün öznellik, temsil, toplumsal cinsiyet, kimlik konularından kaçınması durumu bir yandan da sinemanın dijitalleşme sonrası girdiği kriz var. Kitapta, buna çözüm olarak sunulan şey, film çalışmalarının felsefe ile işbirliğine geçip, felsefe sinemaya ilgi duyduğunda, dijitalleşme dışında pek çok konu gündeme geleceği görüşüdür: kanıt ve epistemoloji, güven ve inanç ilişkileri, dahası oluş, ifşa ve dünyada olma meseleleri. Bu işbirliği de bu konuların filmler çerçevesinde tartışılmasını sağlayıp sinemanın dijitalleşme sonrası girdiği krize yeni sorular sorma ve cevaplar bulma konusunda destek sağlayabilir.
Kitap Üzerine Değerlendirme:
Thomas Elsaesser ve Malte Hagener’in ortaklaşa yazdığı Film Kuramı kitabı erken sessiz film dönemlerinden günümüz dijital dünyasına kadar uzanan bütün film kuramlarının duyularla olan ilişkisine odaklanan ve bunları tartışmaya açan bir kitaptır. Kitabın en önemli özelliği, hiçbir kuramı yadsımadan ve yeni bir kuram ortaya atma iddiasında bulunmadan yeni sorularla yeni bir düşünme biçimine kapı aralamaya çabalamasıdır. Kitap, farklı kuramlar arasındaki bağlantıları ve çatışmaları ortaya atarken bunları birçok filmle birlikte düşünmemize imkan tanıyor. Kitabın kendi iddiası bir filmin bir kuramı açıklamak ya da onu tanımlamak için kullanılmasından ziyade kuramları filmlerle birlikte düşünmenin daha doğru bir yaklaşım olduğu yönündedir. Yazarlar bu noktada, bir filmi sadece bir kuramın örneği ya da açıklayıcısı gibi düşünmenin filmi tek boyuta indirgemek olduğunu düşünürler. Bu yaklaşım hem filmlere hem de film çalışmalarına farklı bir perspektifle bakmayı sağlamaktadır. Kitabın amacı kuramları filmlerle birlikte yeniden düşünüp, beden ve nesneler ile film ve izleyici arasındaki uzamsal ve zamansal ilişkileri kuramsal açıdan açıklamaya çalışmaktır. Burada en dikkate değer düşünce izleyiciyi ve izleyicinin bedenini ihmal eden yaklaşımlara karşı izleyicinin duyularının önemli bir yere konulmasıdır. İzleyicinin bedeni, duyuları, filmdeki nesneler, zaman ve uzam açısından bunların karşılıklı ilişkileri, izleyiciyi merkeze alan bir kuramsal yaklaşımı ön plana çıkarıyor. Kitabın alt başlıkları bu noktada okuyucu için gayet ilgi çekici ve sürükleyici işaretler olarak duruyor. Örneğin, Kulak olarak sinema ya da ten olarak sinema başlıkları okuyucuda merak uyandırma potansiyelleri yüksek başlıklar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu başlıkların her birinin altının film kuramı açısından gayet ufuk açıcı bir şekilde doldurulduğu kanısındayım. Çünkü bu başlıklar altında yazılıp çizilenler genel olarak film kuram tarihinde tartışılmış ya da hala tartışılmakta olan konulardan oluşmaktadır. Burada yeni olan şey, bu kuramları birbiriyle diyalog halinde verip, her birini seyirciyi ve duyuları merkeze alıp yeniden tartışmaktır. Tek bir kuramın monolojik yapısı yerine, birçok kuramın diyalojik yapısı farklı bağlantılar kurup, yeni düşünme biçimlerini zorlayıcı etkide bulunuyor.
Kitabın bir başka önemli özelliği psikanalatik, bilişsel, göstergebilimsel, feminist, yapısalcı ya da post-yapısalcı, konstrüktivistik gibi bir çok yaklaşımın birbiriyle farklılığını ortaya koyarken zıt gibi görünenlerin dahil benzer yanlarını ortaya koyma girişimidir. Örneğin, yapısalcı ya da post-yapısalcı yaklaşım dendiği zaman bunlar tamamen birbirinin zıttıymış gibi algılanır. Ancak bir şeyin önüne post eki getirmenin kolaycı ve kestirmeci bir yaklaşım olduğunu düşünen yazarlar bu konuda temkinli yaklaşırlar. Çünkü bir dönem içinde ve o dönemin yaklaşımında oluşan farklılıklar geçmişten ani bir kopuş anlamına gelmezler. Post-yapısalcılığa içinde yapısalcılığın da izlerini taşıyan bir süreç gibi yaklaşmak film kuramlarına da kolaycı bir şekilde yaklaşmama adına önem taşıyan bir anlayıştır. Yazarlar kitap boyunca bu benzerlikleri -farklı yanlarını da görmezden gelmeyerek- ortaya koymaya çalışmışlardır.
Kitap her bölüm başlığı altında özel olarak bir filmle açılışı yapar. Ama kaynak olarak her bölümde birçok filmi tartışır. Kitap, bu yüzden okuyucuyu pek çok filmle tanıştırır ve bu filmlere duyusal açıdan bakmayı önerir. Kaynak olarak sadece filmlerin kullanılmaması da okuyucuya zengin bir dünya sunar. Tablolar, tarihsel anlatılar, felsefik modeller, mimari yapı örnekleri gibi birçok kaynak kuramlara eşlik eder ve kuramların daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunduğu kanısındayım. Daha çok soru sorduran ve tartışmaya açan dili sayesinde kitap yeni ifade biçimleri oluşturur gibidir. Bir kuramın olumlu yanlarını ön plana çıkarırken bile eleştiriselliğinden taviz vermez. Bu yaklaşım okuyucunun da kuramlara belli bir mesafeden yaklaşmasını sağlar.
Kitabın şimdiye kadar belirttiğim olumlu yanlarının dışında, olumsuz olarak görülebilecek noktası çok fazla kavramın kullanılmasının okuyucu da yaratabileceği karmaşa ihtimalidir. Okurun belli kavramlarla zaten aşina olduğu düşüncesiyle yazılan kitapta kavramlar bazen soyut ve havada kalabiliyor. Çok fazla kuramın birlikte tartışılmaya çalışılması, bazen yazarların da bağlantılardan kopmasına yol açabiliyor. Bağlamından kopuk ifadeler çok yaygın olmasa bile, kitabın bazı bölümlerinde yer yer okurun karşısına çıkabiliyor. Bunun sebebi de; çok fazla kuramı ve bunlar arasındaki bağlantıları bir kitaba sığdırmanın dezavantajından kaynaklanıyor olabilir. Bütün bu aksaklıklarına rağmen bu kitabın, film kuramları açısından ön açıcı ve yaratıcı bir kaynak olduğu düşüncesindeyim. Özellikle farklı bakış açıları önermesi ve disiplinlerarası yaklaşımı zengin bir şekilde ortaya koyması açısından film çalışmalarına katkı sunan önemli bir kaynaktır.
Yazının diğer bölümleri:
Pencere ve Çerçeve Olarak Sinema (Bölüm 1)
Kapı Olarak Sinema (Bölüm 2)
Ayna Ve Yüz Olarak Sinema (Bölüm 3)
Göz Olarak Sinema (Bölüm 4)
Ten ve Dokunma Olarak Sinema (Bölüm 5)
Kulak Olarak Sinema -Akustik ve Mekan- (Bölüm 6)
Beyin Olarak Sinema (Bölüm 7)
İngilizce Öğretmenliği’nden mezun. Bilgi Üniversitesi Kültürel İncelemeler Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. Yüksek lisans tezini Haneke’nin kent üçlemesi ve modern bireycilik üzerine çalıştı. Şu an bir kurumda Sinema ve Kent üzerine atölye çalışması yürütüyor.