- Laputa Kalesi dünya ve insanlık tarihinin metaforu gibidir; üst kısmı ile bir doğa harikasını andırırken alt kısmı ise mücevher zenginidir ve teknolojinin zirvesini simgeler. 700 yıl sonra yeniden keşfedildiğinde doğal zenginliği ile ilgilenmeyip doğruca mücevherlerini çalmaya, teknolojik silahlarını ele geçirerek iktidar sahipliğine yönelen ve kaleyi kısa sürede viraneye çeviren insanoğlunun güç ve maddiyet hırsı, yıkıcılığı, tüm çirkinliği ile yüzümüze çarpılır.
Sinema ve duyarlılık deyince spotların kararlılıkla aydınlattığı isim Hayao Miyazaki. Meselelerini animasyon türüne hapsetmek veya izleyici kitlesini çocuklara indirgemek ne kadar hafife almak olur; tam da onun, aslında en değerli şeyleri hafife aldığımızı, çocuksuluğumuzu kaybettikçe iyiyi ve güzeli göremediğimizi ima ettiği gibi. Bütün kariyerini duyarlılıkları ve şefkat dolu kalbinde taşıdığı kaygıları üzerine inşa etmiş bir yönetmen. Üstelik sadece insanoğlunun geleceği adına da değil; hayvanlar, ormanlar, bitki örtüsü ve kültürel miraslarımızı da yitirme korkusuyla dolu bu yürek, sadece animasyon ustası olarak bir tür içinde kısıtlanmayı değil, duyarlılıklarının çeşitliliği ve önemine dikkat çekilerek daha geniş bir kapsamda ele alınmayı hak ediyor. Çevreci sinema, savaş karşıtı sinema, feminist sinema gibi türlü duyarlılık hareketlerini bünyesinde toplaması bile onun bir duyarlılık önderi olduğunu kanıtlamaya yetmez mi? Kalbe dokunan hikâyelerini masalsı metaforlar ve çocuksu bir dil ile yansıtırken dünyanın her yerinde anlaşılmayı ve sevilmeyi başarmasının altında onun duyarlılıklarının aslında tüm insanlığın ortak duyarlılıkları olduğu yatmaz mı?
Miyazaki daha ilk uzun metraj yönetmenlik deneyimi olan Cagliostro’nun Şatosu’nda, popüler manga karakteri Lupin III’ ün gerektirdiği aksiyon ve komedi yüklü kalıba rağmen kaygılarından bir tutam yerleştirirken, aslında Gökteki Kale filminin fikir tohumlarını attığı ve aklının Laputa Kalesi’nin dizaynı ile meşgul olduğu fark edilebilir. Cagliostro Şatosu’nun sahip olduğu gelişmiş teknoloji, gizli bölümleri, siyasi bağımsızlığı ve kıymetli hazine bilmecesi, Laputa Kalesi’nde daha gelişmiş tasarımlar ve serbestleşmiş fikirler olarak karşımıza çıkar. Laputa Kalesi dünya ve insanlık tarihinin metaforu gibidir; üst kısmı ile bir doğa harikasını andırırken alt kısmı ise mücevher zenginidir ve teknolojinin zirvesini simgeler. 700 yıl sonra yeniden keşfedildiğinde doğal zenginliği ile ilgilenmeyip doğruca mücevherlerini çalmaya, teknolojik silahlarını ele geçirerek iktidar sahipliğine yönelen ve kaleyi kısa sürede viraneye çeviren insanoğlunun güç ve maddiyet hırsı, yıkıcılığı, tüm çirkinliği ile yüzümüze çarpılır. “Silahların ne kadar güçlü, teknoloji ne kadar ileri olsa da dünya, sevgi olmadan devam edemez.” diyen Sheeta ve Pazu’nun çabalarıyla gücün bir kişinin eline geçmemesi için kale yıkılır; geriye sadece kalenin teknolojik mimarisini ayakta tutan ağacın gövdesi ve üzerinde taşıdığı bitki örtüsü kalır. Bu an medeniyetlerin ve görkemli mimarilerin neden yıkılarak yeni baştan inşa edilmek zorunda kalındığı hakkında bizi ipuçlarına götürür. Sevgi yerine hırs ve aç gözlülüğün hâkim olduğu medeniyetler, yükselseler de bir gün yıkılmaya mahkûm. Geriye yine tabiatın yaşam kaynağı olmasına ve bir ağacın köklerinin sağlamlığına kalacaktır dünyanın ve insanoğlunun geleceği. Laputa Kalesi’nin asıl hazinesi olarak doğal güzelliğini ve yüzyıllarca korunmuş bitki örtüsünü sunan Miyazaki, Cagliostro Şatosu’nun gizlediği hazine olarak da antik bir Roma şehrinin kalıntılarını gösterirken doğal ve kültürel mirasların banknotlar ve elmaslardan daha değerli olduğuna vurgu yapar.
Miyazaki her fırsatta endüstrileşirken tabiata verilen zararlara dem vurur. Future Boy Conan serisinde kötü insanların ülkesine Industria, Prenses Mononoke’de demir çıkarmak ve işlemek için yeşil alanları ve dağları yok eden Lady Eboshi’nin şehrine ise Demir Şehri ismini vererek endüstrileşmeden duyduğu kaygıları açıkça ilan eder. Rüzgârlı Vadi, endüstriyel medeniyetlerin çöküp yeryüzünün paslanmış metal atıklarla dolu çöllerle kaplandığı bir gelecekte geçer. Kalan az sayıdaki orman ve su kaynakları da artık zehirlidir. İnsanoğlunun problemlerini savaşarak çözme yanılgısına da bir eleştiri niteliği taşıyan Rüzgârlı Vadi, kendimize nasıl bir gelecek hazırladığımızın öngörüsü gibidir.
Tüm gelecek kaygılarına rağmen Miyazaki’nin güvenle sarıldığı ve minnet duyduğu öğeler de vardır. Hızla endüstrileşen ve betonlaşan dünyayı yaşanır kılan ve gelecekte de yaşam imkânı sağlayacak en büyük güvence olarak ormanın ruhu olarak kişileştirdiği tabiat ana gösterilir. Komşum Totoro ve Prenses Mononoke’de ete kemiğe büründürdüğü ormanın ruhu, insanlığın çoraklaştırdığı toprağa inatla hayat veren dengeleyici güç olarak sunulur. Miyazaki’nin bir diğer güvencesi kadınlardır ve hikâyelerini büyük oranda onların etrafında inşa eder. Erkeklere nazaran şefkat duygusu ve duygusal zekâsı yüksek olan; olgunluğu ve cesareti ile fark yaratan kadınlar doğa ile mükemmel bir uyum içinde yaşayabilmeyi ve hayvanlarla daha samimi ilişki ve iletişim kurabilmeyi başarırlar. Miyazaki kahramanları sahip oldukları şefkat sayesinde en zor durumlardan bile kurtulmakla kalmayıp çevrelerinde de değişime sebep olurlar. Rüzgârlı Vadi’de Nausicaa, şefkati sayesinde savaşı durdururken Howl’un Yürüyen Şatosu’nda Sophie’nin şefkati, kötülük gördüğü gönülleri dahi kazanmasına yardımcı olur. Ruhların Kaçışı’nda saf bir ruh iken insanlardan açgözlülüğü öğrenip kötüleşen No-Face’in tekrar saf hale dönüşmesi, Chihiro’daki şefkat duvarına çarpması sonucu gerçekleşir. Prenses Mononoke’de ise aynı şefkat derecesi bir erkek karakter olan Ashitaka’da görülür. Kötülüğe kötülükle cevap verdiğinde içindeki iyiliğin öleceğinin bilincinde olan Ashitaka, şefkatli kişiliği sayesinde ormanın ruhundan yardım alır. Tatlı dil belki yılanı deliğinden çıkarabilir; ancak Miyazaki’ye göre şefkat dolu bir yürek dünyayı değiştirebilir.
Not: Yazıda kullanılan minimal afiş Cineritüel için Ahmet Can tarafından tasarlanmıştır. İzinsiz kullanılamaz.
Bu yazı ilk olarak 23.03.2014 tarihinde Evrensel Gazetesi Pazar Eki’nde yayınlanmıştır.
İşletme ve Radyo-TV-Sinema mezunu. Eleştirel alanında aktif olmaya DVD+ dergisinin resmi forumunda moderatörlük yaparak başladı. İlk eleştirileri ise 2008 yılında Kanal D Home Video dergisinde yayınlandı. 2009’da Sinemaximum sitesinde, 2010’dan itibaren ise kişisel blogunda yazmaya devam ederken Aralık 2013’de Cineritüel’e katıldı. Antalya’da yaşamaktadır.