Rope (1948): Düşünce ve Eylemin Tutarsızlığı

Rope (1948): Düşünce ve Eylemin Tutarsızlığı

Share Button

21. yüzyılın en büyük günahı, o ilk büyük günah olan kibir değil midir? Şeytan’ın cennetten kovulmasına sebep olan insana karşı duyduğu kibir, hani o en sevdiği günah, insanoğluna sirayet etmiştir. Nietzsche’nin insanötesi/üstinsan tanımından gidecek olursak insan hayvan ve üstinsan arasında sıkışmıştır ve kendini aşmak ilerlemek zorundadır. Din felsefesinde bu durum İnsan-ı Kamil fikriyle benzeşmektedir. Ne zaman ki insan yanılgılarından ve yücelttiği yanılsamalardan kurtulacak o vakit eksikli varlığını aşabilecek, ancak bu durumda kendisini tamamlayabilecektir. Oysa ki insanoğlu eksikli varlığını kabul etmekte her zaman zorlanır, kibirine çağlardan beri yenilmektedir. Böyle Buyurdu Zerdüşt’ün ön sözünde insanın bir an önce kargaşasını, kendine anlam veren bir düzene çevirmezse, yıldız doğurtmazsa, karanlığında yok olacağını belirtir. Peki karanlıktan kurtulmanın yolu nedir? Bilgiye sahip olmak, keşfetmek hatta ilk ayetin izinde gidip “oku”mak. Elbette ancak aklını kullanan kişiler (entelektüeller) ilerleme için bayrak taşıyacaklar, insanları üstinsana ulaştıracaklardır. Bir düşünce retoriği olarak ilerlemeyi öngören bu fikrin, insanoğlunun karanlık beyninde bambaşka anlamları tetiklemiş olması, kibirine yenildiğinin bir ispatıdır. Hitchcock’un Rope filmi de tam bu noktadaki entelektüelleri ekrana taşır, kibirden burunlarının ucunu görmezler.

Herkesin düşünüp kimsenin cesaret edemediği kusursuz cinayet işleme fikriyle dolu iki arkadaş/sevgili Brandon ve Philip önceden sınıf arkadaşları olan David’i kendi dairelerinde iple boğarak öldürürler. Buraya kadar her gün yüzlercesi yaşanan sıradan bir cinayettir ve onlara göre kolay bir eylemdir. Hatta kendi çaplarında haklılardır. Çünkü dünya bu tip gereksiz insanlarla doludur ve onların ortadan kalkması gerekmektedir oysa ki akıllı ve entelektüel insanlar azdır. Burada bir parantez açmak gerekirse: Peki insanları öldürmelerinde kendilerinde nasıl hak buluyorlar sorusu karşımıza çıkar. Entelektüel kişiler diğerlerinden (maktulden) daha akıllı oldukları için mi, burjuvazinin getirdiği konfordan kaynaklanan bir algı karışıklığı mı yoksa kendilerini Tanrı yerine koyacak kadar kibirli olmaları mı bu düşüncenin filizlenmesine sebep olmuştur? Aslında üç düşünce de onları tanımlamak için rahatlıkla kullanılabilir. Cinayeti sanatla eş tutan bu bakış açısı üstinsana ulaşmak için bir adımdır. Malesef ki sonu faşizmdir. Hitler’in ari ırka ulaşmak için gerçekleştirdiği soykırımlar bu düşüncenin amacından saptığında nasıl da şirazesinden çıktığının en büyük kanıtıdır. Fütursuz ve pervasız gençler, cesedi bir sandığa koyarlar ve üzerine bir örtü atarak yemek masasına çevirirler. Ölen kişinin yakınlarının davet edildiği parti verirler. Amaç gösteri yapmaktır, aksi düşünülemez. Yoksa olay sıradan bir vaka olacaktır; muhteşem bir tablo yapıp onu asmamak gibi, varlığından kimsenin haberi olmayan “sanat” yapılmış sayılmaz. Tek sorun cinayeti gün ışığı olmadan (perdeler kapalı) iken işlemiş olmalarıdır. Hitchcock’un her filminde gördüğümüz izlenmenin verdiği zevkten mahrum kalmışlardır.

Bir şeyi saklamak istiyorsanız onu ortaya bırakın diye bir özdeyiş vardır. Klasik Hitchcock filmlerinde olduğu gibi Rope da izleyicinin bildiği ancak kahramanın bilmediği gizemle tetiklenir. Gerilim unsurunu sağlayan cesedin hem iz hem de fiziken halen orda olması ancak misafirlerin olayın garipliğini bir türlü fark edememeleridir. Brandon ve Philip olayı bir merasime çevirmişlerdir. Sandık artık tabuttur ve alışılmışın dışında bir cenaze düzenlenmektedir. Alenka Zupancic’in Tam Ölünecek Yer makalesinde yer alan “oyun içindeki oyun” temasını Hitchcock hem teknik hem de anlatı olarak üst seviyede kullanır. “Oyun içinde oyun” aygıtı, genel biçimde “kurmaca içindeki kurmaca” olarak anlaşılabilir. Rope eş zamanlı bir tiyatro oyunudur. Teknik olarak her sahne kameradaki bütün film makarası kadardır ve on dakikalık çekim olarak planlanmıştır. Hitchcock neredeyse hiç kesme yapmadan filmi tamamlar. İzlediğimiz kameranın o an ki açısından ibarettir. Gizli kalması gereken cinayetin kendisidir, katil değildir. Ortadaki ceset yabancı gerçekliğin müdahalesidir. Zaten verilen davetin amacı da cinayeti onlar gibi görebilecek kişiye yapılan bir sunumdur.

Ötekileşme:

Hitchcock’un Rope’u ötekileşmeyi iki açıdan ele alır: Üstinsan teorisinden yola çıkılarak öjenik (soyarıtım) kadar evrilen fikirleri destekleyen entelektüeller, kurtuluş için kendilerini Tanrı’nın yerine koyarak geri kalan herkesi ötekileştirmektedir. Brandon iyi-kötü, doğru-yanlış’ı sıradan insanların işi olarak tanımlar. Bir diğer ötekileştirme ise örtük eşcinselliktir. Hitchcock, Brandon ve Philip’in çift olduklarını açıkça söylemese de; uzun zamandır aynı evi paylaşmaları, birbirlerinin ailelerinin yanına tatile gittiklerini söylemeleri, evde tek bir yatak olması gibi durumlarla bize çift olduklarını anlatır. Gerçi cinayeti birlikte işlemeleri ile dönemin muhafazakarlarının ekmeğine yağ sürdüğü, eşcinselliği sapkın fikir olarak gösterdiğini de söyleyebiliriz. Hitchcock belki de bu sebeple gizlenmelerine müsaade etmiştir ki filme tezahür etmiş kötülük basit bir çıkarımla eşcinselliğe bağlanmasın.

Rope da McGuffin olarak ip kullanır. İp aynı Dial M for Murder’daki anahtar ya da Stranger on a Train’deki çakmak gibi sıradan bir nesneden cinayet aygıtına, oradan da cinayetin çözülmesine sebep kurtarıcı nesneye dönüşmüştür. Hitchcock David’in cesedini de bir nevi McGuffin olarak kullanır. Bu açıdan The Trouble with Harry’de, Harry’nin cesedinden kurtulmaya çalışıldıkça ortada bir ceset olduğunu unuttuğumuz gibi, Rope’da David’in cesedi de üstinsana ulaşmak için atılan bir adımın simgesel görüntüsüdür. Bunu tersine çeviren ise yönetmenin bu sözde felsefik yorumları altüstü ettiği finalde olur. Gösterinin baş misafiri Rupert’ın kağıt üzerinde savunduğu fikrin cinayetle sonuçlanması kendisinde bir şok yaratır. Söylemin yanlış anlaşıldığını ifade eder, karşısındakileri suçlar. Ancak bu onların kafasına bu fikirleri filizlendiren kişinin kendisi olduğunu gerçeğini değiştirmez, sadece artık geç kalmıştır. Filmin sonunda Rubert cinayeti çözmüş olmasına rağmen yenilmiş bir ifadeyle görmemizin sebebi suçluluk duygusudur.

Son tahlilde Rope’u özetleyen salonun ortasına yerleştirilmiş olan sandıktır. Sandıktan kitapların (bilginin) çıkmasıyla başlar her şey sonra onu yanlış özümseyen insanoğlu, saklanmak için tekrar ona başvurmasıyla dönüşüm tamamlanır. Pandora’nın kutusu açılmıştır. Saklayacak bir şeyleri olan herkesin bir yere (sandığa) ihtiyacı vardır: Cinsel kimlikleri mesela, insana inanmamaları, faşist duyguları, kibirleri, öfkeleri… Freud her şeyin bir sebebi var olduğunu savunur, malesef ki bilgi de bazen cehalet doğurur.

twitter.com/gok_gkhn

, , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir