Salo O Le 120 Giornate di Sodoma (1975): Cinsel Provokatizm

Salo O Le 120 Giornate di Sodoma (1975): Cinsel Provokatizm

Share Button

Görsel bir imge ile dil düzeyindeki imgenin oluşturduğu çağrışım arasında sert bir farklılık vardır. Dil düzeyinde nesne ne kadar tanımlanırsa tanımlansın boşluklar kalır oysa görsel imge kendini dayatır. Bu yüzden cinselliğin sinemada işlenişi kitaplarda olduğundan (işleniş biçimine göre) daha tahrik edici, daha haz verici, daha provoke edici, daha rahatsız edici olabilir. Pasolini, Eros Üçlemesi filmlerinde (Il Decameron – 1971, I racconti di Canterbury – 1972, Il fiore dele mille e una notte – 1974), cinselliği hayatın rutini içerisinde toplumca yasaklanmış yaşamın içerisinden bir olgu gibi ele alırken, Salo ya da Sodom’un 120 günü (Salo o le 120 giornate di Sodoma – 1975) filminde provokatif bir biçimde ele alır.

Salo’nun rahatsız ediciliğin sınırlarını zorladığı yapısının, insanoğlunda gerçekten yer alan korkunç şeyleri anlatabilip anlatamadığı ya da sert bir faşizm eleştirisi olup olmadığını tartışmaya başlamadan önce başat öğesi olan “iktidar etme” olgusu üzerinde durmamız gerekiyor. Çünkü filmde bu olgunun işleniş biçimi her ne kadar yerindedir ya da değildir tartışılır olsa da filmin çıtasını oluşturur.

Çok eskilerde köle ve efendi ilişkisi ile temellenen iktidar etme anlayışının hayatın birçok anında hala devam ettiğini görürüz. Nefsi körelmemiş bir köy ağasının, tüm elinde bulundurduklarına rağmen hala köylü üzerinden geçinme gereksinimi; 7 nesil soyunu geçindirecek kadar mala mülke sahip zenginlerin, zengin-fakir ayrımını ortadan kaldırmaya yönelik her girişimi bertaraf etme çabaları; borca batağa batmış birinin, ailesini geçindirmek için komisyoncudan borç alması ve komisyoncunun verdiği borç üzerinden sürekli işleyen bir faiz sistemiyle borç alanı kendine bağımlı kılması (bunu günümüzün tüm ekonomik hareketliliği için söyleyebiliriz sanırım) iktidar etme duygusunun verdiği hazzı terk edememesinin tezahürüdür. Güçlü ve zayıf ayrımının yok olmayacağı bir düzende, iktidar etme hırsının insanı her türlü kötülük yapmaya iteceği gerçeğini sadece yukarıda söylediklerimle bile görebilecekken bunu daha da ileri götürerek, özlük hakkı ve cinsel/bedensel aidiyet üzerinden kurulan iktidar etme güdüsü üzerinden anlatıyor Pasolini ve seyircisine görsel rahatsız ediciliğini empoze ediyor.

Pasolini, Prometheus ve ölüler dünyası

İnsanoğlunda gerçekten gizemli ve korkunç olan şeylerden hiçbiri, bugüne dek, ne sözle anlatılabilmiştir, ne de kitaplarla. Her şeyi bir düzeye indiren ölümün eşiğinde, tüm gizler bir an çözülür gibi olur, ama bunu ancak ölüler dünyasından geri dönebilecek bir yazar doğru dürüst anlatabilir.(1) Melville’in söz ve kitap ile özetlediği bu gerçekliğe görselliği de ekleyebiliriz sanırım. Ve Pasolini’nin Salo’da yapmaya çalıştığı şey ile, insana özgü bu gizemli korkunçluğu anlatabilecek, ölüler dünyasından geri dönmüş biri olup olmadığını tartışmaya başlayalım.

Salo, Nietzsche’nin “kara vicdan” dediği olgudan kurtulmuş bireylerin diğerleri üzerinde kurduğu iktidarlığı anlatır. Nietzsche’ye göre; dışarı boşaltılmayan tüm içgüdüler içeri akar ve bireyin evcilleştirilmesine, toplum tarafından empoze edilen törenin birey üzerindeki tahakkümüne sebep olur. Zulüm, saldırı, tahrip etme ve değişimden alınan hazzın önünde bu içgüdülerin bulunduğunu ve insanın vahşiliğe olan özlemini perçinlediğini söyler.(2) Bu argünmanlarla yola çıkan Pasolini, Salo’da tam da her seferinde bu argünmanları desteklediği için cinelliğin provokasyonunu yapar. Erotizmin tüm haz verici bedensel açıklıklarını kullanmasına rağmen izleyici üzerinde bir şehvet oluşturmaz. Şehvet oluşturma girişimini, sırtını yukarıda bahsettiğim argümanlara dayayarak şiddetin de cinsellik gibi temel bir güdülenme olduğundan hareketle, haz duygusunun doruklarına ulaşmada iki aracıdan biri olan şiddeti (diğeri cinsellik) kullanarak başarmaya çalışır ve başarır. Fakat bu girişimin başarı ile sonuçlanması aynı zamanda Pasolini’nin yapmaya çalıştığı şeyin başarısızlığıdır ve bana göre filmi başarısız kılan da bu durumdur.

Pasolini filmde seçkin bireylerin (yaşlılardan oluşan bir grup), halk arasından seçilen bireylerden oluşturulmuş bir topluluk (gençlerden oluşan bir grup) üzerindeki her türlü cinsel şiddetini, konformist ve yarınlara karşı olan sorumluluklarının bilincinde olmayan genç nüfusun özgürleşme anlayışının sapkınlığına bir eleştiri şeklinde sunmak isterken, filmdeki her türlü sapkınlığı destekler maiyette bir içeriksel üslup oluşturduğundan film bir şiddet güzellemesine dönüşüyor. -Bu noktada filmin faşizme getirilmiş bir sert eleştiri olduğu görüşüne de katıldığımı söyleyemem. Bu konuya bir sonraki paragrafta değineceğim.- Beni bu düşünceye iten sebep ise; bahsetmiş olduğum genç nüfusa yapılması planlanan eleştirinin yaşlı ve genç gruplar ile imgelenip sadece filmin başlarında seçkin bireylerin kendi aralarında yaptığı konuşmadan ibaret kalması.

Her ne kadar, cinselliğin filmde röntgenci haz sağlayıcı tezahürden uzak ele alınışı, cinsel özgürlüğün tüketim objesine dönüştürülmüş bir şekilde pazarlanıyor oluşuna getirilmiş esaslı bir eleştiri olsa da   -ki bana göre filmin tek başarısı budur-, faşizmin bireylere birer nesneymiş gibi yaklaşımının ve üzerinde iktidar etme düsturunun salt sado-mazoşist ilişkiler özneline indirgenmesi bir o kadar sorunlu bir bakış açısı oluşturuyor. Çünkü tüm bireylerin cinsel fantezilerinde yer alabilecek bir deneyimi faşizm ile eşitlemek, faşizmin sınıfsal kimliğini ve karakteristik özelliklerinin muğlâklaştırılması demektir. İyi biliyoruz ki “kelimeler daima aynı anlamı taşımaz”.(3) Bu açıdan filmde yer alan cinselliği bir politik okumadan ziyade Pasolini’nin cinsel fantezilerinin dışavurumu olarak okumak daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Filmi faşizme yönelik bir eleştiriden ziyade provokatif bir cinsellik sunumu olarak tanımlamam da bundan kaynaklıdır. Kısacası, Pasolini, bana göre, Salo’da Prometheus güzellemesi yapacakken Zeus güzellemesi yapıyor. Bilindiği gibi bir Titan olan Prometheus tanrılardan ateşi çalıp insanlara vermiş; Zeus da onu bir kayaya bağlayarak her gün bir akbabanın gelip onun ciğerini yemesi ve akşam ciğerin tekrar büyümesi ile cezalandırarak bir sadist güzellemesi sunmuştur. Zeus’un bu sadist cezasından yola çıkarak aynı zamanda Prometheus’un mazoşist olduğunu söylemek pek doğru olmasa gerek. Ah, unutmadan şunu da söyleyeyim: Keşke biri de ateşi çalmaya yeltenseydi.

(1) Herman Melville, Moby Dick, Yapı Kredi Yayınları, 2012
(2) Friedrich W. Nietzsche, Ahlakın Soy Kütüğü Üstüne, Arya Yayıncılık, 2010
(3) Voltaire

twitter.com/teksinbegec

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir