Sanat eserlerinin birbirleriyle etkileşimde bulunmaları, hatta etkilendiği eseri deforme ederek ya da bambaşka formlarda yorumlayarak yeni bir bakış açısıyla kimi zaman iyi, bazen de kötü sonuçlar veren bir yaratım sürecine girilmesi ilgi çekicidir. Bir sanat eserinin düşünce safhasının içerisine belleğin dâhil edilmesi kaçınılmaz olduğuna göre bir anlamda günümüzdeki yeni eserlerin bir tür yorumlama olduğunu söylemek mümkündür. Sanatçının bir ifade aracı ya da dışa vurumu olarak adlandıracağımız eser henüz ifşa olmadan geçen, daha çok “yaratım süreci” olarak tanımlayabileceğimiz kısım benim açımdan hem merak hem de heyecan uyandırmaktadır. Etkisinden kurtulamadığımız bir resim, film ya da heykel nasıl yapılmıştır? Teknik detayları atlarsak (ki özellikle plastik sanatlarda bu da çok heyecan vericidir) asıl önemli olan sanatçının beyninde gezen imgelerdir. Bu imgelerin izleme eylemi sırasında ne kadarı izleyiciye geçmektedir?
Konuyu daha özel bir alana çekmek gerekirse örneğin sinemada bitmek bilmeyen yeniden çevrimlerin bu düşünce süzgecinden geçmeden ticari kaygılarla yapıldığını söyleyebiliriz. Belki bunun en popüler istisnası Quentin Tarantino’dur. Yönetmenin her filminin sinefil hafızasından kopan parçalar ve ifade kaygıları gütmesi, ticari sinema ile dirsek temasını hiç kesmemesi gibi bir planlama sürecinden (senaryo yazımı) sonra gerçekleştiğini görüyoruz. Tarantino’nun ticari sinema diye adlandırılan, bir anlamda izleyiciyi eğlendirmeyi görev edinen yanının beslendiği damar aslında saf sinemanın içinden gelmektedir. Sanatsal açıdan küçümsenen ne varsa torbasına atan birinden bahsediyoruz. Bir nevi çöp karıştırıcısı. Zaten çöpte elmas bulduğu da yok, yaptığını sadece genel algının dikkat etmediği parçaları yorumlamak diye adlandırabiliriz.
Tarantino’nun bir sinefil olduğu, video dükkânında ne varsa izlediği ve sinemasal belleğinin an’lara dayandığını söylemek mümkün. Bir nevi parçalardan bütüne ulaşmaya çalışan bir yapı mevcut. O yüzden sinemasını kolaj diye adlandıran eleştiriler alması kaçınılmaz. Ancak parçalardan görece özgün bir iş çıkardığını inkâr etmek de imkânsız. Aslında bir eserin sanat eseri sayılıp sayılmaması birçok sanat dalında halen tartışma konusu. Örneğin 20. yüzyılın en etkili sanatçılarından Marcel Duchamp’ın bir sergide pisuarı sanat eseri olarak sergileme isteği infial yaratmıştı. Bunun provakatif bir eylem olduğunu kabul edip madalyonun diğer tarafına bakarsak, Duchamp eylemi 20. yüzyılın başlarında sanat ile ilgili kuramsal sorular sorulmasına sebep olmuştur. Düşündürdüklerinin arasında sanatın değerinin neye göre ve kim tarafından belirlendiği, malzemeleri dönüştürmenin sanat olup olmadığı ve sanat estetik kaygılar gütmeden yapılabilir mi soruları mevcuttu. Detayları bu yazının konusu değil ama avangart bir çok akımın bu sorulara cevap için bir nevi öfke nöbetleri şeklinde dışavurumcu ve estetik kaygılar olmadan her sanat dalında eylemlerine devam ettiğini söyleyebiliriz.
Tekrar Tarantino’ya dönersek, kolaj diye adlandırılan anların bir çoğunun bırakın genel kitleyi sinefiller tarafından bile bilinmediğini kabul etmemiz gerekiyor. Bu açıdan çoğu kişi için yeni olan bir eseri çalıntı olarak yargılamak en azıdan insaflı olmayacaktır. Duchamp’ın geleneksel estetik anlayışı düşünsel anlamda yıkan çalışmasıyla Tarantino’nun sinemasını kıyaslamak mümkün değildir ancak göz ardı edilmemesi gereken Tarantino’nun malzemeleri dönüştürmesindeki başarısıdır. Kitlenin B filmi diye tabir ettiği birçok kişinin burun kıvırdığı damar sinema tarihinin arka plandaki sekanslarından oluşur. Bu planların keşfedilmesi, yorumlanması yönetmenin bir stili olarak adlandırabilir ancak Tarantino’nun artık kendini tekrara düşürdüğünü de söylemek gerekiyor. Bir stil denemesinin yönetmenin filmografisine sirayet etmesi -her ne kadar çoğu kez olumlu sonuçlarını alsa da- sağlıklı bir durum değil. Hem kendi filmografisine hem de sinema tarihindeki B filmlere yapılan göndermeler her ne kadar keyifli olsa da sadece “an”ları kullanmak adına karakterlerin boşlukta kaldığı zamanların hikâyeyi gereksiz derecede uzattığı ve seyir zevkini etkilediğini söyleyebiliriz. Diğer bir değişle bütüne ulaşmakta zorlandığı anlarda parçaları birleştirmek için karakterlerin gevezeliklerinden faydalanan Tarantino son dönemde dozajı ayarlamakta zorlanıyor. Çizilen karakterlerin şahsına münhasır olması ile durumu kısmen kurtarsa da tehlike çanlarının kendisi için çaldığını söylemek gerekiyor.
İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.
Tarantino, Reservoir Dogs filmi vizyona girdiğinde verdiği bir röportajında kendisini azılı bir sinema fanatiği olarak tanımlamıştı. Zaten çocukluğundan beri sinemaya karşı haşır neşir olan bu adamın, aklındaki tek fikir çok beğendiği filmlerin dokusunu taşıyan işler yapmaktan ibaretti. Yalan değil, filmlerinde sürekli ”alıntı” sahnelere rastlamak rahatlıkla mümkündür. Benim için bunun en bariz örneği Resorvoir Dogs’taki kulak kesme sahnesi idi.
Bana göre Quentin Tarantino denen adamın zihin yapısı yazıda da net şekilde ifade edildiği üzere anlık parçalardan oluşmakta. Tarantino fenomenin bu noktada yaptığı tek şey de masanın başına oturup bu anlık sekansları birer yapboz parçası gibi birleştirmekten ibarettir.
O veya bu şekilde Tarantino 90’larda ve milenyumda -en azından benim adıma- B sinemasının en çarpıcı ve ticari alanda en fazla yer kaplayabilen şaşırtıcı örneklerini verebilen/vermeyi başarabilen salt dahi bir adamdır sadece.
Author
Aslında benim eleştirim de tam bu noktadan sonra başlıyor. Bir kendini tekrar durumu -Django da çok göze çarpan-, ya da o anların tekrar hissine dönüşmesi beni rahatsız ediyor. Kill Bill ya da Reservoir Dogs’ta sinema tarihindeki bazı sahneleri kullanmış olmasını yenilikçi bulduğumu söyleyebilirim çünkü kendi sistemine adapte edilmiş durumda. Bir de özellikle belirmeliyim ki öyle görünmese bile “çöp karıştıcısı” benim için ciddi bir övgü cümlesidir.