“Türkiye’de değeri bilinmemiş bir tek kişi var. Gözden kaçmış, hiç değeri bilinmemiş.
Metin Erksan diye bir sinemacı…”
Ömer Lütfi Akad
Bir biyografi nasıl ki kişinin, anlattığı kişiden kendisine tezahür edenlerse, Metin Erksan sinemasını kavramak da benzer bir serüven. “Kendi içine doğru büyüyen” sinemasıyla münhasır Erksan, Türk sinemasının belki de anlaşılması en güç yönetmenleri arasında yer almış, onun iç dünyasına girebilmek ancak filmlerinde aralık bıraktığı kapıları zorlayarak mümkün olmuştur. Cümle Yayınları’ndan çıkan ‘Kuyu’da Bir Yönetmen, “Bu kitap, yaşasaydı belki haşin ve hırçın çehresi dolayısıyla yanına yaklaşmaktan çekineceğim bir insanın tekil macerasını anlatma teşebbüsüdür. Doğrusu cahil cesaretidir…” diyen genç yazar Mücahit Gündoğdu’nun, nitelikli ve zengin bir çalışması. Yalnızlık, tutku, şiddet, arzu, mülkiyet, vatan, direniş temaları üzerine filmlerini kuran yönetmenin, bu kavramları kendi hayatında da bulmanın mümkün olduğunu keşfetmemizi sağlayan Gündoğdu, hayatı Türk sinemasıyla bütünleşen Erksan’ı anlatırken bir nevi Türk sinemasının da dönüşüm ve gelişim hikayesini aktarıyor, kimi zamansa gerileyişini.
Kitapta Mücahit Gündoğdu’nun deyişiyle “kamerayı bir kalem gibi kullanan Erksan”ın demeçlerinden ve anılarından da pasajların aktarılması, dış dünyaya aktardığı eserlerinin dışındaki karanlık noktalarına, sinema dışındaki hayatına, üniversite yıllarına ve bu yıllarda sanat tarihini hayatının odağına yerleştirme nedenlerine de eğilme imkanını okuyucuya sunuyor. Yazar, “sanat ve düşün adamı” olarak tanımladığı Erksan’ın eserlerini daha iyi irdelemek için gerekli bilgileri hem Erksan’ı tanıyanların hem de Erksan’ın gözünden sunarak çok açılı bir okuma deneyimi sağlıyor.
Kurtuluş Kayalı kitabın önsözünde “Mücahit Gündoğdu yaşamadığı dönemi yaşayanlardan daha iyi kavramış gibi görünüyor.” diyor ve Onat Kutlar’a Mektup Var, Sinemayı Seven Adam gibi iki ayrı kitapla da ‘Kuyu’da Bir Yönetmen’i karşılaştırarak, kitabı ikisinden ayrı bir yerde konumlandırıyor. Kayalı’ya göre ‘Kuyu’da Bir Yönetmen şimdiye dek Erksan hakkında yazılmış tüm metinlerden daha derli toplu.
Akira Kurosawa’nın “Hiçbir şey, bir insanla ilgili gerçekleri onun eserleri kadar iyi sergileyemez.” sözünden yola çıkan, insanı tüm yönleriyle ilk kez Metin Erksan sinemasında keşfeden Mücahit Gündoğdu, Yeşilçam melodramlarındaki iyi ve sathi kötünün gerçekte böyle olmadığını ilk kez Erksan’ın filmlerinde anladığını söylese de, filmleri analiz etme girişiminde bulunmuyor. ‘Kuyu’da Bir Yönetmen, bu anlamıyla bir inceleme kitabı değil ki onu öncüllerinden ayıran tam da bu özelliği. Bölümlerin girişinde yer alan replikler, filmlere ve genel hatlarıyla Erksan sinemasına ilişkin okuyucunun kafasında bir ön resim çizmeyi başarsa da kitap, Erksan sinemasını anlama, Gündoğdu için gerçek bir auteur olan Erksan’ın içkalesine yolculuk yapma niteliği taşıyor.
Erksan Sinemasında Çocukluk ve İlk Gençlik Yıllarının İzleri
Erksan’ı doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği yıllarla da ele alan kitap, babası Ahmet Kazım Bey’in 2. Abdülhamit döneminde rejim karşıtlığından ve ittihatçılıktan hapse atılmasından, 2. Abdülhamit tahttan ayrılınca sürgünden dönmesinden, topçu kurmayı olarak Kurtuluş Savaşı’na katılmasından, ailesinden hep uzak kalmasından ve tam bağımsızlıktan yana olmasından bahsederek Erksan’ın ilk gençlik yıllarını özetliyor. Erksan’ın Türk devrimine inanışının, hep yalnız, bir başına oluşunun temellerini ilk gençlik yıllarında arayan Gündoğdu, bu yılların Erksan üzerindeki tesirlerini sinemasından ve sanata bakış açısından yola çıkarak tespit ediyor. Yazılanlardan anlıyoruz ki babasının aynı zamanda Osmanlı askeri oluşu, onun gelenekle de ilişki kurmasını sağlıyor ve Erksan’ın Kemal Tahir ile arkadaşlığı, Halit Refiğ ve Kemal Tahir’le “ulusal sinema”nın karşısına “milli sinema”yı çıkarması da yine bu eksende pekişiyor.
Soyadını değiştirip bireysel bir mücadeleye girişmesiyle filmlerinin çekim öncesi sürecini tamamen kendisinin yönetmesini bağdaştıran Gündoğdu, onun, filmleri tekil birinin ürünü, filmlerin eksikliğini de yalnız yönetmenin eksikliği olarak görmesini yine bu bireysellikle anlamlandırıyor. Halit Refiğ Amerika’dayken ona yazdığı mektuptan ve Erksan’ın derin yalnızlığından bahseden yazar, tanığı yine Erksan’ın kendisi yapıyor: “Bu dünyada üç kişiyi sevdim. Seni, Kemal Tahir’i, ağabeyimi. İkisi öldü. Biri de Amerika’ya gitti. Şimdi ben buralarda tek başıma ve yalnız kaldım.”
Yazar, 1950’li, 60’lı, 70’li yıllardaki Erksan’ı okuyucunun gözünde sağlam şekilde canlandırarak, dahası 1930’lu yıllarda yoksulluktan ve taşradan uzakta, kitaplarla, sinemayla içli dışlı ve rahat süren çocukluğundan bahsederek, Erksan’ın az bilinenlerine ve gölgede kalmışlarına da ışık tutuyor. Aynı zamanda bu yılların sağladığı avantajların sinemasına nasıl yansıdığını da gözler önüne seriyor. Filmlerinde sıradan gözüken olayların içinden çekip aldığı çatışmaları, zıt kutupları, kargaşaya rağmen süren sakin alanları modern bireyler ekseninde resmetmesini de Gündoğdu bu çocukluk yıllarına yoruyor.
İlklerin Yönetmeni Erksan
Metin Erksan’ın fotoğraflarını, film setlerinden kareleri ve film afişlerini de paylaşan yazar, kitabın sonunda bir Metin Erksan Kronolojisi ile derli toplu bir hayat akışı da veriyor.
Erksan’ın sinemamıza bahşettiği ilklerden de bahsediyor Gündoğdu. Yönetmenin ilk yönetmenlik deneyimi olan Karanlık Dünya’nın (1953) sansür kurulunca “Türkiye’yi dış aleme kötü göstereceği” gerekçesiyle yurt içinde ve yurt dışında gösterimi tamamen yasaklanan ilk Türk filmi olmasını, Susuz Yaz’ın (1963) Berlin Film Festivali’nde Türkiye’ye ilk Altın Ayı’yı getirmesini, Erksan’ın askerlik sonrası çektiği, Türk sinemasının ilk üçlemesi kabul edilen Yılanların Öcü (1962), Susuz Yaz ve Kuyu’yu (1968), Gecelerin Ötesi’nin (1960) Türk sinemasının ilk gerçekçi filmi olarak kabul görmesini, Kadın Hamlet’in (1977) Uluslararası Moskova Film Festivali’ne katılan ilk Türk filmi olmasını, 1982’de TRT için Preveze Öncesi adında 5 bölümlük bir dizi çekerek dizi tarzıyla da Türk insanını ilk kez tanıştırmasını kitaba serpiştirerek veriyor. ‘Kuyu’da Bir Yönetmen, bu yönüyle tarihsel bir kronoloji de barındırıyor. Erksan’ın 1961’deki Türk Filmleri Yarışması’ndan sonra neden festivallere küstüğünü, Batı özentisi kesime karşı tutumunu da kitap sayesinde anlama fırsatı buluyoruz.
Erksan’ın İçkalesi
Erksan’ın içine dönüklüğünü Goethe’nin kavramsallaştırdığı içkale üzerinden tanımlıyor Gündoğdu. İçkale; kişinin kendinden olanı keşfettiği korunaklı bir bölgedir ve bu bölge, ideolojilerin, siyasi erklerin, günlük konuşmanın dışında bir yerde, kişinin ulaşabileceği bir mesafede konumlanır. Erksan’ın içkalesini inşa ederken ne denli yalnız, hisli ve tutarlı olduğunu da vurguluyor yazar. İnsanın görünmeyen taraflarını, bilinçaltı süreçlerini Freud kuramı ekseninde arayan, psikoloji, felsefe, edebiyat, tarih gibi farklı disiplinler ile sinemasını besleyen Erksan, içsel bir yolculuk sonucu esas sanatının mümkün olacağına inanıyor ve Erksan gibi yazarımız da bu gerçek sanat adamının sanatını irdelerken, içsel dünyasına yolculuk yöntemini kullanıyor.
Metin Erksan’ın neden diğer Türk sinemacılardan farklı olduğunu kendi penceresinden bize aktaran Mücahit Gündoğdu, yazı dilinden de anlaşılacağı gibi Erksan’ın hayatındaki olumsuzlukları iyiye dönüştürebilmesini, uyarlama eserlerde bile özgünlüğü ortaya koyabilmesini, sanat hayatı boyunca sipariş üzerine film yapmayı reddetmesini, maddi kaygılar ve borçlar nedeniyle ticari filmler yapmak zorunda kaldığı 70’li yıllarda bile ayrıksılığını korumasını, işine sonsuz bir saygı beslemesini kendisine örnek alıyor.
“Türk sineması iki döneme ayrılır; Susuz Yaz’dan önce, Susuz Yaz’dan sonra.”
Susuz Yaz sonrası gizli bir boykot operasyonu ile zor günler yaşayan, salon ve yapımcı bulmakta zorlanan Erksan’ın bu yıllarda karşılaştığı zorlukların altını kalınca çizen Gündoğdu, kimi zaman tarafsız olamıyor ve metnin ana hedefi bu anlarda sapıp bir hayran olarak Erksan’ı savunma boyutuna varıyor. Yazarın Erksan’a olan hayranlığı sebebiyle Erksan’ı dışlayanları fevri şekilde eleştiren tavrı, kimi okurlarca olumsuz algılanma riski taşıyor. Kitaptaki edebi söylemler ve Erksan’ı tanımlarken kullanılan süslü ifadeler, metni öznelliğe fazlaca yaklaştırsa da, bu kısımları kendine has bir sanat adamının, yine öznel bir yazarın elinden çıkışı olarak da değerlendirebiliriz.
Hayata geçiremediği tarihsel filmlerini, Mare Nostrum adlı, Türk-Yunan ilişkilerini anlattığı kitabını, 1980’lerde ve sonrasında tamamen düşün adamına dönüşüp bolca yazmasını, iyi bir Atatürk filmini Amerikalıların daha sağlam çekeceğini düşünmesini ve Brad Pitt’in Atatürk’ü oynamasını istemesini, sevgi ve dostluk uğruna sinemasında kendi inisiyatifiyle uyguladığı sansürleri de yine Erksan’ın dilinden dökülen cümlelerle öğreniyoruz. 80’ler ve sonrasında Erksan’ın sinemadan uzaklaşmak zorunda kalmasını kelimelerini yitiren bir şairin yahut enstrümanını kaybeden bir müzisyenin yaşadığı acıyla kıyaslayan yazar, Erksan’ın, hayatının son yıllarına tekabül eden 2000’lerde küskünlüğünü bozup söyleşi ve konferanslara katılıncaya, genç sinemacılarla vakit geçirinceye, okullarda dersler verinceye dek dilsiz kaldığı söylüyor.
Kıymeti ayrılık vakti anlaşılan Erksan, ötelenen, göz ardı edilen, hayalleri yarım kalan yönetmenlerimizin başında geliyor. Sinemayı bıraktıktan yıllar sonra 2003’te Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Kültür Sanat Büyük Ödülüne layık görülmesi yine aynı dramın uzantısı, ölümünden iki yıl sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yaptığı oylamada En İyi Türk Filmi olarak Susuz Yaz’ın seçilmesi ise artık hikâyenin finali.
Bu Kitabı Neden Okumalıyız?
– Metin Erksan’ın içkalesine yolculuk yapmak için,
– 1. Adana Altın Koza’da En İyi Yönetmen ve En İyi Film Ödülünü alan, çağdaş sömürüye karşı çıktığı ilk filmi olan Kuyu’nun, Erksan filmografisindeki yerini ve kendi hayatıyla benzer yönünü keşfetmek için,
– Yönetmenin doğumundan ölümüne dek geçen seksenüç yılı incelemek ve Erksan’ın salt bir sinemacı olarak değil, bir yazın ve düşün adamı, bir auteur olarak anlamak için,
– İyi bir Metin Erksan izleyicisi olmak için.
Metin Erksan – Kuyu’da Bir Yönetmen
Yazar: Mücahit Gündoğdu
Basım Yılı: 2017
Yayınevi: Cümle
Sayfa Sayısı: 128
Not: Bu yazı ilk olarak Hayal Perdesi’nin 59. sayısında yayımlanmıştır.
1994 yılında İstanbul’da doğdu. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Bölümü’nde lisansını tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yeni medya ve çocuk alanında yüksek lisansına devam etti. Fil’m Hafızası, Sinema Terspektif, Berfin Bahar, Hayal Perdesi gibi farklı basılı ve online mecralarda sinema üzerine yazıları yayınlandı. art-his.com’da sanat üzerine üretim yaparken, Mayıs 2019’dan bu yana Arter’in Öğrenme Programı’nı oluşturan ekiple birlikte çalışıyor.