Zihinsel süreçlerin farklı kodlandırılmasından kaynaklanan ayrıştırmaların daha küçük yaşlarda başladığını söyleyebiliriz. Erkek çocuklara mavi, kızlara pembe giydirmek kadar masum görünen ve başta cinsel çeşitliliği ortadan kaldıran bu eylemler bir noktadan sonra bilinçaltında yer etmeye başlar. Daha çok geçmişten gelen ve sorgulanma ihtiyacı duyulmayan, gelenek zırhı arkasına saklanan bu kodlamalar masallar ile vücut bulur. Sınırların olmadığı bir dünyada geçmesine rağmen birçoğu eğitici değil; toplumun sözde ahlakını, yaşam biçimini didaktik bir üslupla anlatan söylemlerden ibarettir. Toplumun kendi imajını temize çekmeye yarayan bu masalların ortak noktası ahlak bekçiliğine soyunmuş olmaları dışında kişinin toplumdaki yerini/haddini bildirme çabasıdır. Hatta bu masalların ve masallardan yapılmış uyarlamaların asıl amacının bu olduğunu bile söyleyebiliriz. Disney’in animasyonda çığır açan ancak içerik açısından birbirinin kopyası olan masal uyarlamalarında gri çizgilerin yer almaması, kötülerin saf kötü iyilerin ise mutlak iyi olduğu yalan bir dünya tasvirinin sonuçları tek tipleştirmedir. Bu tek tipleştirmenin hizmet ettiği alan ise kapitalist sistemin merkezidir.
Kapitalizm ve Disney
Disney animasyonlarındaki kör göze parmak misali işlenen aile kavramını ele alalım. Tüm prenseslerin tek amacı evlenmektir. Prenses/kadın olmaları dışında hikâyeye hiçbir katkıları bulunmaz, zaten sistem de bunu istemez. Kadınların ezilmesi kapitalist sistemin temel amacına hizmet eder. Bir sonraki ucuz işçi kuşağı, onu yetiştirenlerin cahilliğinden ve geleneğe olan bağlılığından faydalanmaktadır. Diğer bir değişle egemen ideolojinin her kuşakta tekrar yaratılması aile kurumunun bekasını zorunlu kılar ve onu tehdit eden her şey aslında kapitalizmin kendisi için bir tehdit oluşturmaktadır. Kadının kişisel olarak var olmaması ve sürekli olarak bir erkeğe muhtaç olması da Disney’in izleyiciye dayattığı fikirlerin başında gelir. Prens tarafından kurtarılmayı beklemek kadını sosyal hayatta edilgen bir pozisyona taşımaktadır. Düşüncel hiçbir eyleme katılmayan sadece güzel bir nesneye dönüşmüş prensesler, çoğu kez hiçbir eyleme geçmeden sadece beklerler. Genç zihinlerin beyninde oluşturulan sürekli kurtarılmaya muhtaç ya da kurtarmaya zorunlu kalmak imajı oldukça tehlikedir.
Laura Mulvey’in ünlü makalesi “Görsel haz ve anlatı sineması”nda bahsettiği gibi ana akım sinema ataerkil bilinçdışıyla röntgenci haz üzerine kurulmuştur. Kamera röntgenci bir bakış açısıyla bakar, kadınlar hazzın bakılası edilgen unsurları olarak konumlandırılmıştır. Dolayısıyla izleyici de bakanın bakışına ortak olmaktadır. Feminist sinemanın kırmak için çok çaba harcadığı bu film biçimi Disney’in sinemadaki karşılığıdır. İzleyici anlatımın doruk noktası olarak kahraman ile özdeşleşir, kadın yoktur: Var olan bedendir, bu yüzdendir ki tüm prensesler güzeldir. Güzellik idealize edilmiş gerçek olmayacak görüntülerle elde edilmiştir. Sözde âşık oldukları da yine idealize edilmiş yakışıklı prenslerdir. Kadın kadar erkek tasviri de kalıplara hapsolmuş biçimdedir. Tasvir edilen güç aslında sistemin kadını ezerek kendisine verdiği güçtür. İmajı kadar cesareti de sahte ve ödünç alınmıştır. Kadını kurtarmasının altında yatan ise kutsanan aile kurumundan sağlayacağı menfaattir.
Taze beyinler üzerinden yapılan çarpıtılmış imajların bir diğer amacı da tüketim toplumunun sözde ihtiyaçlarını beslemektir. Disney sadece film olarak değil tüm imajları çeşitli şekillerde satışa sunmaktadır. Kendisini birey olarak görmeyi engelleyen imaj bombardımanına kapılmış çocuklar dergilerdeki gibi giyinmeye, yaşı biraz büyüdüğünde ise onlar kadar güzel ve ince olmaya şartlanmışlardır. Gençler için travmatik etkiler yaratan bu olaylar çocukluk masallarının gerçek olmamasından ya da masallara inanmalarından değil, birey olmalarını yanlış yönlendirmeler yüzünden sürekli geciktirmiş olmalarından kaynaklanır. Her ne kadar Disney’in son dönemde kırmaya çalıştığı bu film biçimi özellikle video piyasası için üretilen filmlerde kale gibi durmaktadır. Bunun sebebi de ciddi bir gelir kaynağından olmak istememeleridir.
Göstergebilimi olarak Disney
Disney’deki kadın olgusuna göstergebilimi* olarak bakıldığında gelenek ile mitlerin anlatı metninde önem kazandığını görürüz. Yukarıda bahsettiğim gibi yapı sistemin masum görünen ancak en tehlikeli silahlarından biridir. Çocuğa birtakım iyi alışkanlıklar (yalan söylememek, dürüstlük vb.) öğretilirken diğer bir taraftan onu birey olmaktan uzaklaştırırlar. Claire Johnston sinemadaki kadın tiplemelerini semiyotik açısından inceleyen ilk feminist eleştirmenlerden biriydi. Kadın göstergesini bir yapı, bir şifre ya da gelenek olarak çözümlemeye girişirken şaşırtıcı olmayacak şekilde Roland Barthes’in mit kavramından yola çıkmıştır. “Kadın”ın erkekler için ideolojik temsili, olumsuz bir biçimde “erkek olmayan” şeklinde sunulur. C. Johnston’un yorumlaması Disney filmleri ile paralellik göstermektedir. Daha önce söylediğim “Kadın” olarak kadın’ın filmin içinde yer almaması ve geleneklerin sistemin bekası için korunması bunun kanıtları olarak sayılabilir.
Son tahlilde Disney’in ticari gösterime giren filmlerinde bu ayrım azaltılmaya çalışılsa da video piyasası üzerinden cinsiyetçi ayrım son sürat devam etmektedir. Mit ve geleneklerin arkasına gizlenmiş sistemin amacı bellidir: Özgür bireyleri aynı tornaya sokmak, bireyselliği budayarak çarka yeni dişli kazandırmak.
*Gösterge bilimi veya semiyotik; göstergelerin yorumlanmasını, üretilmesini veya işaretleri anlama süreçlerini içeren bütün faktörlerin sistematik bir şekilde incelenmesine dayanan bir bilim dalıdır.
İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.