Cries and Whispers (1972): Kadının Üç Formu ve Koruyucu Anne

Cries and Whispers (1972): Kadının Üç Formu ve Koruyucu Anne

Share Button

Konuk Yazar: Kerem ERGİN

Birbirinin gölgesi ve tamamlayıcısı olan karakterler, karakterlerin sahip olduğu zıtlıklar, arketip teorisi çevresinde bu teoriden yola çıkarak insanlar üzerinde gözlenen kişisel bozukluklar, takıntılar… Ingmar Bergman sinemasında seyrine doyum olmayacağınız, hayat-ölüm, mutluluk temalı filmlerin genel karakteristik özelliklerine baktığımızda göreceğimiz konu başlıkları bunlar. Yönetmen her ne kadar “güzel bir evde, tiyatroyu bıraktıkları bir zaman diliminde arkadaşlarıyla toplanıp çektikleri bir film” olarak tanımlasa da Viskningar och rop (1972, Cries and Whispers, Çığlıklar ve Fısıltılar) Bergman’ın anlatım diline hayran kalacağınız, etkileyici ve imgelerle dolu bir başyapıt. 19. yüzyılda büyük bir malikânede geçen film, kanser hastası olan ve yatakta son günlerini geçiren Agnes ile nöbetleşe ona bakan iki kız kardeşi Maria, Karin ve bakıcısı Anna’nın yaşadıkları olaylar çerçevesinde dört kadın karakterin birbirleriyle olan ilişkilerini inceliyor. Başrolünde dört kadın karakterin olması rastgele seçilmiş bir durum olmamakla birlikte, feminist bir duruşu olan filmin kadın cinsiyeti üzerine ciddi sözleri var.

Çoğu filminde karakterler arasında teke tek bir mücadele, ikili bir yapı söz konusuyken, Bergman, bu filmde üç kız kardeş ve bir süper-anne (bakıcı Anna) ile görünürde üçlü bir yapı kurmuş. Anna’yı kız kardeşlerin arasındaki ilişkinin dışında tutarak üçlü yapıyı incelediğimiz zaman, Yunan mitolojisinin unutulmuş tanrıçalarından Hekate’nin izine rastlıyoruz. Hekate, Yunan Mitolojisinde genellikle üç formda tasvir edilen bir ana tanrıça ve onunla ilgili çalışmalarda sırt sırta vermiş ellerinde farklı nesneler taşıyan üç kadın görüyoruz. Elinde meşale, anahtar ve yılan taşıyan bu üç kadın trivia’yı, üç yolu işaret etmektedir ve farklı seçimlerin insanı farklı yollara götüreceğini söyler. Anahtarı seçen kapıları ardına kadar açıp, meşale seçen karanlıkta yolunu aydınlatırken, yılanı seçen kadın kendini zehirler. Yaptığımız seçimlerin ne kadar önemli olduğunu gösteren Hekate mitolojide çok tanıdık bir isim olmasa da filmimizin karakterlerine uyum sağlamakta. Agnes (Harriett Andersson), Maria (Liv Ullmann) ve Karin (Ingrid Thulin) birbirinden farklı üç karakter ancak aynı anneden olmalarını hesaba katarsak bir noktada aynı kişi olduklarını düşünebiliriz; Agnes’i hasta yatağında sürekli acı çekerken görüyoruz, Maria ise Agnes’e hem yardım etmek isteyip, hem mesafeli duran, çevresindeki erkek karakterlere karşı baştan çıkarıcı kimliğini gösteren biri, Karin ise Agnes’in başında beklemekten rahatsızlığını her hareketinde belli eden, öfkeyle dolu, kocasıyla arasındaki köprüleri yıkmış biri. Aynı noktadan hareket eden üç kadının yaptıkları seçimler sonucunda zamanın bir başka noktasında çok farklı yerlere dağılmaları ve bir araya geldiklerinde bu farklılıklarıyla mücadele etmeleri ve özellikle Maria-Karin ikilisinin Agnes’le, saf olanla yüzleşmeleri Bergman’ın kurduğu üçlü yapının temelini oluşturmaktadır.

Filmin sahnelerine hızlıca göz gezdiren bir izleyicinin ilk olarak aklında filme hâkim olan kırmızı renk kalacaktır. Bergman, ruhun rengi olarak, aynı zamanda kanı da ifade eden kırmızı rengini kullandığını söylese de, genel olarak filme tesir eden üç renge baktığımızda karşımıza yine Hekate’nin üçlü formu çıkmaktadır. Hekate’nin üçlü formu ile filmin başından sonuna doğru sahip olduğu renkler ve karakterlerin özellikleri büyük benzerlik taşımaktadır. Filmin üç rengi sırasıyla beyaz, kırmızı ve siyahtır. Karakterler ruh hallerine bağlı olarak toplu bir şekilde beyaz ya da siyah giyinirlerken, evin neredeyse her nesnesine işlenmiş kırmızı renkte, üçlü renk uyumunu tamamlar. Hekate’nin üç formu sırasıyla genç kız, anne ve bilge kadındır; genç kız beyazlar içerisinde saflığı temsil ederken, anne kırmızı rengin sahibidir ve bilge kadın ise siyahlar giyinir. Filmde ise Agnes hasta yatağında sürekli olarak beyaz giymektedir ve üçlü formun saflığını işaret eder. Maria baştan çıkarıcı, kadınlığının doruk noktasında, aynı zamanda bir annedir, filmin ona odaklanan ve onun anılarının anlatıldığı kısmında kırmızı bir elbise giyer ve kadının saçları da kızıldır. Karin ise kadınlığın ilk iki formunu da yaşamış, kadınlığın şiddetli yüzüyle karşı karşıya gelmiş ancak üçüncü aşamaya bile geçmiş kişidir. Karin’in siyahlar giymesinin yanı sıra, kocasına karşı gelmek üzere cinsel organını kesmesi ve kendi organını bir nevi kurban etmesi üçüncü aşamaya geçtiğini net bir şekilde ifade etmektedir. Filmde diğer kardeşlerden daha bilgili bir profil çizmesinin yanında duyguları en çok körelmiş karakter de odur. Hekate’nin üçüncü formunu temsil eden bilge kadının adının, ortaçağda büyücülüğü özendirdiği bahanesiyle büyücü kadına çevrilmesini de (wise = witch) filmde kadının sahip olduğu kötücül duygularla ilişkilendirebiliriz. Bergman’ın kadının üç formunu bu şekilde anlatarak, feminist anlatımını ifade etmek mümkün. Aynı şekilde tüketime odaklı, yapıcılıktan çok yıkıcı özellikler gösteren filmin pasif konumda olan erkek karakterlerini de göz önüne getirdiğimizde, Bergman’ın açık bir şekilde erkekleri yeren ve kadınları yücelten bir film ortaya çıkardığı söylenebilir. Maria’nın kur yaptığı doktorun hal ve hareketleri, yine Maria’nın kocasının intihar etmeyi bile becerememesi, Karin’in kocasının alaycı bakışları ve katı biri olarak resmedilmesi, bunun yanında yaşanan olayların yükünü hep kadın karakterlerin sırtlanması bu düşünceye verilebilecek örnekler.

Agnes, Maria ve Karin arasında kız kardeşler derecesinde yaşanan ilişkiye baktığımızda hasta olan Agnes üçlünün yine dışında bir yerde duruyor ve Maria ile Karin, zengin erkeklerle evlenip benliklerini yitirmiş bireyler olarak gösteriliyor. Ömür boyu sürecek yapay bir mutluluğu seçen iki kız kardeşinin yanında Agnes, anlık bir mutluluğun keyfini hayatı boyunca sürebilecek kadar saflık ve iyilik dolu bir karakter. Bu noktada bir  papazın oğlu olan Bergman’ın dini göndermeleri devreye giriyor ve hasta Agnes, kız kardeşlerinin duyarsız kötülüklerinin diyetini ödüyor (hastalanmak-çarmıha gerilmek). Agnes’in ölümünden sonra Maria ile Karin’in birbirlerine karşı ördükleri duvarları yıkması ve tek parça olmaları ardından rüyalarında Agnes’in yeniden dirildiğini görüp eski mesafeli hallerine geri dönmeleri kötü özelliklere sahip kız kardeşlerin dengesiz bir duruş sergilediklerini anlatıyor. Kocalarının gölgesi ‘kapitalist kadınlar’ Maria ve Karin günahkâr kadınlar olarak Agnes’in varlığından huzursuz, yokluğunda tek vücut oluyorlar ancak Agnes’in yokluğunda vicdan duygusu yine de onları rahat bırakmıyor. Dini betimlemelerin en güçlüsü haçtan indirilen İsa’nın Meryem Ana’nın kolları arasında yatışını anlatan Pieta/Acı heykeliyle filmde Agnes’in öldükten sonra Anna’nın kolları arasında yattığı ikonik sahnenin birbirine benzerliği. Filmde Agnes’e gerçekten bakan, onun iyileşmesini isteyen bir karakter olarak Anna, hem iki kadın arasında yaşanan gizli bir aşkı ifade ediyor hem de koruyucu/bakıcı görevleriyle, Agnes’i sakinleştirmek için göğsünün birini emzirecekmiş gibi çıkarmasıyla anneliği temsil ediyor. Anna’ya sahip olduğu ‘acı’dan geriye ise sadece Agnes’in günlüğündeki notlar kalıyor. Ancak filmin tüm karamsar tablosunun içerisinde mutluluğa sahip olunan tek kısmın hatıralarda olduğu düşünülünce, asıl kazananın Anna, kayıplarında Maria ile Karin olduğunu anlamak hiçte zor değil.

, , , , , , , , , , , , , , , ,

1 comment

  1. can

    Çok ama çok güçlü bir film. 3 kardeş ve hizmetçi kız hakkında. 1. kardeş sever ama sevilmediği için acı içindedir. 2. kardeş kendisini tanımadığı veya sevmediği için ne hissettiğini bilmez tam bir iki yüzlüdür. 3. kardeş ise kendisine ve etrafındakilere karşı dürüsttür kimseye karşı sevginin zerresini barındırmaz ve bunu gizleme ihtiyacı hissetmez. Filmdeki tek şevkatli insan hizmetçidir. Kardeşlerle kan bağı yoktur ve onlardan alt sosyal statüdedir, ama inançlıdır ve dürüsttür. Film bu 4 karakterin ilişkisi hakkında. İnsana dair sevememeye dair inanılmaz bir film. Bu ve benzeri Bergman filmleri o kadar yakın ki insana gerçekten dokunuyor. Yalnız Bergman için bile karamsar bir film olduğu doğru. Keyfim yerinde depresyona girmek istemiyorum diyorsanız şu an izlemeyin derim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir